Ercan Kesal’ın otobiyografik denemelerini okurken, dil kullanımı ve anlatım biçimindeki insancıl şiirselliğin etkisinden kurtulamazken, aynı zamanda siyasal ve sosyolojik bir tarih okuması yapıyor ve bunlara paralel bir varoluş yolculuğuna tanıklık ediyorsunuz adeta.
“Peri Gazozu” bir çırpıda okunası bir kitap olarak önerilirse size, inanmayın. Kesal’ın her bir yaşam kesitine, duygularına, dertlerine, sevinçlerine, siyasal argümanlarına ve aslında bunların hepsini bir arada analiz ettiği felsefi yaklaşımına derinlemesine nüfuz ederek okunması gereken bir kitap Peri Gazozu. Kesal, sanki yaşadıklarını aktarmıyor da, tanıklık ediyor bütün olan bitene.
Kişinin kendi yaşamına tanıklık edebilmesi, ciddi varoluşsal kaygıları ve dolayısıyla da bu kaygılarla başetmeyi gerektiren derin bir süreçtir ve sanki Kesal’ın anıları arasında gezinirken; bu dehlizlerden nasıl yolunu bulmuş da çıkabilmiş insan diye düşünüyorsunuz.
Peri Gazozu, insanın insana yabancılaşmasına, insanın kendi varoluşuna yabancılaşmasına bir meydan okuma manifestosu adeta. Babasının gazozlarından, unutmaya yüz tuttuğumuz yeni pişen ekmek kokusuna, kırık aynaların kenarına iliştirilmiş soluk fotoğraflardan ilk defa nohut yemeği yiyen Diyarbakırlı çocukların heyecanına kadar; koşulsuz, şartsız, sıfatsız yaşamı savunuyor Kesal tüm anlatılarında. Bir varoluş savunusu onunkisi; özgür yaşayan, dayanışan, anlama çabasından hiç vazgeçmeyen bir vicdan.
Babasının ürettiği “Peri Gazozları” Kesal’ın yeryüzü sofralarının baştacıyken, unutmaz ölüm oruçlarında bedenlerini açlığa yatıranları. Son zamanlarda bu topraklarda hiç olmadığı kadar özgür, adil ve eşit biçimde kurulan yeryüzü sofralarını hatırlatırcasına içine ağlar ölüm oruçları için: “Sığamadık yeryüzü sofrasına” der ve aslında ölüm oruçlarında canlar kaybolurken, hepimizin neler kaybettiğini söyleyiverir, kalbimiz acır: “Değirmenimiz susmuş, unumuz bitmiş. Fırınlarımız da kararmış, kalplerimiz gibi.”
Kesal’ın hekimlik öyküleri ağırlıklıdır kitabında. Hastalarına sunduğu şifacılığı, bu toprakların kadim insanlarına tutulmuş birer aynadır adeta. İyileştirdiği bir hastasının babasının kendisine klarnet hediye ettiğini okuduğunuzda, Sulukule gelir aklınıza, çingenelerin notalarının neşesine hüzün karışıverir. Az kuru, az pilav, çok ekmekli esnaf lokantalarını anlatırken Kesal, işçi ölümlerini düşünürsünüz, son lokmalar tıkanır boğazınızda. Halbuki kurulan yer sofralarında tanımlar Kesal sosyalistliğini: “sosyalist kendi aç kalsa da önündeki yumurtayı arkadaşının önüne doğru iten adamdır”.
Ercan Kesal’ın hekimliği “sadece hekimlik” değildir hiçbir zaman. Sağlıkçıların çalışma alanlarında “reçetelerini yazan” meslek uzmanları olmasına dayanamaz Kesal. Onun için muayene odaları, toplumun tüm sorunlarının teşhis edildiği yerlerdir aynı zamanda ve Kesal’a göre hekim teşhis ettiği sorunlara karşı kayıtsız kalamaz. Ona göre efsanevi bir sosyologtur Hipokrat. Ardı ardına sorduğu sorular, bize halkçı hekimliğin temel ilkelerini sunar gibidir:
“Nasıl kaçabilirsiniz, evine kentsel dönüşüm nedeniyle yıkım emri gelmiş, karaciğer yetmezliği olan bir Erzincanlı emeklinin hikayesinden? İki oğlundan birini uzun açlık grevlerinin birinde kaybetmiş, diğeri halen cezaevinde olan Tuncelili anneyi, muayene ettikten sonra sadece romatizma ilaçlarını yazıp gönderebilir misiniz evine? Başka bir şey sormaz mısınız?
İşte hekimlik yaşamındaki pek çok anısından, bu toprakların acılı hikayelerine geçişleri o nedenle lirik bir nitelik kazanır Peri Gazozu’nda. Ölüm orucu sürecini “sonlandırmak” amacıyla yürütülen ve aslında korkunç bir devlet katliamı olan “Hayata Dönüş” operasyonunu anlatmadan önce, kendi başından geçen can yakıcı bir öyküyü sunar okuyuculara. Kesal bir fırındayken, kendi hastası da olan Ali adında bir gencin birden kendisini fırının içine atarak intiharını aktarır. Aslında bu ülkede Sivas’ta yakılan canlarımızın, Hayat Dönüş katliamı ile yakılan canlarımızın ciğerlerimize işleyen acısını, o dönemde annesinin Ali için söylediği sözleri özetler:
“Haftalarca suyumuzdan, yemeğimizden Ali’nin kokusu çıkmadı”. Benzer ya öykülerimiz birbirine, Gezi Direnişi’nde Eskişehir’de polislerce dövülerek öldürülen Ali gelir gözlerimizin önüne, su içemez, bir lokma yiyemez hale geliriz.
Elbette bu topraklarda Kürtlere reva görülen yıkım da, bu engin varoluş yolcuğunun belli duraklarında karşısına çıkar Kesal’ın. Binlerce ölümün, kayıpların ülkesinde; kendi sevinçlerinden bile vazgeçecek kadar ‘diğerkam’dır Ercan Kesal. Hepimize tavsiyesidir: “Şimdi arkanıza yaslanın ve bir an düşünün nolur: Bir baba, on sekiz yıl önce öldürülen ve kaybedilen oğlunun, kafatası ve kemikleri, yanmış halde bir kuyunun dibinde bulundu diye sevinç gözyaşları döküyor! Bundan sonraki tüm sevinçlerim bu ülkeye haram olsun...”
Çocukların emeği, bedeni, dili, kimliği, yaşamları yokedilirken, buna sessiz kalınması Kesal’ın vicdanına çok ağır gelir: “Çocuklarımızın dudaklarının kenarından sızan kanlar, bu ülkenin vicdanına yazılan duaların mürekkebidir.”
Peri Gazozu’nu okurken, bir insanın varoluş yolcuğunda bu kadar açığa çıkabilen bütün bu acılar kalbinizi kurutabilir. Roboski katliamı için söylüyorduk “unutursak kalbimiz kurusun” diye. Ercan Kesal bunca acıya rağmen, ince bir sızıya eşlik eden umudu da taşır içinde. Kalbimiz kurumaya yüz tutmuşken, yetişir imdadımıza: “Yaşadıklarınızdan kan ter içinde kalırsınız. Ama bir şeye hala inanırsınız nedense. Bu dünyada hala rüzgarlar esiyor ve onlar sizin terinizi kuruturlar. Mutlaka kuruturlar...”
İşte Ercan Kesal’ın kendi yaşamını temsilen okuyacağınız bu varoluş yolculuğu, ufak ufak esintiler getirmeye başlar bile yaşamınıza. Eğer Ercan Kesal Peri Gazozu’nu boşuna yazmadıysa, eğer sizler de boşuna okumadıysanız, umudu geri kazanmak için yapılacak iki şey var zaten hayatta. Birisini apaçık söyler Kesal:
“Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. İstesek de istemesek de. Bundan hiç haberdar olmasak da. Birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve galiba insan olmak “diğerkam” olmaktan geçiyor”
Diğerkam olmanın yollarını ararken biz, ilk ipucunu da verir okuyucularına:
“...oğullarını birer birer toprağa veren annelerin ülkesinde, kendi oğlunuzu koklamaktan hicap duymaya başlamışsanız eğer, birbirinizin hayatlarını da fark etmeye başlamışsınız demektir.”
Birbirimizin hayatı içindeki kendimizi keşfetme zamanı şimdi. Hepimize düşen, kendi yaşamımıza Ercan Kesal’ın gerçekçiliğinde dönebilmek ve hüzünlerimizle yüzleşerek, her bir anın içindeki umudu keşfedebilmek. Kendinizi keşfedeceğiniz bu yolculukta yaşam anlarınızı not edin Peri Gazozu’nu okuduktan sonra küçük bir kağıda. Çünkü zaten:
“Yıllar sonra, aynı avucun içinde sıkıştırılmış küçük bir not belki de. Hepsi bu.” (SY/YY)
* Peri Gazozu, Ercan Kesal, İletişim Yayınevi, 2013
* Sedat Yağcıoğlu, Araştırma Görevlisi, Hacettepe Üniversitesi