Hollanda’ya geldiğim ilk günden itibaren, genç arkadaşım Helin beni miting ve basın açıklamalarına davet ediyor ve çoğunlukla da bu eylemlere birlikte gidiyoruz.
Dün akşam saat 19.00’da, Lahey’de Irkçılığa Karşı Mücadele Komitesi’nin (STR) gerçekleştirdiği basın açıklamasına da, Rotterdam’dan bir grup arkadaşla birlikte katıldık.
“Perşembe Akşamı” adı verdikleri kampanyanın başlangıcı için Lahey belediye binasının önünün seçilmesinin nedeni, o saatlerde toplantıda olan Kent Konseyi’nin dikkatini hem Hollanda’da artan ırkçılığa dikkat çekmek, hem de ırkçı söylemleri ve davranışlarıyla tanınan Lahey Emniyet Müdürü Paul Musscher’in istifasını istemekti!
Bu amaçla Belediye binası önündeki Spui meydanında toplanan kitle, 210 yılında Lahey Tv’nin Emniyet Müdürü’yle yaptığı röportajdan bir alıntıyla birlikte polis şefinin fotoğrafını ve istifasını isteyen bir pankart açtı.
Lahey TV’nin yaptığı röportajda Emniyet Müdürü Musscher; Hollanda’daki Faslılar üzerinden ırkçılığını kusmuş, ve “Berberiler”den yola çıkarak, Faslıların “barbar olduğu”nu ve bunun onların genetiğinde bulunduğunu idda etme cüretini göstermişti.
Dün akşam saat 19.00’da başlayan eylem boyunca belediye binasının girişini kapatan polis, eylem komitesinden bilgi aldıktan sonra sadece eylemi izlemekle yetindi.
Şefleriyle ilgili yapılan bu açıklama pek hoşlarına gitmemiş olmalı ki, açıklamaya katılanlar dağılmak üzereyken, kitlenin etrafını saran polis kimlik kontrolü yapmak istedi.
Bu keyfi ve basın açıklamasına katılanlara gözdağı vermeyi amaçlayan, kimlik sorulmasına karşı çıkınca da gözaltı başladı…
Bunca yıllık mapusluğun ardından, buralara daha yeni ayak basmışken beş kişiyle birlikte gözaltına alınınca, yaşadıklarımı hemen Türkiye’deki gözaltılarla ve uygulamalarla kıyaslamaya başladım.
Polis her yerde polis!
Üstelik buralar “demokrasi” yaftası altında tam bir polis devleti!
Savcılık makamı ise, tam bir komedi.
Götürüldüğümüz polis merkezinde erkeklerden ayırdıkları üç kadını küçük bir hücreye koydular.
Sonra da, sırayla polis eşliğinde savcı yardımcısının karşısına çıkardılar.
Sonradan savcı yardımcısı olduğunu öğrendiğim sivil giyimli ve gişe gibi bir bölümde duran zat merhaba diyip elini uzatınca, polis karakollarında tokalaşmamak gerektiğine inandığımdan, elimi uzatmayınca adamın eli havada kaldı.
Yıllardır kullanmadığım için hayli gerileyen Hollandacam nedeniyle muhatabımdan bir tercüman istedim.
Talebim kabul edildi ve tercüman aracılığıyla karşımdaki zatın savcı yardımcısı olduğunu öğrendim.
Ve normal olarak, önce polisin gözaltı işlemiyle ilgili suç duyrusunda bulunmak istediğimi gerekçeleriyle birlikte talep ettim.
Talebimi daha sonra aynı polis merkezine yazılı olarak yapma hakkım olduğu belirtildi.
Ardından başka soru ve eleştirilerle devam etti savcıyla görüşmem…
Çantamdaki eşyaların dökümü yapıldı.
Savcının yanında üzerim arandı ve polise kimliğimizi göstermediğimiz için para cezası verileceği, eve gönderecekleri para cezasına itiraz hakkım olduğu bildirilerek, işlemler yapılıncaya kadar “boks” dedikleri ama her şeyiyle çirkin bir hücreye alındım.
Duvarları sarıya, demir kapısı koyu yeşile boyanmış hücreye girer girmez boks dedikleri bu mekanı incelemeye başladım.
Bir köşesine boydan boya yaptıkları betondan sütunun altından ısıtılan hücrede, yine duvara yapışık beton çıkıntıyı masa niyetine yapmış olmalılar.
Hemen kapının yanı başında bir de kapaksız bir tuvalet vardı.
Memlekette bir zamanlar hücrelere attıkları insanlara tuvalet ihtiyaçlarını gidermeleri için birer teneke kutu verdiklerini bildiğimden, kendi kendime Avrupa demokrasisinin/polis devletinin farkı da bu kapaksız alafranga tuvalet olmalı diyip güldüm.
Dikkatli bir şekilde duvarları, florasan’ın üzerini, kapıyı ve kenarlarını inceledim kamera var mı diye!
Görünürde bir kamera olmadığını görünce, beton çıkıntı üzerine koydukları deri kaplı mindere uzanıp, memleketin karakolları ile bulunduğum hücre arasında gidip geldim.
Kapı açılıp, çıkabileceğim söylendiğinde…
Elime tutuşturdukları tutanakta yazılı olan saate bakıp, yeni geldiğim ikinci memleketim Hollanda’da ayağımın tozuyla 1,5 saatlik bir gözaltı yaşadığımı gördüm.
Çiseleyen yağmur altında karakolun önünde diğer arkadaşların çıkmalarını beklerken, buralarda ırkçılığın insanlığın en büyük baş belalarından biri olduğunun altını bir kez daha kalınca çizdim!..
* Füsun Erdoğan, Hollanda, 28 Kasım 2014