türk tabipleri birliği 3 aralık’ta “hastalarımıza önemli duyuru” başlıklı bir bildiri yayınladı ve “sağlık hizmeti almak için avuç içi taraması yaptırmak zorunda değilsiniz!” dedi.
çünkü 1 aralıktan bu yana özel hastanelerde “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama sistemi” uygulanıyor.
uygulamanın başladığı günden birkaç gün önce, haber kanallarında bu konuda buram buram “reklam ve propaganda” kokan görüntülü bir haber izledim.
orada yapılan işlemin ne kadar doğru, önemli, gerekli, şık ve “modern” olduğu anlatılıyordu.
ilk aklıma gelen haberi yapan muhabirin ya konuya ilişkin en küçük bir bilgiye sahip olmadığı ya da ona bunu anlatması veya göstermesi için “emir” verildiği aklıma geldi.
bu bir “fişleme”dir
bu uygulama ile hastaların tıpkı parmak izi ya da retinası gibi “özel” olan avuç içi damar izleri özel hastaneler tarafından saptanıp merkezi olarak kaydediliyor. böylece kişiye özel biyometrik bilgilerin elde edilmesi yöntemi ile kişinin kimlik bilgileri kontrol ediliyor.
bu bilgiyle avucunuzu yaklaştıracağınız her yere konulacak okuma aletleriyle nerede olduğunuz, ne yaptığınız bulunabilir, bilinebilir. başka bir deyişle “kredi kartınızdan” çok daha garantili bir “takip” imkânı veren bir uygulama. daha açık söyleyelim, hiç bir “suçu” olmayan insanlara yönelik bir “fişleme” olayı.
daha önce bazı bankalar da, para otomatlarında parmak izi alan ve bunu bir şifre gibi kontrol eden sistemi uygulamaya koymuşlardı. aslında bu da, şu andaki hastanelerde olduğu gibi “yasal dayanağı” olmayan bir uygulamaydı. ancak “isteğe bağlı” olduğu ve muhtemelen kimse de kullanmadığı için pek itiraz eden olmadı.
ancak bu kez farklı. ortada bir zorunluluk söz konusu. üstelik şimdi yalnız özel hastaneleri kapsasa da tüm sağlık kurum ve kuruluşlarına yaygınlaşması için bir “alıştırma” süresinin geçmesinin beklendiğini söyleyebiliriz.
neden gerek görüldü?
“insanların kendilerini kanıtlamak zorunda kalmaları neden gerekli, neden böyle bir uygulamaya gerek duyuldu?” sorusunun doğru yanıtları bulunmadan konunun anlaşılması olanaklı değil.
bu sorunun yanıtı özellikle önceki sağlık bakanı tarafından sıklıkla dile getirilen sağlık kurumlarına başvuru sayısının neden ve nasıl yükseldiğinin içinde. daha önce bu konuda yazdıklarıma ek olarak başka bir gerçeği de bu konuyu araştırdığım sırada öğrendim.
konuştuğum kişiler bu uygulamanın asıl nedeninin, özel sağlık kuruluşlarının ortada hasta yokken, yani hastaların gıyaplarında onlara dair işlemler yapılmış gibi gösterip sgk’dan para alınması olduğunu ve bu durumun giderek çok yüksek oranlara erişmesi olduğunu söylediler.
özellikle yaşlı ve kronik hastalığı olanlar, kişi başına reçetede yazılacak ilaç miktarındaki sınırlamaların da etkisiyle, sağlık kurum ve kuruluşlarına başvurmadan kimlik no’ları üzerinden, sanki sağlık kurumuna gitmiş gibi işlem yaptırıp, ilaçlarına erişmeleri ve bu işlem nedeniyle de, hastalar başvurmadığı halde, sanki gitmiş gibi özel sağlık kurumlarının sgk’dan para talep edilmesinin giderek yaygınlaşan bir uygulama olduğu belirtildi.
söz edilen ikinci bir durum da kişilerin kendi kimlik no’ları ile değil de, sgk güvencesi aktif olan kişilerin kimlikleriyle hizmet almalarının giderek daha çoğalması olarak gösteriliyor. çünkü artık acil servislere başvurup sağlık hizmeti almak da giderek zorlaşmış durumda. az gelirli ve güvencesiz kesimin hizmete ulaşmasının tüm yolları kesilmiş bulunuyor. yani her yerde artık “aşina” olduğumuz yolsuzlukların sağlık alanında giderek daha çok yaygınlaşıp, genişlemesi bu uygulamanın asıl nedeni.
yolsuzluğu yapanlar kimler?
şimdi bu yolsuzlukları yapanlar kimler bir de ona bakalım:
aptalca kurallar ve sağlığın piyasalaşmasından mağdur olan vatandaşlar kuşkusuz ilk fail. çünkü onlar bu yöntemlerle sağlık sisteminden hizmet almak zorunda kalıyorlar.
bir reçete yazdırmak için gerekli olan ulaşım, zaman ve emek gibi unsurları hesap ettiğimizde, cebinden çıkacak daha az para karşılığı tedavilerine eriştikleri için bu vatandaşları “asli” sorumlu sayabiliriz tabii ki! çünkü en sahipsizi onlar...
ikincisi bu hastalara yardımcı olmak isteseler de bu uygulamadan “performanslarını” artırmayı yeğleyen, bir anlamda “yağarken küpünü doldurmaya çalışıyorlar” deyip doktorları da sorumlu kılabiliriz kuşkusuz...
üçüncüsü de bu özel kurumların sahipleri ve yöneticileri... onlar da yolladıkları her faturanın sgk tarafından %20-25’inin kesilerek ödenmesini sineye çekerek; işletmelerini sürdürmek zorunda olduklarından, risksiz ve kolayca çok para kazandırdığı için bu yola tevessül etmiş olabilirler.
ama tüm bunları da bilerek “asıl ve gerçek” faili de söyleyebiliriz:
“sağlığı piyasalaşmaya mecbur ve mahkum eden” ancak şu anda denizin tükendiği noktaya gelen politikacılar, erk sahipleri ve karar vericiler!
hukuk dışı ve insan haklarına aykırı bir işlem
şimdi bunların ötesinde ve ilerisinde durumu da bir daha ve doğru şekilde saptayalım:
yapılan işlem öncelikle şu andaki mevzuata göre “yasa dışı”dır. daha önemlisi aslında “hukuk dışı”dır. bu kadar da değil; temel insan haklarına da aykırı bir durumdur.
bunların tümüne dair bilgileri, nedenlerini ve ne yapılması gerektiğini ttb’nin konuyla ilgili basın açıklamasında okumak, öğrenmek ve anlamak mümkün.
ancak onlara küçük bir ek yapalım:
sağlık hizmeti sunumu için böyle bir işlemi dayatan ve bunu yapmayanlara sağlık hizmeti sunmayan özel sağlık kurumlarında çalışan hekimler de bu insan hakkı ihlâline katılmış olacaklardır!
dolayısıyla bir hekim örgütlenmesi olarak ttb’nin yaptığı açıklamada ve bu konu çerçevesinde yaptığı çalıştaydaki rapor ve belgelerde söylediklerine ek olarak şunları da yapması mutlaka gereklidir.
- hizmeti sunan hekimleri temsil eden bir taraf ve kuruluş yasasının kendisine verdiği sorumluluğun gereği olarak bu durum ve uygulamayla ilgili olarak yasal itiraz yollarını sonuna kadar kullanmalıdır.
- tüm hekimlere bu uygulamanın yol açtığı hak ihlâllerine katılmamaları gerektiğini söylemeli; bu işleme tanık olduklarında öncelikle hastaları uyarmalarını ve başta kendi örgütleri, sonra da adli merciler olmak üzere durumla ilgili ihbarda bulunup, yasal ve meşru hak arama mekanizmalarını işletmelerini istemelidir.
- ayrıca konuyla ilgili olarak halka yaptıkları duyurunun içeriğini genişleterek, sağlık hizmetine erişimi sırasında böyle bir dayatmada bulunan hekimleri kendilerine bildirmelerini istemeli, bildirilenlerin haklarında da hem mesleki soruşturma açmalı, hem de onlarla ilgili yasal süreçleri başlatmalıdır.
- son olarak da; topluma örnek olmak adına tüm hekimlere bir çağrıda bulunup bir kampanya başlatarak kendilerinin herhangi bir nedenle sağlık hizmetinden yararlanma sırasında kendilerine böyle bir işlem dayatıldığında bunu yerine getirmeyeceklerine dair bir taahhütte bulunmalarını istemelidir.
bunların yapılmadığı bir durumda hizmet gereksiniminde bulunan vatandaşın tıpkı başka konularda olduğu gibi, bu hizmete gereksindikleri sıradaki çaresizlikleri nedeniyle, bu haksız ve insan haklarına aykırı uygulamaya ses çıkaramayacaklarını, böylelikle bir fiili durum yaratılacağını ve uygulamanın giderek yerleşeceğini unutulmamalıdırlar.
çünkü temel “insan haklarını ihlâl eden” bu uygulamaya gerektiği biçimde itiraz etmemek, bir anlamda ona katılmak anlamına gelecektir. (ms/hk)