11 Aralık - Happy hour'da öğrenciler Avatar'dan söz ediyor. Filmin burada da beklendiğini anlıyorum.
14 - 20 Aralık haftası - James Cameron'ın senaryosuna 15 yıl önce başladığı, son dört yıldır çektiği Avatar tüm dünyada gösterime giriyor.
18 Aralık - Sabah Datça'ya doğru yola çıkacak arkadaşımla çocukları yatırıp nasıl ilk seansa gideriz diye konuşuyoruz, işin içinden çıkamıyoruz.
20 Aralık - Avatar'ın ikinci günü. Eşim Dublin'de gitmiş. "Kızılderili öyküsünün uzayda geçeni" diyor. Daha fazla konuşmasına izin vermeden susmasını istiyorum. Hakkında bir şeyler bilerek bir filme gitmeyi sevmiyorum. Bence büyüsünü bozuyor.
21 Aralık - Dayanamayıp okulu 'kırıyorum'. 2.15 seansı, İngilizce, üç boyutlu. Gündüz vakti salon dolu. Eşimi arıyorum. "Gözlük aldın mı?" diyor. Salona girerken heyecandan unutmuşum. Blues Brothers gözlüklerimi alıp oturuyorum. Salona yaşlı bir izleyici giriyor. Onun 55 yaşındaki Cameron'un önceki filmlerini izlerken belki de benim yaşımda olduğunu düşünüyorum. Ve başlıyor. Eskiden 3D filmlere çıplak gözle bakmak daha zordu. Filmin üç boyutlu oluşunu yadırgamıyorum. Hatta "zaten hep böyle olmalıydı" gibi geliyor. Yine de arada gözlüğü çıkarıp gözlerimi oğuşturuyorum. Neredeyse alien kadar ünlü Sigourney Weaver'ı görünce keyifle gülümsüyorum. İşte bu yüzden yorumları okumadan sinemaya gidiyorum.
Daha izlerken filmi tekrar izlemek istiyorum. İlk izleyişle ikinci arasında çok fark oluyor. İkincide öyküyü biliyorsunuz. Bu seferlik kendimi filmin büyüsüne bırakıyorum. Usta dozajı iyi ayarlamış, karakterler, anlatı, tasarımlar, mekânlar, dil, müzik... Action benim için biraz fazla ama o sahneleri de gözlerimi kocaman açıp izliyorum çünkü Cameron'un dünyası masalsı bir güzelliğe sahip. Peter Jackson'ın, Tolkien'ın kitaplarını başarıyla görselleştirdiğini düşünsem de elflerin Gotik esintili mimarlığını fazla elf-yapımı bulurum, olması gerektiği kadar doğal değiller.
Avatar'ı izlerken işte diyorum, işte gerçek elf şehri bu. Na'vi halkı belki Kızılderili, belki Afrikalı, bilmiyorum, ama bir elf şehrinde yaşıyorlar. Tolkien onlara belki blue elves derdi ya da the people of light. Cameron'un tasarımlarına hayran kalıyorum. Pandora'nın yerlileri, hayvanları ve doğası birbiriyle uyumlu. Yönetmeni tasarımcılarla oturmuş detayları konuşurken hayal ediyorum. Tasarımlarına saygı duyduğum diğer yönetmenleri düşünüyorum.
Stanley Kubrick'i Cameron'ı eleştirirken düşlüyorum. (Daha sonra Cameron'ın gençken 2001'i izleyip sinemacı olmaya karar verdiğini ve zamanında Kubrick'i evinde ziyaret ettiğini okuyacağım.) Bu artık mümkün olmasa da belki Steven Spielberg ile aralarında bir telefon konuşması geçmiştir. Ve belki Spielberg kıskançlığını saklayamamıştır. (Yine sonradan Cameron'un film için tasarlanan stereoscopic kameraların kullanımını görmesi için Spielberg'ün seti ziyaret etmesine izin verdiğini okuyacağım.)
Cameron'ın, filmi bilimsel temellere dayandırması ile bu, bir bilim kurgu örneği iken aslında tasarımlar fantastik. O yüzden insan kendini Orta Dünya'da ya da bir masal dünyasındaymış gibi hissediyor. Benim exospace/uzaymekân kavramıma da çok uygun. (Uzaymekân insan ya da başka bir tür tarafından dünya dışında tasarlanmış mekânlara deniyor, en azından ben öyle diyorum.)
Temelde fazla 'insan' müdahalesi olmadan tasarlanmış bir orman/yerleşke/kabile/dünya söz konusu. Mavi insanların en etkileyici farkı saç uçlarındaki sinir uçları ile orman ya da hayvanlarla 'bir' olabilmeleri. Ormanın en etkileyici özelliği ise 'gece ışıkları'. Gece olduğunda bitkiler, ağaçlar, basılan zemin, hatta Na'viler 'ışımaya' başlıyor. Cameron'ın cennet imgesi bu olsa gerek. Işıktan bir doğa ile bir bütün olmak. Ve tabii uçmak. Uçmaktan daha özgürleştirici ne olabilir? İnsanlarla yerlilerin farkları abartısız bir biçimde perdeye yansıyor.
İki tür de uçuyor, Na'viler süzülürken insanların demir kuşları göğü yarıyor. Yerlilerin ağaçlar üzerinde zarif sıçrayışlarına karşı insanlar kendilerini dev robotlarla hantallaştırıyor. İnsanların tabut benzeri yataklarına karşın yerlilerin yarı saydam hafif hamakları var. Çağdaş bilim kurgu edebiyat ve sinemasının sanal gerçeklik, simülasyon, genetik, first contact gibi konuları bir peri masalıyla yoğruluyor. Aslında bildik birçok tartışma alanını bir araya yeni bir biçimde getirişi ile Avatar Matrix'in yaptığını yapıyor.
Teknolojinin James Cameron gibi bir ustanın dehasını perdeye aktaracak kadar gelişmesine şükretmek gerek. Bu, batının maddeci, doğunun mistik yaklaşımının ya da teknolojiyle doğanın gücünün karşı karşıya getirilişiyle zamansız bir filmken, Irak ya da Afganistan'a saldıran Amerika Birleşik Devletleri ordusunun 'hissiyatını' aktarışıyla bir 2009 filmi. Ancak sinema endüstrisine ya da en azından bilim kurgu ve fantastik sinemaya getirdiği yeni bakış açısı ile zamanının ötesinde bir film.(GKE/EÜ)
_______________________________________________________________________
* Yrd. Doç. Dr. Gül Kaçmaz Erk, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Mimarlik bölümü.
Erk'in notu: Bunları filmden çıkar çıkmaz yazıyorum. Şimdi eve gidip gönül rahatlığı ile yorumları okuyabilirim:
http://www.cbsnews.com/video/watch/?id=5737218n
http://www.cinerina.com/reviews/avatar
http://www.collider.com/2009/12/11/james-cameron-on-avatar-sequels-fantastic-voyage-and-battle-angel/
http://www.cnn.com/2009/SHOWBIZ/Movies/08/21/avatar.day.james.cameron/index.html
http://www.imdb.com/title/tt0499549/synopsis
http://www.newyorker.com/reporting/2009/10/26/091026fa_fact_goodyear