Arap Baharı'nın etkisini tüm kıtalara yaymak isteyen halk hareketlerinin sesi gittikçe yükseliyor. İspanya'da, Yunanistan'da yükselen uzun süreli eylemler Avrupa'nın farklı kentlerine ve diğer kıtalara da yayılıyor.
Geçtiğimiz hafta İsrail'de de ülkedeki işsizlik ve ekonomi politikalarına karşı, son dönemlerin en kalabalık eylemlerinden biri gerçekleşmişti. Önümüzdeki aylarda, Avrupa'nın çeşitli yerlerinde gerçekleştirilecek eylemler, çağrılarını tüm kıtalara yönlendirerek bu süreci ileri taşımayı amaçlıyor. Dolayısıyla, Arap Baharı başka kıtalara taşınabilir mi sorusu akıllara geliyor.
Bir süredir Take The Square sloganıyla yürüyen eylem çağrıları, kentin belirli noktalarında kısa veya uzun süreli işgaller, eylemlerle siyasal ve ekonomik sistemin işleyişin sekteye uğratma hedefinde. En yakın hedef, 2 Ekim'de Manchester'daki Muhafazakarların toplantısını durdurmak. Çağrı sadece Avrupa çapında değil, diğer tüm kıtalarda da yankı buluyor. Geçtiğimiz günlerde Wall Street binasının işgali de bu örneklerden biriydi.
Bu girişimin arkasında tabii ki Arap ülkelerine yükselen isyanın etkisi var. İsyanların ortaya çıkışı, ilerleyişi, sonucu üzerine pek çok spekülasyon yapıldı. Bazıları (yerel iktidarların söylemine paralel olarak) bu hareketleri, "dış mihrakların oyunu" olarak görüp dışladı; bazıları hareketin bir öncü parti ya da sınıf perspektifine bağlanamadığı için başarısız olduğunu ve yine dış mihrakların istediği şekilde sonuçlandığını, dolayısıyla öyle kendiliğinden ayaklanan halkların zafer kazanamayacağını savundu. Ancak, hareketin siyasal olanı belirlediği ve değiştirdiği düşüncesiyle, isyanın olup bitmiş bir olay değil, tersine belli işaretleri içeren bir süreç olarak değerlendirilmesi daha doğru olabilir.
Ezilen, dışlanan ve çeşitli yokluklar içinde yaşayan insanların, biz buradayız, birlikteyiz ve değiştirmeye gücümüz yeter savı dikkate alınması gereken bir çığlıktı. Asıl sorun, bu sesleri daha gür çıkarmak için taban hareketlerini daha koordineli hale getirmek. Sosyal Forum süreci, G8 ve G20 zirvelerine karşı toplantılar düzenlemek amacıyla, bu bağlamda hayata geçirilmişti. Çeşitli aksaklıklarla da olsa bu hedefin yeni alanlarda hayata geçtiğini görmek mümkün.
Take The Square hareketini de bu şekilde yorumlamak mümkün. Halkın kendi örgütlenmesi ile yerelde ürettiği talepleri, belli bir düzeneğe bağlamak ama bunu hiyerarşik olmayan ve tek bir gücün yönlendirmesine tabi olmayan bir içerikte sürdürmek istiyor. Hareket, 15 Ekim'de tüm dünyada eylem günü çağrısında bulundu. Çağrıda, "sorunların temelinde dünyanın nasıl olması gerektiğine dair, bizim, dünya halklarının etkisinin olmadığı" tespitiyle "bizim adımıza karar verenlere karşı, yerel ve küresel düzeyde doğrudan demokrasiyi güçlendirmek" hedefinin altı çiziliyor. Amaç, sadece insanları harekete geçirmek değil, hareketler arasında bağlantılar kurarak protestoları mümkün olduğunca fazla yerde gerçekleştirmek. Böylece ortak karar alma mekanizmalarını canlandırmak ve yönetim gücünün yeniden halk tarafından sürdürülmesini sağlamak.
Avrupalı hareketlerin AB politikalarına karşı muhalefeti çeşitli protestolarla sürüyor. Ekonomik krizin derinden hissedildiği Avrupa çapında, toplumsal hareketlerin var olan ekonomik sistemin sürdürülemez olduğuna dair eleştirileri yükselmeye devam ediyor.
1 Ekim'de "Kemer Sıkma Politikalarına Karşı Avrupa" adıyla örgütlenen toplantı dizisi Londra'da yapıldı. Toplantı ATTAC, Avrupa Sol Partisi, Transform!, EuroMarches gibi Avrupa çapında örgütlü muhalif güçlerle farklı ülkelerden sendika, sivil toplum kuruluşu ve toplumsal hareketlerin işbirliği ile gerçekleşti. Toplantının konuşmacıları arasında Die Linke vekili Sevim Dağdelen de bulunuyor.
Dünya Sosyal Forumu'nda alınan kararlar doğrultusunda 1-4 Kasım tarihlerinde Nice'de, G20 zirvesine karşı "Halkların Forumu" adıyla bir dizi gösteri ve toplantı düzenlenecek. Gösterilerin sloganları da belirlendi: "Onlar 20, biz milyarlarca", "Sistemi değiştirin, gezegeni değil", "Burs değil hayat", "Doğamızla Oynamayın", "Eşitsizlik, kemer sıkma: artık yeter!".
Özetlemek gerekirse, kurumsal siyasetin sınırlarına ve merkezi karar alma mekanizmalarına karşı, toplumsal hareketlerin uyguladığı baskı artıyor. Hareketlerin Avrupa'da ve diğer kıtalarda daha fazla işbirliğine gitmeleri, söz konusu sınırların değiştirilmesi için birincil önemde. Önümüzdeki aylarda daha fazla kentte sürekli işgallerle, belirli alanları tutarak sesini yükselten insanlarla karşılaşacağız. Bu süreci, sonuçsuz kalacak hayali çırpınışlar olarak görmek ya da buradan devrim çıkmaz diyerek küçümsemek elbette mümkün.
Bu yorumun, eski usül siyasetin devamına ve dolayısıyla eski sonuçların tekrarlanmasına neden olacağını söylemek yanlış olmaz. Oysa yeni siyaset, bir bilen'in yönetiminde değil, yaparak öğrenen, geçmiş deneyimlerden ders alan ve her şeyden önce kendi ile ilgili sorunlarda sesini yükseltebilen insanların gücü ve bunların işbirliği ile sağlanabilir. Bu işbirliği ve koordinasyonu kurmaya devam ettikçe, yeni kurumsal pratiklerin de geliştiği görülecektir.(YY/HK)