Boşlukta Büyüyen’i okumayı bitirip başucuma bıraktığımda ünlü bir yazarın sözünü hatırladım, “Hiç aya gitmemiş birinin, ay hakkında yazdıklarını okumak istemezsiniz” diyordu. Karşımızda, bize Ay’dan bildiren, Ay’da yaşayan, Ay’ın her halini, her yüzünü bilen bir yazar var: Eylem Ata Güleç. Peki, biz gözümüzü Ay’a dikip bakmaya hazır mıyız? Ne de olsa Ay’a uzun süre bakmak iyi değildir derler, insan delirebilir.
Boşlukta Büyüyen, Güleç’in ilk öykü kitabı. Çağdaşlarının çoğu gibi yolu edebiyat dergilerinden geçen öykücünün kitabında Güneydoğu gerçeği kelimelerden taşarak, sayfadan fışkırarak yumruk olup boğazlara iniyor. Yazar bunu son derece abartısız ve alçak gönüllü bir şekilde yapıyor, sanki yaşananlar dünyanın en olağan işleriymişçesine. Kendi hırgürü içindeki insanın, o coğrafyaya hiç gitmemiş, ya da en fazla bol kebaplı, sazlı sözlü, Nikon makineli Gap turları dışında orada bulunmamış insanın olanı biteni asla tam olarak idrak edemeyeceği bir yerden ve bakış açısından yazıyor. Sözcükleri haliyle hüzünle yoğrulmuş, cümleler acı. Gerçeklik kesif bir koku olmuş, kitabın kapağından sızıyor. Beklenenin aksine bunu yaparken ülkenin batısını yabancılaştırmıyor, ajitasyona kaçmıyor, acıların gereksiz yere romantikleştirilmesi gibi sokaklara sapmıyor. Öykülerin kısa, net, sağlam bir duruşu var. Derdini fazlasıyla anlatıyor, gerektiği kadarını veriyor. Ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla.
Boşlukta Büyüyen, kıyametin göbeğindeyken bile günlük tasadan kurtulmak istemeyenlerin o bildik halini anlatıyor. Asıl hikaye tam da burada değil mi? İnsanın “insanlığı” her yerde, her durumda tutabiliyor, huyu kurusun. Örneğin, Pul Biber öyküsündeki inatçı mı inatçı Asiye’nin yaptığı gibi. Kocasının tayini Diyarbakır’a çıktığında gitmek bilmiyor, dönme zamanı gelince bu kez de oradan ayrılmak istemiyor. Öyle kadın, öyle biz ki. O Asiye için, can pamuk ipliğindeyken bile alışkanlıkları -yemeğine katacağı pul biber- her şeyden önemli. Belki de pul biber uğruna ölebileceğini bile bile yolluyor kocasını.
Asiye, baharatı “Kör Yusuf’tan al” demişse mutlaka öyle yapmak gerekir, inadını biliyorsunuz.
Yalancı Dut’ta ortama göre cesur hareketler içinde olan bir kadın ve onunla sohbet eden bir diğer kadınla karşılaşıyoruz. Figen, bu şehirden bir şekilde gitmesi gerektiğini bilen bir kadın. Bazen kalmak çıldırmak, kalmak kaybolmak demek. Her ne kadar alelade bir çay bahçesinde, alelade bir sohbet yürütüyor gibi görünse de artık sırtındaki yükün altında ezilmekte Figen. Tavşankanı çay eşliğinde arkadaşlık kılığına girmiş bir parça normalliğe hasret, konuşmaya çok ihtiyacı var. Güleç’in de dediği gibi konuşmak isteyen herkesin bir yükü vardır. Çaylar gelir, horoz öter ve masaya dutlar düşmeye başlar. Yaşam gibi geçici, yaşam kadar yalancı.
Masaya düşen dutlar çoğaldı. İkimiz de birer tane yiyerek tadına baktık. Yalancı dutmuş. Figen yuttu. Ben tükürdüm.
Yazarın dili sade. Gereksiz yere yolu uzatmıyor, kurgu olarak da, dil olarak da bilmediği sokaklara sapmıyor. Yersiz kullanılmış, hiç açılmadan kat kat kapalı kalmış karakterler, öğeler yok bu öykülerde. Metinler kolaylıkla okunmakla beraber kolayca akıldan çıkmayacak haller ve durumlar içeriyor.
Coğrafya hoyratsa, insan en hoyratı. Köye yeni atanmış Salih İmam’ın zamanı hapsetmeye, yok etmeye yönelik oyunu hepimizin bu hoyratlıktan nasibini alacağını, hepimizin zamanının geleceğini yüzümüze haykırıyor. Öykünün sonuna doğru imamın güzel gülüşü çirkinleşir, kazanmak önemini yitirir. Ne de olsa kır çiçeklerinin zamanı bile geçicidir.
Kendilerine şimdi iyi gelen bahar güneşinin yaza doğru sertleşeceğini, acımasız sıcağıyla yakıp kavuracağını, kuruyup gideceklerini bilmiyorlardı henüz.
Karşınızdakinin kaybettiğini kabullenmesi, kazanmanın sandığınız kadar önemli olmadığını düşündürüyor. Büyük zaferler sanıldığı gibi taraflardan birinin kaybetmesiyle elde edilmiyordu. Herkesin kazanması, kimin kazandığı kesin olarak bilinmediğinde mümkün oluyordu.
Kitaba adını da veren, Boşlukta Büyüyen, hüzünlü bir ana oğul öyküsü. Çocuğun olması gereken yer anasının yanı mıdır? Peki ya anne kendi düşünce girdaplarında boğuluyorsa? Buna kim karar verir? Anne? Çocuk? Devlet?
Kısaldıkça etkisi yoğunlaşan, sıkıştırıldıkça gücü artmış mikro öyküler de var kitapta. Altmış iki gün sokağa çıkamadığınızda kediler birbirini yer, peki insan ne yer? 62. Gün adlı öykü tüyleri diken diken ediyor. Bu ülkede yaşamasak kurgu deyip geçeceğimiz şey, kısa ama etkili cümlelerle örülü dev bir gerçeklik duvarı olup karşımıza dikiliyor, kollarını kavuşturup yüzümüze hayasızca bakıyor ve soruyor. Ey okur, söyle! Sen ne yerdin, ne ederdin?
Kazananı olmayan bir yörede gezip, samimi duygulara, tuz basılmış acılara, tufana rağmen yaşamı omuzlayanlara tanıklık etmek istiyorsanız Eylem Ata Güleç’in kitabını okuyun. Rahatsız olmak için okuyun, sıcak evinizde, alışveriş merkezi dibindeki rezidansınızda trafikten şikayet ediyor ve şımarık varoluşsal krizlerin pençesinde kıvranıyorsanız okuyun. Kendinizden olmadığı için okuyun ve ne kadar kendimizden olduğunu keşfedin, pişman olmayacaksınız. (AE/HK)
* Künye: Boşlukta Büyüyen, Eylem Ata Güleç, NotaBene Yay. Emik 2016, 96 s.