*Fotoğraf: Dursun Aydemir/ Brüksel/ AA
Avrupa parlamentosu seçimlerinde merkez sağ ve merkez solun tarihte ilk defa azınlığa düşmesi ve Avrupa'nın 'aşırı' sağ hareketlerinin çoğunluğa geçmesi hem kıtanın hem de küresel çapta demokrasinin geleceği açısından kaygı verici bir durum.
Refah devleti argümanında yaşanan çöküşle birlikte halk yığınlarının ırkçılık ve popülizme kayması, Avrupa'nın çok eski hastalıklarını hatırlatıyor. 2016'da Amerika'da zafer ilân eden popülizm hayaleti bugün Avrupa'yı dolaşıyor.
Benzer bir süreç 20. yüzyılın başlarında da yaşandı. Küresel imparatorlukların çöktüğü emperyalizm çağının başladığı bu dönemde de Avrupa siyaset dengeleri bozulmuştu.
Fakat o dönemki savruluş daha sola doğru yaşanmıştı. Almanya ve İtalya'da faşizmin güçlenmesi ise emperyalizm aşamasına gelen sermâyenin, devrimci bir bilinç ve eylem gücüne ulaşan sosyalizmin önünü almak üzere ortaya koyduğu zehirli antitezin bir sonucuydu.
TIKLAYIN - Bu Kapıdan Irkçılık Giremez!
TIKLAYIN - "Avrupa ve Dünyada Popülist Sağ Figürler Giderek Güçleniyor"
Sosyalizmin devrimci gücünün törpülenişi
Sermâye bu hamlesinde görece başarılı da oldu. 1917'de Rusya'da yaşanan kazanın (!) benzerleri, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa kıtasında engellendi. İkinci Dünya Savaşı pahasına sosyalizmin devrimci gücü törpülendi.
1945 sonrası dönem Avrupa siyasetinde yeniden denge kurulmasına sahne oldu. Gerçekten de 1945-2000 arasındaki yarım yüzyıldan fazla süren zaman kesiti Avrupa'nın altın çağına sahne oldu.
Aynı zamanda bu dönem, Avrupa'nın dünyanın ekonomik ve siyasi anlamda hegemonik gücü olma özelliğini yitirdiği bir dönem.
Avrupa'nın bu gerçeğin farkına varması ise Sovyetler Birliği'nin yıkılarak Soğuk Savaş'ın bitmesine ve Amerika Birleşik Devletleri'nin tek hâkim güç olarak ortaya çıkmasıyla oldu.
2001 ve merkez siyasetin sendeleyişi
Körfez Savaşları, Balkanlar ve Kafkasya'daki çatışmalar ile birlikte dünya 11 Eylül 2001 tarihiyle birlikte küresel terörle tanıştı. Avrupa merkez siyaseti bütün bu olaylar karşısında önce sendeledidaha sonra da sadece seyirci durumuna geldi.
Birleşik Amerika'nın dünyayı kasıp kavuran saldırganlığı karşısında suskun kalan Avrupa, özellikle Ortadoğu krizinin sonuçlarıyla tamamen karşı karşıya kalmış durumda.
Arap Baharı ile birlikte Kuzey Afrika ve Ortadoğu'dan Avrupa'ya göçmen ve mülteci akını başlamış bu durum Avrupa kamuoyunda tepkiler doğmasına sebep oldu.
Altın çağın bitmesi, refah devleti politikalarının yavaş yavaş terk edilmesi nedeniyle zaten hoşnutsuz durumda olan halk kitleleri ülkelerine yönelen ve potansiyel terörist olarak görülen mültecilere yönelik tutuma da tepki duymaya başladı.
Son seçimlerde görülen popülist ve ırkçı hareketlerdeki yükselişin arka planı bu şekilde gelişti.
180 derece sert bir siyasi dengesizlik
Yüzyıl öncekine benzer fakat yüz seksen derece ters bir siyasi dengesizliğin yaşandığı Avrupa'nın önümüzdeki yıllarda yeniden dengeye kavuşacağını düşünmek gerekiyor.
Fakat siyasi merkezin toparlanarak dengelenmesinin nasıl ve neler üzerinden gerçekleşeceğini düşünmek için henüz erken.
Almanya Başbakanı Merkel'ın CNN'e verdiği demeçte dile getirdiği endişelere bakılırsa Avrupa ciddi bir siyasi krize girdi.
Almanya'nın geçmişinde yaşanan korkunç olayların etkisiyle bu duruma karşı hemen refleks göstermesi olağan ancak Merkel'in şu sözleri kulak verilmeyecek gibi değil: "Geçmişin hayaletleriyle yüzleşmemiz lazım. Gençlerimize tarihin bize ve başkalarına yaşattıklarını anlatmamız gerekiyor."
Sayın Merkel'ın bu saptamasına katılmamak imkânsız. Ancak bugün ortaya çıkan durum Avrupa siyasetinin geçmişte işlediği günahların bir sonucu. 1980'den itibaren neoliberalizme teslim olan Avrupa, tercih edilen ekonomik düzenin yarattığı insan tipinden ilk defa ürkmeye başladı.
Darbe sonrası Türkiye seçimleriyle benzerlik
Bencil, duyarsız ve doyumsuz bir tüketim arzusu içinde yaşayan bu mutsuz insan tipi popülizm ve ırkçılığın güçlenmesi ve yerleşmesi için uygun toplumsal ortamın hazırlayıcısı.
Son AP seçimleri bizdeki 1994-95 seçimlerine benziyor.
O seçimlerde, 12 Eylül askeri darbesi sonucu merkez siyasetin yaşadığı tahribat ve Özal'ın neoliberal politikalarının yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk popülizm ve gericiliğin adım adım yükselmesine neden olmuştu.
Refah Partisi'nin 1994 yerel seçim başarısının ardından 1995 genel seçimlerinde bütün merkez partileri geride bırakarak birinci parti olması, demokrasi tarihimizde pek alışkın olmadığımız farklı bir sürecin başlangıcı.
Çeyrek asır sonra hâlâ o sürecin içinde olduğumuzu ve AKP-MHP ortaklığında tecessüm eden popülist aşırı sağ iktidar düzeninin nasıl ve ne şekilde değişeceğinin belirsizliği ortada.
Tek tipleşmenin hızlanışı...
Avrupa siyasetinde merkez partilerde yaşanan çözülmenin ve uçtaki (sağ) partilerin güçlenmesinin bizdeki kadar uzun bir sürece yol açıp açmayacağını bilemeyiz.
Avrupa ve Türkiye'nin iç dinamikleri birbirinden çok farklıdır ancak neoliberal ekonomi politikaları ve soğuk savaş sonrası küreselleşme düzeninin yarattığı insan tipi bakımından benzer özellikler taşıdığı da yabana atılmamalı.
Özellikle 2010 yılından itibaren internetin yaygınlaşması ve sosyal iletişim tekellerinin ortaya çıkması (Facebook, Google, Twitter, Instagram vs...) tek tipleşmenin hızlanmasına neden oldu.
Avrupa'yı bekleyen çalkantılı gelecek
Türkiye'nin 200 yıldır ciddi bir etkileşim içinde olduğu Avrupa siyasetinde yaşanan gelişmeler, ülkemize yansıyacak sonuçları bakımından dikkatle izlenmeli.
Yüzyıl önce sosyalizme doğru bozulan merkezi dengeyi son derece kanlı yöntemlerle düzelten Avrupa'nın gelecek yıllarda benzer çözümlere başvurup başvurmayacağı belirsiz olsa bile çalkantılı bir dönem yaşayacağı açık.
Bu zor dönemin ana eksenini ABD – Çin arasındaki küresel rekâbet oluşturmakla birlikte küresel iklim koşullarında yaşanan değişimlerin, Afrika üzerindeki emperyal amaçların, Ortadoğu politikasında Rusya'nın sürece dâhil olmasıyla değişen dengelerin de rol oynayacağı düşünülmeli.
Soğuk Savaş'ın bitişi ve Sovyetlerin çöküşüyle birlikte tek kutuplu bir şekil ve içerik kazanan "yeni dünya düzeni" kısa süre içinde hemen her anlamda bozulmuş, üretim ve dağıtım sisteminde yaşanan ileri teknolojik gelişmelerin de etkisiyle toplumların yaşayış ve kavrayış biçimleri sarsıcı biçimde değişmiştir.
Dengelenme eski anlayışların tamamen tasfiyesiyle mümkün olacak gibi duruyor. (VT/PT)