Son yıllarda giderek özendirilen, adını yeni yeni öğrendiğimiz tropik bir meyve: Avokado.
Avokado, Orta Amerika kökenli, besin değeri yüksek ve sağlıklı yağlar açısından zengin bir meyve. Tropikal ve subtropikal iklimlerde yetişiyor, kremsi dokusu ve yeşil kabuğu ile tanınıyor. Vitamin ve mineral açısından oldukça zengin olan meyve; salatalarda, tostlarda ve smoothielerde bolca kullanılıyor. “Yeşil altın” olarak da bilinen meyve, hem lezzetli hem de sağlık açısından oldukça faydalı. Ancak sürdürülebilir üretim ve dengeli tüketim, ekolojik ve toplumsal sorunları önlemek için büyük önem taşır. İşte asıl sorun da burada başlıyor.
Yabancı sofralarda avokado tost ve guacamole (avokado ezmesi) bollukla sergilenirken, Meksika topraklarında bu meyve hiçbir zaman halkın temel gıdası olmadı. Üretim, uzak ülkelerin iştahına adanmış: Amerika, Kanada, İngiltere, Almanya… Sağlık vaadiyle süslenmiş pazarlama kampanyaları, avokadoyu bir mucize gibi gösterirken ardında bıraktığı tahribatı sinsice gizliyorlar.
Gerçekte ise bu mucize meyvenin ardında acı bir ironi gizli: Göller kuruyor, topraklar yoruluyor, ormanlar yanıyor, su çalınıyor. İnsanların yaşam damarları, kâr hırsının ve kartellerin gölgesinde tükeniyor.
Meksika’nın Michoacán eyaleti, “Meksika’nın Ruhu” olarak bilinen gölleri, Pasifik kıyıları ve dağları ile doğa harikası bir bölge. Ancak dünyanın en kuytu yerinde bile olsa, hiçbir güzellik, emperyalist güçlerin etkisinden bağımsız kalamamıştır. Avokadonun üretildiği bu güzel bölge, ne yazık ki son yıllarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Pátzcuaro Gölü çevresinde eskiden orman olan alanlar hızla avokado plantasyonlarına dönüştürülüyor. Göl, her yıl daha fazla kuruyor. Avokado yetiştiriciliği için ormanlar yakılıyor, ağaçlar kesiliyor ve su kaynakları çalınıyor. Bu durum su kıtlığına, erozyona, ölümcül heyelan ve sel riskine yol açıyor. “Caballeros Templarios” ve “Cartél de Jalisco Nueva Generación” gibi suç örgütleri avokado işine yatırım yapıyor, böylece kara paralarını aklıyorlar. “Pipas” adı verilen tankerler, halka su taşımak yerine avokado tarlalarına yönlendiriliyor. 2024’te yüzlerce pompa ve tanker yakalansa da çoğu üretici ceza almadan faaliyetini sürdürüyor. Halk, yakılan ağaçları söndürmeye çalışsa da silahlı gruplar tarafından engelleniyorlar. Plantasyonlar çoğu zaman mafya ve karteller tarafından korunuyor.

Pervasız kâr hırsı
Soru şu: Bu aşırı üretim, pervasız kâr hırsı, suç ve yolsuzluk döngüsünden nasıl çıkılabilir? Bir yanıt, yurt dışından gelen talebin azaltılması olabilir. Ama her şeyden önce Meksika’da doğayı ve avokado üretiminden zarar gören insanları korumak için mevcut yasaların gerçekten uygulanması gerekiyor. Çünkü üretimin yüzde 80’i ABD’ye; geri kalanı Avrupa, Asya ve Kanada’ya gidiyor. Yıllık kazanç milyarlarca dolar. Ne yazık ki avokado üretimi Meksika’nın giderek daha çok bölgesinde, ayrıca Peru ve Şili gibi diğer üretici ülkelerde su kıtlığına, toprakların zarar görmesine ve insan hakları ihlallerine yol açıyor.
Michoacán Hükümeti Nisan 2025’te kaynakları koruma planı açıkladı. Ancak sahaya getirilen iş makineleri, gönüllülerin zaten temizlediği alanı sadece karıştırdı. Cristina isimli bir Michoacánlı şöyle diyor: “Ben su çalsam hapse atarlar. Ama avokado ve böğürtlen üreticileri bunu uzun süredir yapıyor –üstelik hiçbir yaptırımla karşılaşmadan.”
Görüldüğü gibi devletin kaynak koruma uygulaması sadece kendi vatandaşlarına karşı uygulanan bir karar. Emperyalist devletlere kaynak aktarmak ise kapitalist ve ekonomik olarak dışa bağımlı tüm ülkeler için neredeyse kaçınılmaz bir zorunluluk hâline geliyor. Yasalar kâğıt üzerinde var; ama uygulanışı çoğu zaman “kime karşı” olduğuna göre değişiyor. Vatandaş için sert, küresel sermaye için esnek.
Halkın çıkarını korumak
Gerçek kaynak koruması, ancak halkın çıkarını uluslararası sermayenin çıkarının önüne koymakla mümkün olabilir mi?
Meksika’da 1930’ların sonunda, ülkenin en değerli kaynağı olan petrol yabancı şirketlerin elindeydi. Halk, kendi topraklarının zenginliğini yalnızca uzaktan izliyor; kazançlar ise Amerika ve Avrupa’ya akıyordu.
Başkan Lázaro Cárdenas, bu adaletsizliğe son vermek için tarihi bir karar aldı ve 18 Mart 1938’de, ulusun kaderini değiştiren bir sesle ilân etti: “Petrol artık Meksika halkına aittir.”
Bu karar, yalnızca ekonomik bir düzenleme değil, aynı zamanda bir bağımsızlık manifestosuydu. Yabancı şirketler karara öfkeyle tepki gösterdi, bazı ülkeler Meksika’ya ambargo uyguladı. Ama halk, hükümetin yanında durdu. Kadınlar altın takılarını bağışladı, köylüler küçük birikimlerini verdi; herkes bu mücadeleyi kendi özgürlüğü olarak gördü.
Kamulaştırma ile birlikte PEMEX (Petróleos Mexicanos) kuruldu. Petrol gelirleri artık halkın yararına kullanılmaya başlandı: Okullar, yollar, sağlık hizmetleri…
Aynı ülkenin, iki ayrı tarihinde tam tersi kararlar vermiş olması mümkün. Bir zamanlar bağımsızlık için topyekûn mücadele veren Meksika, bugün burjuvaziye yakın politikalar izleyen hükümetiyle emperyalist güçlerin kapısında adeta köle konumuna sürüklenmiş durumda. Tüm doğal kaynaklarını ve zenginliklerini hiçe sayarak, gelecek kuşaklarının hayatlarını ipotek ederek... Bugün hâlâ 18 Mart, Meksika’da Petrol Kamulaştırma Günü olarak kutlanıyor. Ancak acil olarak avokadoların da kamulaştırılması gereken yeni bir direnişe ihtiyaçları var.
Meksika, Avrupa ve Amerika halkı için vitamin deposu üretirken, kendi ülkesinde bu yeşil altına erişemeyen vatandaşlarına karşı bir sorumluluğa sahip. Tüketim fazlalığına yetişmeye gerek duymadan, gölleri kurutmadan ve yeterli alan için daha fazla ağaç kesmeden de kendi çocukları için pekâlâ üretim yapabilir, değil mi?
Kaynak: Kulturaustausch: Avocadoanbau in Mexiko – Profitabel wie Gold
(HŞİ/TY)


