Avrupa’da yaşayan Türklerin çoğunun her seçim döneminde yaşadığı bir sıkıntı vardır. Göçmenlerin, azınlıkların haklarını savunan, toplumun genelinden farklılıklarına hoşgörü ile bakan partiler daha çok sol partilerdir. Zaten bu nedenle sosyalist partilere oy veren dincileri, yeşil partileri destekleyen ülkücüleri görmek mümkün.
Buna karşılık, Türkiye’yi en çok eleştiren partiler de sol partilerdir. Sağ partiler genellikle Türkiye ile iş yapan firmaları, ekonomik hesapları dikkate alarak, daha sıcak ilişkiler kurmayı tercih ederler. Sol partiler sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, demokrat kamuoyunun baskısına daha açık olduklarından, Türkiye’deki uygulamaları daha çok eleştirirler.
Avrupa’da fikir birliği var gibi
Avrupa ülkelerindeki muhafazakar Türklerin nihayet bu ikilemden kurtulduğu söylenebilir. Artık Avrupa’da sağcı solcu bütün partiler, gerek Türkiye ile devletlerarası ilişkiler düzeyinde gerekse ülkelerindeki Türklerin siyasal faaliyetleri düzeyinde, sert tavır almaya kararlı görünüyor.
Avrupa devletlerinin hemen hepsi Türkiye’nin ülkelerindeki Türkleri ve Müslümanları siyasal aktör olarak yönetmeye kalkışmasından rahatsız. Bu durum önce Bulgaristan’da ortaya çıkmıştı. Bulgaristan’daki Türklerin Hak ve Özgürlükler Partisi, AKP’nin yan kuruluşu gibi yönetilmeye kalkışılınca problemler de başlamıştı. Sonra parti bölündü, tasfiyeler oldu.
Tayyip Erdoğan’ın Avrupa ülkelerinde mitingler yapması, şuna oy verin buna vermeyin türünden talimatlar vermesi, bayraklı gürültülü konvoylarla başlayıp kavga dövüşe dönüşen gösteriler düzenlenmesi çok rahatsız edici oldu. Tedbirler de bundan sonra başladı.
Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda gibi ülkeler öncelikle kontrol altında tutmadıkları camiler ve dini derneklerdeki faaliyetleri ele aldılar. Türkiye ve bazı Arap ülkelerinin kontrolündeki camilerde hem radikal İslamcıların güçlenmesinden hem de denetimsiz finansal kaynaklar ve harcamalardan şikayet ediyorlar. Bir yandan mali denetimleri artırmak öte yandan dini eğitime müdahale etmek gibi planları var.
Son olarak ülkücü, bozkurt, turan gibi adlarla örgütlenen aşırı sağ hareketlerle mücadele başlatıldı. Avrupa ülkelerindeki solcu Türklerden başlayarak, Kürtlere, Ermenilere saldırılara kadar uzanan küçük gençlik gruplarından, politikacıları ölümle tehdit eden mafyalara kadar yaygınlaşan saldırganlıklara son vermek istiyorlar.
Türkiye ile devletlerarası sorunlar da azalmak bir yana, sürekli olarak artıyor. Yunanistan, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Libya, Dağlık Karabağ diye giden ve daha fazla uzatılabilecek olan bir liste var.
Ekonomide Avrupa ağırlığı
10-11 Aralık tarihlerinde Avrupa Birliği liderler zirvesi yapılacak. Bu zirvede Avrupa Birliği ülkelerinin büyük kısmının ve sağ sol ayrımı pek olmaksızın partilerin çoğunun Türkiye ile sorunlarının konuşulması ve bir karara varılması bekleniyor. Türkiye ile her zaman ılımlı ilişkiler kurulmasını savunan Merkel bile, sorunlara çözüm bulunamadığını, söyledi.
Söz konusu toplantının Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunu anlamak için AB ile ekonomik ilişkilerin seyrine kısaca değinmek gerekiyor.
Türkiye 2019 yılında toplam 181 milyar dolar tutan ihracatının yüzde 42’sini oluşturan 77 milyar dolarlık ihracatı Avrupa Birliği ülkelerine yaptı. Aynı yıl toplam ithalatın yüzde 32’sini oluşturan 68 milyar dolarlık ithalatı bu ülkelerden yaptı.
Diğer ülke gruplarından İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ihracattaki payı yüzde 27, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun payı yüzde 5, Türki cumhuriyetlerin payı yüzde 3 düzeyinde.
Türkiye’nin ihracatı son altı yılda yüzde 12 artarken, AB ülkelerine ihracat yüzde 32 arttı. Buna karşılık aynı dönemde AB ülkelerinden yapılan ithalat yüzde 24 azaldı. Türkiye’de genel olarak ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 86 iken, AB ülkeleri ile ticarette ithalatı karşılama oranı yüzde 130. Türkiye sadece bu ülke grubuna ithalattan çok ihracat yapıyor. Hatta Türkiye AB ülkelerine ihracat yaptığı için öteki ülkelerden ithalat yapabiliyor.
Ülkeye yabancı sermaye girişlerinde de benzer bir durum var. Türkiye’ye yabancı sermaye girişi 2011 yılında 16 milyar dolara ulaştıktan sonra sürekli olarak azalıyor. 2019 yılında yabancı sermaye girişi 5,6 milyar dolar. Bunun 3,3 milyar doları Avrupa ülkelerinden geldi.
Mafyayla mı mafyasız mı?
Böyle bir ortamda Türkiye, inceldiği yerden kopsun, havasında. Gerçekten kopmasını istiyor mu, yoksa ne yapacağını bilemez bir çaresizlik halinde mi, anlamak zor. Dış politika maceralarının hiçbirinden vazgeçmeyeceği izlenimi verirken, içeride de hukuktan ve demokrasiden uzaklaşıldığı, mafyanın etkisinin arttığı görünümü pekişiyor.
Bu ülkede mafya, 1970’li yıllardan beri siyasi tahlillerde hesaba katılması gereken önemli bir faktör oldu. Her dönemde var olan eski tip çeteleşmeden mafyaya geçiş de bu dönemin eseridir. Sonuçta mafya da, bıçkınlıktan başlayan, küçük suçlardan haydutluğa ulaşan bir sürecin en gelişmiş aşamasıdır.
Dünyanın her yerinde mafya, bir eli politikacılar veya bürokratlar yoluyla devletin içinde, öteki eli serbest piyasada olan bir örgütlenmedir. Mafya, güçlü olduğu ülkelerde özelleştirmeler, kamu ihaleleri, ruhsatlar, imtiyazlar gibi işlemleri belirli oranlarda etkiler. Mafya bu süreçlere doğrudan katılabildiği gibi, rüşvet, tehdit ya da şiddet yoluyla başka katılımcılar lehine veya aleyhine sonuçlanmasını sağlayabilir.
Dünyanın her ülkesinde mafyanın olması, hepsinin benzer şekilde nitelenmesine yol açmaz. Bazı ülkeler mafyaların devletle, politikacılarla çok yakın ilişki kurması nedeniyle mafya devleti olarak adlandırılırlar. Ya da bazı ülkeler bazı dönemlerde bu unvanı edinirler. Mafya devletinin net bir tanımı yoktur ama bu ilişki alenileştikçe, terimin kullanımı yaygınlaşır. Örneğin, Meksika mafyanın çok güçlü olduğu ülkelerden biridir ama mafya devleti olarak görülmez. Buna karşılık Pablo Escobar’ın milletvekilleriyle, bakanlarla ahbaplığı –ya da iş ortaklığı- Kolombiya’nın mafya devleti olarak görülmesine yol açar. Bütün Avrupa ülkelerinde mafya vardır ama mafya devleti tanımlaması, Avrupa ülkeleri Kosova Kurtuluş Ordusu UÇK’yı destekledikleri halde, Kosova için kullanılır.
Bahçeli ve Çakıcı
Türkiye’de mafyanın simge ismi, ülkücü militanlıktan başlayan yolu mafya babalığına kadar uzanan Abdullah Çatlı idi. Onun tasfiye edilmesinden sonra Alaaddin Çakıcı öne çıktı. Artık Türkiye ana muhalefet partisi liderinin mafya tarafından tehdit edildiği, hükümet ortağının bir mafya babasından “dava arkadaşım” diye söz ettiği, gazetecilerin, yargıçların çete suçlarından söz ederken bile saygıda kusur etmemeye özen gösterdikleri bir ülke.
Dava arkadaşının bulaşmadığı suç kalmayan Devlet Bahçeli, “Ülkücüden mafya, mafyadan ülkücü olmaz” diyor. Neredeyse buna da beka sorunu diyecek. Cumhurbaşkanı kısa bir kararsızlıktan sonra Devlet Bahçeli’ye sahip çıkıyor. 10 Aralıkta Türkiye ekonomisinin geleceğini belirleyecek olan AB toplantısına böyle gidiyoruz.
(NÖ)