15 Mayıs'ta gençler İspanya devletinin bir dizi kentinde alanlara çıktığında ironik bir biçimde "Aman sessiz olalım, Yunanlıları uyandırmayalım" diye seslenmişlerdi.
Yunanlılar on günlük bir gecikmeyle de olsa mesajı aldılar. 25 Mart'tan başlayarak ve esas itibariyle facebook gibi sosyal iletişim-paylaşım siteleri aracılığıyla Yunanistan'ın hemen bütün kent merkezlerinde büyük gösteriler, daha doğrusu buluşmalar gerçekleştiriliyor.
Örgüt-parti pankart ya da dövizlerinin yer almadığı, bildik sol sloganların değil, daha farklı, "gündelik-spontan" sloganların, bazıları tribün tezahüratına benzeyen haykırışların dillendirildiği buluşmalar bunlar.
AB (yani Avrupa Merkez Bankası ve Komisyon)-IMF ikizinin dayattığı malum pakete karşı sloganlar atılıyor, her renkten siyaset sınıfına karşı tepkiler dile getiriliyor. Son olarak, 29 Mayıs gecesi (aynı akşam Avrupa çapında bir eylem günü olarak belirlenmişti), Atina Sintagma meydanı, yani meclisin hemen önü mahşeri bir kalabalığın toplaşmasına sahne oldu.
Son bir iki gün, hiç değilse Sintagma meydanında buluşan kalabalık örgütlenmeye, meydanı bir kamp alanına dönüştürmeye çalışıyor. Meydan, bir gösterinin yapılıp, insanların "bize yakışan bir biçimde" dağıldığı bir alan olarak değil, dönüştürülen ve bu anlamda sahip çıkılan bir mekâna dönüşüyor.
Temel ihtiyaçların giderilmesine dönük komiteler oluşturulmuş durumda. Üstelik geceleri, herkesin ismini bir listeye yazarak söz aldığı (tüm konuşmacılara üç dakika süre tanınan) büyük buluşma-tartışmalar tertip ediliyor. İki gün önce bu buluşmalardan, tanıdık sol jargonu kullanmasa da piyasaların diktatörlüğüne karşı "gerçek demokrasi" çağrısında bulunan bir metin de çıktı.
Hareketin nereye evrileceği meçhul; alanda solcular kadar "milliyetçiler", yani mevcut krizi vatana dönük bir tehdit olarak görenler de var. Ancak hareketin genişlemesi ve taleplerinin radikal bir doğrultuda berraklaşması halinde pekâlâ Yunanistan'da, yani Avrupa'nın göbeğinde bir "argentinazo" ile karşı karşıya kalabiliriz.
Hatırlanacağı üzere "argentinazo", 2001 yılının Aralık ayından itibaren Arjantin'de krizin tetiklediği toplumsal ayaklanmaların mevcut yönetimleri ard arda devirdiği bir büyük mücadele dalgasıydı. Sürecin bu istikamette ilerleyip ilerlemeyeceğini zaman ve büyük ölçüde de Yunan radikal solunun tutumu belirleyecek.
Sol için turnusol testi
Radikal solun bu aniden karşı karşıya kalınan radikal toplumsal hareket (Daniel Bensaid'in deyimiyle zaten hiçbir zaman tam "saatinde" gelmezler) karşısında iyi bir sınav verdiğini söylemek güç. Hemen her çevre 25 Mayıs'ta başlayan hareketi "apolitik" ya da bir tür "light" protesto olarak değerlendirdi, ona katılmakta tereddüt etti.
Katıldığında da "gözlemci" olmayı, yani alanda turlamayı, bazen de göstericilerden bazılarının Yunan bayrağı taşımasına, ya da sloganların "şekilsizliğine", zayıf politik içeriğine burun kıvırdı.
Aslında biraz daha zayıf olmakla birlikte bu mesafeli tutumun yakın tarihli bir örneği de söz konusu. Hatırlanacak olursa, Aralık 2008'de gerçekleşen gençlik ayaklanması da siyasetin müesses kurum ve mekanizmalarının haricinde cereyan etmiş, bu da kurumsal solun belli kesimlerinin ona karşı mesafeli durmasına sebep olmuştu.
Mesela Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Papariga, kalkışmanın radikal eylem biçimleri ve doğrudanlığı karşısında eleştirisini, "örgütlü hareket bir vitrin camına dahi zarar vermez" gibi veciz bir ifadeyle ortaya koyabilmişti. Ona göre gençlerin düzen güçlerine karşı kalkışması değil, partisinin geçit törenleri "hareket" idi belli ki.
Dolayısıyla sadece düzen partisinin mensupları değil, birçok solcu dahi, Aralık 2008 ayaklanmasını, mevcut sendikal yapılara ya da partilere yaslanmadığı için "apolitik" diye vaftiz etmekten imtina etmemişti.
İşte 25 Mayıs'ta başlayan ve Yunanistan'ın hemen bütün kentlerinde meydanları büyük kalabalıklarla dolduran hareket de benzer, hatta daha da şedid bir snoblukla karşılandı. Gösterilere çağrı yapanın mevcut parti ya da örgütler olmaması, sanal alemin gösterilerin örgütlenmesinde önemli rol oynaması, meydanlardaki toplaşmaların solun mevcut eylem teleturjisine riayet etmemesi KP'lisinden anarşistine solcuların bunlara küçümsemeyle yaklaşmasına nedendi.
Yunanistan ve elbette İspanya örnekleri, sol siyasal yapıların ve elbette mevcut haliyle sendikal örgütlenmelerin geniş kitleler nezdinde eyleme geçirici olamadıklarını ortaya koyuyor. Sendikal bürokrasiler bir önceki dönemde kendilerini idare eden "sosyal diyalogcu" çizgilerinde toplumsal dokuyu lime lime eden kriz karşısında da tutunmaya devam ederek zaten ciddi bir itibar kaybıyla karşı karşıyalar.
Fakat görünen o ki bu bürokrasileri eleştiren radikal sol dahi sermayenin çok şiddetli saldırısı karşısında bir yanıt oluşturamıyor, geniş kitlelere inandırıcı bir alternatif seçenek sunamıyor. Son otuz yılın toplumal konsensüsünü tarumar eden neoliberal taarruz karşısında anlamlı bir politik yanıt üretemiyor, bir savunma mevzii oluşturamıyor.
Dolayısıyla da toplumsal tepki sol siyasetin mevcut kanallarının dışında gelişiyor, sol gelenek ve ritüellerden farklı bir karakter ediniyor. Neyse ki Yunanistan'da radikal solun değişik kesimleri baştaki mütereddit hali geride bırakarak harekete dahil olmaya başladı; ancak hareketin gelişimi ve radikalleşmesine katkıda bulunabilmeleri için onun eksikliklerini, "geriliklerini" dikte eden bir öğretmen edasından, "yukarıdan" bir tavırdan uzak durmalı.
Radikal solun bu hareketi anlamaya, ona dahil olarak ondan öğrenmeye, hasılı dersini iyi çalışmaya ihtiyacı var.
Yeni radikalizm: Bir "Tahrir kuşağı" mı?
Tam da bu bağlamda, hareketin ilk etapta göze çarpan kimi özelliklerini kısaca anmakta yarar var. Alandaki bazı Yunan bayraklarına takılıp kalan kimi solculara inat, hareketin belirgin bir enternasyonalist karakteri var.
Mısır ya da Tunus'a, hatta Arjantin'e yapılan referanslar bir yana (bu ülkelerin bayraklarına sıkça rastlanıyor), katılımcılar İspanya'dan başlayan ve bütün Avrupa'yı etkileyebilecek bir kıtasal mobilizasyonun parçası olduklarının bilincindeler. İspanya'daki çıkış sloganına nazire edercesine Atina'daki alana asılan "sessiz olun İtalyanlar uyanmasın" ve "Fransızlar uyuyor. Düşlerinde Mayıs 68'i görüyor" gibi pankartlar bu bilincin ifadesi.
İspanya'ya göre daha karmaşık bir bileşime sahip olsa da gençliğin en etkin kesim olduğu gözleniyor. Yine İspanya'daki gibi mevcut politik düzen doğrudan hedef alınıyor ve "gerçek" ya da "doğrudan" demokrasi talep ediliyor. AB'nin dayattığı neoliberal teknokratizme karşı insanlar kendi kaderlerinin efendisi olmak istediklerini haykırıyor, kendi hayatlarını ilgilendiren kararları kendilerinin almak istediklerini beyan ediyor.
Merkez partilerin hemen hepsine, "siyaset kurumuna", yani mevcut siyasal kurum ve ilkelere dönük belirgin bir güvensizlik ifade ediliyor. Parlamenter denen demokrasiye dönük bu kuşkunun otoriter bir kanala akmaması ve şimdilik işaretlerini verdiği gibi "gerçek" bir demokrasi için kapsamlı bir mücadele hattına dönüşmesi solun bu hareketteki rolüne bağlı olacak denebilir elbette.
İspanya ve Yunanistan'daki bu yeni hareketi tartışırken bunların Arap ayaklanmalarıyla kurdukları hem sembolik hem de maddi bağlantıyı ısrarla vurgulamak gerekiyor. Meydanların bir kamp alanı, bir buluşma mekânı olarak işlevselleştirilmesi, internetin etkin kullanımı, şiddetsiz eylem biçimlerinde ısrar, hareketin Akdeniz'in güneyiyle, özellikle onun en "medyatik" yanı olan Tahrir'le olan bağının ifadeleri.
Bir "Tahrir kuşağından" bahsetmek için erken belki ama Arap ayaklanmalarının yeni mücadelelerin açığa çıkmasında bir kaldıraç işlevi gördüğü aşikâr. Yine Tunus ve Mısır'da diktatörlük koşullarının dayattığı bir zorunluluğun ürünü olan hareketin spontan ya da kendiliğinden karakterini anmak gerekiyor.
İspanya'da da Yunanistan'da da hareket mevcut örgüt-parti ya da kitle örgütlerinin çağrıcısı ya da örgütleyicisi olmadığı eylemler temelinde şekilleniyor. İspanya'da "Geleceksiz Gençler" gibi görece yeni gruplar örgütlenmede önemli pay sahibiyken Yunanistan'da bu bile mevcut değil. Dahası hareket partisiz-örgütsüz olmayı bir tür "erdem" olarak da sunabiliyor (zorunluluğun böylece erdeme dönüştürülmesi elbette enine boyuna ele alınması gereken bir zaaf).
Yanlış anlaşılmasın: Kendini radikal solun mevcut yapıları aracılığıyla ifade etmese de mevcut hareketin kökleri elbette bu solun eksiğiyle gediğiyle yarattığı radikal birikimde yatıyor.
Hiçbir şey sıfırdan başlamıyor elbette. Ancak kriz ve sermayenin saldırısı karşısında doğan toplumsal öfkenin açığa çıkacağı, kendisini ifade edeceği "başka" kanallar da aradığı aşikâr. Bu durumdan sevinç duymayabiliriz; keşke onbinler dillerinde Enternasyonal ve ellerinde kızıl bayraklarla yürüseler diye hayal kurup hayıflanabiliriz. Ama hayıflanmaktansa solun geniş kitleler nezdinde neden çürümekte olan düzenin bir parçası olarak algılandığını anlamaya çalışmak daha önemli. Yeni bir tarihsel dönemin eşiğindeyken böyle bir çabadan imtina etmemek gerek. (FB/ŞA)