* Fotoğraf: Anadolu Ajansı (AA)
İtalya'da da beklenen - ya da korkulan - oldu. Giorgia Meloni'nin aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri (FdI) partisi, 25 Eylül'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 26.2'sini alarak sandıktan birinci parti olarak çıktı.
Aralarında yüzde 8.9 oy alan Lig Partisi ve yüzde 8 oy alan Forza Italia'nın (FI) da olduğu sağ ittifak yüzde 44.3 oy aldı.
Seçim sonuçları, sağ ittifakın hem Senato hem Temsilciler Meclisinde hükümeti kuracak çoğunluğa eriştiğini gösteriyor.
İtalya'daki seçimler, bu sene Avrupa'da yapılan ilk genel seçimler değildi. Tıpkı aşırı sağcı aday ve ittifakların öne çıktığı tek seçimler olmadığı gibi...
Portekiz, Macaristan, Sırbistan, Slovenya, Fransa, İsveç ve nihayet İtalya 2022 yılında sandık başına gitti.
Sosyalist Parti'nin mecliste çoğunluğu elde ettiği Portekiz ve sağ popülist eski başbakan Janez Janša'nın seçimlerden mağlubiyetle ayrıldığı Slovenya'yı saymazsak Avrupa'da bu sene gördüğümüz seçim sonuçları benzer bir noktaya işaret etti: Aşırı sağın yükselişi.
Peki, bu yükselişin sebebini nerede aramamız gerekiyor?
TIKLAYIN - "Macron'u çok çatışmalı, gergin bir meclis bekliyor"
TIKLAYIN - İsveç'te hükümet kurma görevi Muhafazakar Parti liderinde
Kriz ve korku siyaseti
Farklı ülkelerdeki seçmen davranışları elbette adaylar, olaylar, seçimlerin zamanlaması ve bölgesel meseleler gibi bir dizi yerel faktöre bağlı.
Ancak, kıta geneline baktığımızda, sağ popülizmin yükselişi "son 15 yıldır Avrupa siyasetinin bir özelliği" olarak karşımıza çıkıyor.
Dahası, son dönemde şahit olduğumuz aşırı sağın yükselişine "ana akım" da denebilecek merkez sağ ve sola olan desteğin azalması eşlik ediyor.
Diğer bir deyişle, her geçen gün daha çok dillendirilen kutuplaşma ve güdülen kutuplaşma siyaseti seçim sonuçlarında da kendisini gösteriyor. "Bitaraf" olup "bertaraf" olmak istemeyen kitleler, siyasi yelpazenin merkezinden uçlara doğru hareket edebiliyor.
CNN International'dan Luke McGee'nin de dediği gibi, "Kriz, hangi siyasi ideolojiden olursa olsun muhalefete fırsatlar yaratıyor olsa da kriz bağlamında yapılan korku siyaseti, daha çok sağ popülistlere yarıyor."
Bu yüzden olacak, 2008 yılındaki ekonomik kriz ve 2015 yılındaki "mülteci krizi" - başta Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) 2017 yılında ilk defa federal meclise girebildiği Almanya olmak üzere - Avrupa'da aşırı sağ popülist partilere olan seçmen desteğini arttırmıştı.
2015 yılından bu yana 7 sene geçti.
Şimdi Avrupa'nın önünde başka krizler var.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan savaş, savaşın beraberinde getirdiği gıda ve enerji krizi, - elbette Türkiye hariç - merkez bankalarının faiz arttırma hamlelerine rağmen artmaya devam eden enflasyon ve insanlığın küçük hesaplarıyla büyük zararlar verdiği yerkürenin karşı karşıya kaldığı küresel ısıtma ve iklim krizi bu krizlerden yalnızca birkaçı.
Savaş bu fotoğrafın neresinde?
Aslında, Rusya-Ukrayna özelinde düşünürsek - biraz da iyimser bir yorumla - Vladimir Putin liderliğindeki Rusya'nın 6 ayı aşkın süredir Ukrayna'da yaptıklarını gören toplumların sağ eğilimli, anti-demokratik, otoriter yönetimlerin sadece kendi halklarına değil, başka halklara da verebileceği zararı görüp daha özgürlükçü adaylara yöneleceği öngörülebilirdi.
Fakat görünen o ki söz konusu seçmen davranışları olduğunda böylesine doğrudan ilişkiler kurmak yanıltıcı olabiliyor.
Son dönemde bu bağlamda Avrupa'da olanları aşırı sağ popülist partili bir siyasetçiden dinlemek gerekirse, AfD'li Avrupa Parlamenteri Gunnar Beck, CNN'e verdiği demeçte savaşın Avrupa toplumları üzerindeki etkisine de değinerek durumu kısaca şu sözlerle açıklıyor:
"Kesinlikle bir şeyler oluyor. Açıkça başarısız olan pan-Avrupalı tutuculuğu reddetme tavrı Fransa'dan İtalya ve İsveç'e kadar büyük Avrupa ülkelerindeki yurttaşlarımız arasında yaygınlaşıyor gibi duruyor.
"Hayat pahalılığı krizi hükümetlerin ve Avrupalı kurumların altını oyuyor. Ukrayna'daki savaş tabii ki durumu daha da kötüleştirdi ama Avrupa Yeşil Anlaşması ve Avrupa Merkez Bankası'nın para politikası gibi şeyler, savaş öncesinde de enflasyonu yukarı çekiyordu.
"Hayat standartlarının aşınması insanların doğal olarak hükümetlerinden ve yerleşik siyasetten hoşnutsuzluk duymasına yol açıyor."
"Muhafazakar seçmenlerin kesinlik ve istikrara daha fazla ihtiyaç duyuyor olması" ile birlikte düşünüldüğünde ise "gerçek değişimler veya algılanan tehditler karşısında bu kişileri birleştirmek daha kolay oluyor."
Daha dogmatik, daha otoriter bir sağ
Peki, seçmenler ve siyasetçiler tüm bunlar karşısında ne yapıyor? Yazar Pankaj Mishra, The Washington Post'taki yazısında şöyle diyor:
"Büyüme yavaşlayıp enflasyon arttıkça, sıcak hava dalgaları ve seller rutin hale geldikçe ve enerji kesintilerinin ufukta belirmesiyle giderek daha fazla yurttaş bu değişimler karşısında çaresiz hissettikçe, Batı Avrupa ve ABD'deki sağ partiler daha rahatsız edici bir biçimde aşırılaşıyor.
"Bu partilerin günümüzün ekonomik kriz ve çevre krizi karşısında çok az yeni çözüm önerisi var. Fakat ırksal, dini ve etnik kimlikleri kızıştırıp ulusal büyüklük mitlerine dönerek bunları kendi avantajlarına kullanabilirler.
"Şundan şüpheniz olmasın: Ekonomi ve çevrede yaşanmaya devam eden dönüşümler, sağı daha esnek, yenilikçi veya demokratik olmaktan ziyade daha dogmatik, kısır ve otoriter bir hale getirecek."
4 senede yüzde 4'ten yüzde 26.2'ye
Tüm bunların ışığında dönüp tekrar İtalya'ya baktığımızda, ülkenin son seçimlerle birlikte yalnızca ilk kadın başbakanını değil, aynı zamanda Avrupa'nın ilk faşist diktatörü Benito Mussolini'den bu yana ilk aşırı sağcı liderini de seçmiş olabileceğini görüyoruz.
İtalya'nın Kardeşleri lideri Giorgia Meloni'nin politik programı ise benzerlerinden aşina olduğumuz gibi: LGBTİ+ ve kürtaj haklarını açıkça tartışmaya açıyor, göçü sınırlandırmayı amaçlıyor, küreselleşmeden evlilik eşitliğine kadar pek çok sebepten "geleneksel değerler ve yaşam tarzının saldırı altında olduğu" fikrine takıntılı görünüyor ve kendisini "muhafazakar" olarak tanımlayarak "İtalyan ulusal kimliğini" savunuyor.
Dahası, ülkedeki koşullara baktığımızda bu fikirleri savunan bir partinin seçimleri kazanması için de gerekli şartlar sağlanmış gibi görünüyor.
King's College London Avrupa ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü'nden Marianna Griffini bu durumu şöyle açıklıyor:
"Pandemide ülke olarak çok acı çektik, özellikle ilk zamanlarda... Çok fazla insan öldü, çok fazla işyeri kapandı. Avrupa Birliği'nin (AB) geri kalanından destek alma konusunda da zorluklar yaşadık.
"O zamandan bu yana yerleşik [siyaset] ve [eski başbakanlar] Conte ve Draghi hükümetleri taş atmanın kolay olduğu hedefler haline geldi."
Başbakan Mario Draghi'nin Temmuz'da ikinci kez istifa etmesiyle sonuçlanan siyasi kriz ve Meloni'nin İtalya'nın Kardeşleri partisinin 2018 yılında yüzde 4 olan oy oranını yüzde 25 bandının üzerine çektiği son seçimler de aslında bir bakıma atılan taşların yerini bulduğunu gösteriyor.
Avrupa'da yükselen aşırı sağ siyaset duvarına bir tuğla daha koyan İtalya'daki son seçimlerin İtalya ve Avrupa'nın geri kalanı için ne anlama geleceğini görmek için ise şüphesiz zaman gerekiyor. (SD)