Alman hukuk sisteminin en yüksek mahkemesi Bundesgerichthof (BGH - Federal Adalet Mahkemesi) bu hafta başında verdiği kararla nazilerin cezalandırılması açısından II. Dünya Savaşı’ndan sonra egemen olan hukuki pratiği temelinden değiştirdi. Artık, o dönemki soykırımların ve katliamların gerçekleşmesinde katkıda bulunanların, “delil yetersizliği” gibi gerekçelerle cezalandırılmaktan kurtulması çok daha zor.
Ama II. Dünya Savaşı bittiğinden bu yana 70 yıldan fazla bir zaman geçti. Yani yüksek mahkemenin kararı çok geç geldi. Cezalandırılması gereken binlerce kişi artık bu dünyada değil. Hayatta kalan çok az sayıdaki eski nazi ise, artık 90’lı yaşlarında. Yaşlılık ve bununla bağlantılı hastalıklarla boğuşan bu “ihtiyarlar”ın sanık olarak yıllar sürecek ceza davalarında yargılanmaları artık çok zor.
Ancak bu karar sembolik de olsa önemli... O nedenle bunun kayda geçmesinde yarar var.
Yüksek mahkeme, Hamburg yakınlarındaki Lüneburg kenti Bölge Mahkemesi’nin 2015 yılında görülen Auschwitz Davası’nda verdiği karara karşı sanığın temyiz başvurusunu reddedip, cezayı onaylamıştı. Sanık, Auschwitz Toplama Kampı’nda görevliyken yüzbinlerce kişinin öldürülmesine “yardımcı olmak” suçuyla yargılanan eski SS assubayı Oskar Gröning idi. Yerel mahkeme, kamoyunda “Auschwitz Muhasebecisi” olarak bilinen 94 yaşındaki sanığa 4 yıllık hapis cezası vermişti.
Hapse girmesi beklenmiyor
Auschwitz kampı
Tutuksuz yargılanan sanığın ve temyiz sürecini de evinde geçiren Gröning’in ileri yaşından ve sağlık sorunlarından dolayı bu cezayı çekmek üzere hapse girmesi beklenmiyor. Yargılandığı dönemde de Auschwitz’deki insanlık suçlarından kendisini de sorumlu hissettiğini belirterek, “Tanrı’dan af dileyen” bu ihtiyar adamın yaşamının muhtemelen son günlerini hapiste geçirmesini isteyen de pek yok zaten...
II. Dünya Savaşı döneminde nazilerin insanlık dışı suçlarının bir avuç kurbanı ve onların yakınlarıyla, bu tip suçların takipsiz ve cezasız kalmamasını kendisine dert edinen herkes için önemli olan, zaten duruşmalar sırasında o dönemde işlenen suçları – kendisini hukuki olarak suçlamadan – kabul eden bu kişinin cezalandırılması değil, bir parçası olduğu sistemin cezalandırılmasıylı. Ve böylece Federal Almanya Cumhuriyeti’nde 60’lı yıllardan beri geçerli olan haksız durumun ortadan kalkmasıydı. Yüksek yargıçlar, cezayı onaylarken dayandıkları gerekçeyle bunu yaptılar. Geç de olsa, bundan sonraki benzer davalar için yeni bir hukuki temel oluşturdular.
Orada görevli olmak yeterli
Artık o dönemki soykırım suçunun faillerinin cezalandırılması için tek tek her birinin bizzat suç işlediğini kanıtlamak, haklarında kesin deliller bulmak, duruşmalarda tereddütsüz “evet buydu!” diye onları işaret edecek tanıklar gerekmiyor. Sanıkların, bu soykırım suçunu gerçekleştiren kurumlarda görevli olduğunu kanıtlamak yeterli...
Sanık, mahkeme boyunca bir SS üyesi olarak kendisini vicdani açıdan suçlu hissettiğini kabul ediyor, ancak sadece muhasebecilik yapmakla görevli olduğunu belirterek, hukuki açıdan suçsuz bulunmayı umuyordu. Eğer 4-5 yıl öncesine kadar uygulanan hukuk geçerli olsaydı, sonuç öyle çıkabilirdi. Ancak öyle olmadı, dönem değişmişti...
Yüksek mahkeme de kararı onayladı. Kararın gerekçesinde “Auschwitz’de yüzbinlerce insanın düzenli bir biçimde öldürülmesini sağlayan “ölüm aparatı”nın, ancak orada görevli tüm SS üyelerinin tek tek görevlerini yapmalarıyla işleyebileceği”ne işaret ederek, gönüllü olarak orada olan sanığın bunun bilincinde olduğuna işaret ediliyor ve bu durum “en az 300.000 cinayete yardımcı olmak”tan cezalandırılması için yeterli görülüyordu.
Çoğunluk için çok geç
Kamptaki esirler
“İnsanlığın sıfır noktası” Auschwitz Toplama Kampı’nda görev yapan ve savaştan sonra cezai takibat görmeyen ya da haklarındaki cezai takibatlar sonuçsuz kalan 7000’den fazla SS elemanı ve binlerce nazi için artık çok geç. Bunların birçoğu “normal” bir yaşam sürdürüp, hesap vermeden ölüp, gittiler ya da ileri yaşları nedeniyle yargılanacak durumda değiller. Auschwitz’de görevli SS’lerden şimdiye kadar Federal Almanya’da yargılanıp, cezalandırılanların sayısı 50’yi bile bulmuyor.
Alman adaleti, savaşın sona ermesinden 70 yıl sonra verilen bu kararla büyük bir hukuk skandalına son verdi. Ancak, bu elbette geçmişin ayıbını kaldırmıyor... Önümüzdeki dönemde yeni davaların açılması ve bu insanlık suçuyla ilgili mahkemelerin gündemi bir süre daha meşgul etmesi bekleniyor. Bu davalarla muhtemelen BGH’nın bu kararı nedeniyle fazla uzamadan sonuçlanır, ancak bu vesileyle son nefesini vermeden kendisinden hesap sorulabileceklerin sayısı çok düşük olacak.
SS'ye gönüllü olarak katılmış
Gençliğinde inançlı bir nazi olan Gröning, II. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından, 1940 yılında gönüllü olarak faşist rejimin vurucu gücü SS’e yazılmış.
Bilindiği gibi Hitler’in partisi NSDAP’ne (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) doğrudan bağlı olan SS (Schutzstaffel) birlikleri, hem savaş cephelerinde, hem de ülke içinde nazi iktidarının insanlık dışı politikalarını hayata geçiren en seçkin ve yetkin askeri örgütlenmeydi. Yüzbinlerce insanın gaz odalarında, kurşuna dizilerek, dövülerek, ölünceye kadar çalıştırılarak, açlıktan, hastalıktan süründürülerek katledildiği, insanlık dışı tıbbi deneyler için kobay olarak kullanıldığı toplama kamplarının yönetimi ve işletilmesi de SS birliklerinin sorumluluğundaydı.
Genç yaşta SS’e giren Gröning, daha önce tamamladığı bankacılık eğitimi dikkate alınarak, idari görevlere ayrılmış. 1942 yılında da şimdi Polonya sınırları içinde kalan Auschwitz Toplama Kampı’na gönderilmiş. Oraya getirilen esirlerin yanlarındaki değerli malzemeleri teslim almak, kaydını yapıp, koruma altına almak ve belirli aralıklarla Berlin’e götürüp, ilgili kuruma teslim etmekle görevlendirilmiş.
Kampa giderken seleksiyon
Orada yaşananlar bu konuyla ilgili çeşitli yayınlar sayesinde artık büyük ölçüde biliniyor: Naziler, Almanya’dan ve işgal ettiği bölgelerden başta Yahudiler, Roma ve Sintiler olmak üzere milyonlarca insanı, komünistler ve sosyalistler olmak başta olmak üzere siyasi rakiplerini, trenlere doldurup çoğu bugünkü Polonya sınırları içinde kalan toplama (ve de imha) kamplarına taşıdılar. Trenlere tıka basa doldurulan insanlar, günler süren eziyetli nakliyatın ardından getirildikleri kamplara alınmadan, geldikleri tren istasyonunun rampasında aralarında doktorların da yer aldığı SS uzmanları tarafından “çalışabilir” ya da “çalışamaz” olarak seleksiyona tabii tutuluyordu. “Çalışamaz” olarak ayrılanlar da hemen toplu olarak gazlanacakları ya da kurşunlanacakları yerlere götürülüp, katlediliyorlardı.
Oskar Gröning de bu seleksiyon sırasında rampada yer almış, esirlerin üzerinden çıkan değerli malzemeleri, paraları teslim alıp, kaydını tutmuş. Savaştan sonra çeşitli vesilelerle verdiği ifadelerinde bunu kabul ediyor, ancak bizzat öldürenler arasında yer almadığı için soruşturmalardan kurtuluyordu.
Savaştan sonra da muhasebeci
Kampta SS'ler eğleniyor
1942-44 yılları arasındaki görevi sırasında SS astsubayı olan Gröning, kendi ifadesine göre bu “tatsız” görevden kurtulmak umuduyla cepheye gönderilmek için sürekli başvuruda bulunmuş ve sonunda 1944’de batı cephesine gönderilmiş. Savaşın sonunda İngilizlere esir düşmüş ve İngiltere’deki bir esir kampına götürülmüş. O dönemde Auschwitz’le ilgili soruşturmalara tabii olmuş, ancak hepsini atlatmış. 1947’de serbest bırakıldıktan sonra Hamburg yakınlarındaki memleketi Nienburg’a dönmüş. Bir fabrikada “muhasebeci” olarak çalışmaya başlamış ve zamanla yükselerek buranın personel şefi olmuş, bu arada kent mahkemesinde “fahri yargıçlık” gibi saygın görevler bile üstlenmiş. “Normal” bir hayat sürdürmüş.
Ben de oradaydım, gördüm
Hakkında savaş sonrası ilk soruşturma 1978 yapılmış ve kapanmış. 1985’te yeni bir soruşturma yapılmış, o da sonuçsuz kalmış. Bu arada neo-nazilerin kendi durumunu propagandalarında suistimal etmeye kalkışmaları üzerine, yaptığı açıklamalarla Auschwitz Toplama Kampı’nda işlenen suçların doğru olduğunu kabul etmiş. Bir BBC belgeselinde ve Der Spiegel dergisinde yayınlanan sözleri şöyle: “Bu ileri yaşımda, bizzat içinde bulunduğum şeyleri açıkça kabul etmeyi görev kabul ediyorum. Soykırım inkarcılarına şunu söylemek istiyorum: Krematoryumları, fırınları gördüm. Oradaydım.”
Bu arada tanık olarak dinlendiği bir başka Auschwitz davasındaki verdiği ifadesindeki tavrı daha da açık: “Her şeyi gördüm. Gazlanmaları, yakılmaları, seleksiyonları. Auschwitz’de 1.5 milyon Yahudi katledildi. Ben de oradaydım.”
İleri yaşlarda da olsa Auschwitz’de işlenen insanlık dışı suçları, “kendisini doğrudan suçlamadan” açıkça kabul eden bu eski SS astsubayı, uzun yıllar yeni bir soruşturma geçirmeden ve kendisinin de o suçların hesabını vermesi gerekenlerden biri olduğunu kabul etmeden yaşadı.
“Korkunç İvan” ve sonrası
Ancak bu arada Ludwigsburg’daki “Nasyonal Sosyalizmin Suçlarının Aydınlatılması İçin Merkezi Daire”nin katkılarıyla nazi dönemine ait suçların cezai soruşturmalarında yeni bir dinamizm görülmeye başladı. Sosyalizmin çökmesinin ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin arşivlerinden yararlanmak da kolaylaşmıştı. II. Dünya Savaşı döneminde insanlık suçu işleyenlerle, onlara yardımcı olanlar için uzun süren “cezasızlık” dönemi, geç de olsa artık sona eriyordu.
İlk olarak İwan (John) Demjanjuk adındaki Ukrayna kökenli Amerikan vatandaşına dava açıldı. Demjanjuk, savaş döneminde SS tarafından eğitilmiş ve toplama kampı muhafızı olarak görevlendirilmişti. Savaştan sonra da Amerika’ya kapağı atmış, ön ismini de değiştirip (John), uzun yıllar sorunsuz bir yaşam sürdürebilmişti.
Demjanjuk’un adının da yer aldığı bir savaş suçluları listesinin Sovyetler Birliği tarafından ABD’ye verilmesiyle rahat dönemi sona erdi. Amerikan vatandaşlığı iptal edildi. Auschwitz gibi bir toplama ve imha kampı olan Treblinka’yla ilgili Kudüs’te yürütülen soruşturmanın ve davanın sanığı oldu, İsrail’e teslim edildi, yargılandı ve Treblinka Kampı’nda birçok insanı bizzat katleden “Korkunç İwan” olduğu kabul edilerek idama mahkum oldu.
Ancak, daha sonra ortaya çıkan yeni belgeler nedeniyle kimliği konusunda kuşkular doğdu, sözkonusu “Korkunç İwan” olduğu kesin olarak kanıtlanamadığı için beraat etti ve ABD’ye geri döndü. Bu arada savaş sırasında en azından Sobibor Toplama Kampı’nda muhafız olarak görev aldığı kesinleşmiş ve bu Amerika’daki mahkemeler tarafından da kabul edilmişti. Ancak orada hakkında dava açılmadı, Amerikan vatandaşlığını geri da aldı.
28 bin cinayetin suç ortağı
Bu arada İtalya ve Polonya’da hakkında toplama kamplarında görev alıp, katliamlara katıldığı gerekçesiyle gıyabında soruşturmalar açıldıysa da, bunlar delil yetersizliğinden sonuçsuz kalmıştı. Ancak sonunda ABD’de de hakkında soruşturma açıldı, vatandaşlığı yeniden iptal edildi ve Ukrayna’ya sınırdışı edilmesine karar verildi.
O, hukuki yolları deneyerek sınırdışını engellemeye çalışırken, Almanya’daki “Nasyonal Sosyalizmin Suçlarının Aydınlatılması İçin Merkezi Daire”nin onunla ilgili araştırmaları da sonuç vermişti. Demjanjuk’un en azından 1943’de Sobibor Toplama Kampı’nda görevli olduğu, en az 27.000 kişinin katledilmesi sırasında silahlı muhafızlar arasında yer aldığı ortaya çıkarılmış ve dosyası Münih Başsavcılığı’na teslim edilmişti.
Savcılık’ın Almanya’ya teslim edilmesi için yaptığı başvurusunu kabul edildi, Almanya’ya iade edildi ve Münih’te yargılanmasına başlandı (2009). O dönemde toplama kamplarında esir olarak olarak bulunan ve hayatta kalanlarla, kurbanların yakınlarının da müdahil olarak katıldığı davada, ifade vermedi. Yaptığı yazılı açıklamalarında da suçlamaları reddetti. Ancak sonuçta en az 27.900 kişinin katledilmesine yardımcı olmaktan 5 yıl hapis cezasına mahkum oldu (2011).
Cezası kesinleşmeden öldü
Savcılık ne elindeki delillerlerle ne de tanıkların ifadesiyle onun “Korkunç İwan” olduğunu kanıtlayabilmişti. Bizzat adam öldürdüğü kanıtlamadı, ancak toplama kampında “muhafız” olarak görevli olduğu kesinleşmişti. İsrail’de tutuklu bulunduğu dönem dikkate alınarak, tahliye edilen Demjanjuk, mahkemenin kararına karşı temyiz yoluna gitti. Artık ABD’ye dönmesi mümkün değildi, bir süre sonra kaldığı yaşlılar yurdunda öldüğünde, hakkındaki karar halen kesinleşmemişti. Karar ondan sonra da kesinleşmedi, çünkü Alman hukukuna göre sanık öldüğü için üst mahkeme dosyayı kapatmak zorundaydı.
Birçok kitaba, bir film ve tiyatro oyununa konu olan “Korkunç İwan”la ilgili karar kesinleşmedi. Ancak Alman hukuku, toplama kampında görevli olanların işlenen suçların doğrudan faili oldukları kesin olarak kanıtlanamasa da, bu suçlarla ilgili cezai sorumluluktan kaçamayacacaklarını nihayet kabul etmişti.
Bu hukuki yaklaşım, “Auschwitz’in muhasebecisi”ne karşı 2015 yılında Lüneburg Bölge Mahkemesi’nde açılan davaya da temel oldu.
Büyük gecikmenin nedeni
II. Dünya Savaşı’nın ardından Alman işgalinden kurtarılan ülkelerde ele geçirilen savaş suçlusu nazilerin bir bölümü oralardaki askeri ya da sivil mahkemelerde yargılanarak, cezalandırılmıştı. Bunların sayısının 800’ü bulduğu sanılıyor. Örneğin Auschwitz Toplama Kampı’nda çeşitli dönemlerde komutanlık yapan üst düzey SS subaylarının bir çoğu, bu mahkemelerce kısa süren davalarda ölüme mahkum edilmiş ve cezaları da hemen infaz edilmişti.
Yenilen ve işgal edilen Almanya’nın asıl yargılanması ise bilindiği gibi Nürberg’de galip devletlerce kurulan uluslararası mahkemede oldu. Nazi Almanyası’nın siyasi, ideolojik, askeri ve ekonomik alanlardaki önde gelen liderleriyle, bu dönemin sorumlularından canlı olarak ele geçirilenlerin önemli bir bölümü bu mahkemede yargılandı ve cezalandırıldı.
Ondan sonraki dönemde uzun bir süre çok açık savaş suçlularının dışında Auschwitz gibi ölüm kamplarında görev alan personele dokunulmadı. Dönem “geçmişin yaralarının sarılması”, “yıkıntılar üzerinde yeni Almanya’nın kurulması” dönemiydi. 1950’lilerin ortasına doğru zamana kadar yargılanıp, ağır cezalara çarptırılan nazilerin önemli bir bölümü de bir süre hapis yattıktan sonra affedilerek, serbest bırakılmıştı.
Frankfurt'taki ilk Auschwitz davası
50’li yılların sonuna doğru yeni bir dalga yaşandı. Belzec, Kulmhof, Sobitor ve Treblinka gibi “imha kampları”ndaki SS görevlileri, açılan davalarda mahkum oldular. Kamuoyunda büyük yankı bulmayan bu davalar, cezasız kalan suçların devasa boyutunu gösteriyordu. Diğer toplama kamplarındaki suçların hesabı sorulmayacak mıydı?
Nazilerin insanlığa karşı işledikleri suçlar ve bu suçların failleri, Frankfurt’ta 1963’te açılan büyük Auschwitz Davası’yla yeniden Almanya’nın gündemine geldi. Bu davayla ilgili soruşturmalar sırasında büyük engellerle, düşmanlıklarla ve karalamalarla karşılaşan, Yahudi kökenli Frankfurt Başsavcısı Fritz Bauer, sonunda Auschwitz’de çeşitli görevler üstlenmiş 20’den fazla SS üyesini, mahkeme karşısına sanık olarak çıkarabildi.
Başsavcı Bauer'in kısmi başarısı
Bauer, Frankfurt Bölge Mahkemesi’nde görülen bu davadan hareketle ölüm kampındaki insanlık dışı suçların bir sistem olarak görülmesini hedefliyordu. Bunda kısmen başarılı oldu. Bu davanın ardından Auschwitz, soykırımla eş anlamlı bir kavram olarak tarihe geçti.
Dava 1965’te sonuçlandığında sanıklardan 6’sı müebbet, 11’i de 3.5 ile 14 yıl arası hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu savaş sonrası Almanya’nın yakın geçmişindeki insanlık dışı suçlarıyla hesaplaşması açısından çok önemli bir dönüm noktasıydı. İlk kez Alman yargısı, bu suçlarla bu kapsamda meşgul oluyordu. Nürnberg Mahkemeleri’nde de benzer bir süreç yaşanmıştı, ancak o mahkemeler savaşın galipleri tarafından kurulmuştu. Oradaki davalar da ülkenin kendi iç dinamiğiyle ilgisi olmayan hukuki süreçlerdi. Yargılamalar ve verilen cezalar, “galiplerin adaleti”nin bir parçası olduğu için ülke ve toplum açısından bir tam anlamışla bir “geçmişle hesaplaşma” boyutu içermiyordu.
Frankfurt’taki Auschwitz Davası ise bu açıdan çok önemliydi.
Suç bir sistem olarak görülmedi
Ancak mahkeme yargılama sırasında ve cezaları verirken iddia makamının Auschwitz’i bir bütün olarak ele alınması ve sanıkların bu bütünün birer parçası olarak değerlendirilmesi talebini dikkate almamıştı. Sanıklar tek tek işledikleri ileri sürülen suçlardan yargılanmış ve ona göre cezalandırılmıştı. Örneğin davanın bir numaralı sanığı Robert Mulka’nın cezalanması için, Auschwitz Toplama Kampı’nın Komutan Yardımcısı olması, bir milyondan fazla insanın katledildiği ölüm mekanizmasının en üst düzey yöneticilerinden biri olması yeterli değildi. Savcılık 4 kişinin kurşuna dizilmesine ilişkin yazılı bir emrin altında onun imzasını kanıt olarak mahkemeye sunmasaydı, belki de “delil yetersizliğinden” beraat edebilecek ya da hakettiğinden çok düşük bir cezayla sıyrılabilecekti.
Bu kararıyla daha sonra açılacak soruşturmalara da esas olacak ölçüyü koyan yargıcın neden böyle hareket ettiği bilinmiyor. Kimileri, onun da işi sağlama aldığı, böylece sanıkların temyize gitmeleri halinde, üst mahkemenin davanın yeniden görülmesine karar vermesine yol açabilecek gerekçelere malzeme vermemek için böyle davranmış olabileceği görüşünde. Kimileri ise yargıcın kendisinin de nazi döneminin bir ürünü olduğu, halen o dönem edindiği hukuk anlayışıyla hareket ettiğini, dolayısıyla suçu “sistemsel bir bütün olarak” görüp, sanıkları bu anlayışla yargılamasının mümkün olmadığını savunuyor.
Kimbilir belki de, bu süreçlere müdahale edebilen hukuk dışı bir mekanizmanın istediği olmuşu.
Yıllarca hesap sorulmadı
Hangi nedenle olursa olsun, sonuçta bu karar bundan sonraki soruşturmalara esas oldu. Yani yeni davalar için potansiyel sanıkların Auschwitz’de görevli olmaları yeterli değildi. İşledikleri ileri sürülen suçların teker teker kesin delilleriyle ortaya çıkarılması gerekiyordu.
Ve böylece neredeyse 40 yıl boyunca açılan tüm soruşturmaların, ceza davası açılmadan kapatılmasına neden olan süreç de başladı. Sadece Auschwitz değil, diğer ölüm kamplarında görev yapmış olan binlerce caniden de hesap sorulmadı. Çünkü bu suçlarla ilgili sanıkları tek tek suçlu çıkarabilecek yazılı deliler bulmak neredeyse olanaksızdı, kurbanların büyük kısmı öldürüldüğü için haklarında tanıklık yapacak kişileri bulmak çok zordu, hayatta kalabilen az sayıdaki kurbanların ise kamplarda insanları öldüren, gazlayan SS elemanlarını kişi olarak yeniden tanıyabilmesi de çoğu zaman mümkün değildi.
Normal bir yaşam sürdüler
“Korkunç İwan” davasına kadar geçen yıllar boyunca Hitler ve yardımcılarının planladığı insanlık dışı suçları işleyenlerin çok büyük bir bölümü Almanya’da normal bir yaşam sürdürüp, yaşlandılar. Çoğu hesap vermeden, hesap sorulmadan “normal” ölümlerle bu dünyadan ayrıldılar.
SS Teşkilatı’nın Başı Heinrich Himmler’in 1940’da verdiği emirle kurulan ve Kızıl Ordu tarafından 27 Ocak 1945’te kurtarılıncaya kadarki dönemde Auschwitz Toplama (ve de imha) Kampı’nda 7000’den fazla SS elemanının görev aldığı biliniyor. Federal Almanya dışındaki ülkelerde bunlardan 800’ü bir biçimde yargı önüne çıktı, büyük bölümü cezalandırıldı. Ancak bunların büyük çoğunluğu doğal olarak Almanya’da yaşıyordu ve bunlardan yargı önüne çıkanların sayısı 50’yi bile bulmadı.
Bu arada Ludwigsburg’daki “Nasyonal Sosyalizmin Suçlarının Aydınlatılması İçin Merkezi Daire”de görevli hukukçular, John Demjanjuk’un Almanya’da mahkeme önüne çıkarılması için devreye girmeseydi, belki de bu cezasızlık durumu devam edebilirdi. .
300 bin cinayete suç ortaklığı
Bu davanın ardından sıra, Auschwitz’in ve diğer toplama kamplarında görev yapanlardan yaşayanlara geldi. Daire, bu kez “Auschwitz Muhasebecisi” Oskar Gröning’in dosyasını ele aldı. Sanık orada 1942-44 yılları arasında görevli olmuştu, ancak hakkında ceza davası açılabilmesi için bu sürenin birkaç haftalık bir bölümü yeterliydi. 1944 yaz başında Macaristan’dan yüzbinlerce Yahudi’nin Auschwitz’e getirilmesi dönemindeki seleksiyonlar sırasında bizzat görev yaptığı kesindi. Macaristan’dan oraya getirilen 400.000 Yahudi’nin büyük bir bölümü hemen katledilmişti.
Gröning de bu insanları getiren trenlerin boşaltılması ve ardından gerçekleştirilen seleksiyon sırasında oradaydı. Belki de gerçekten orada “çalışamaz” olarak ayrılan, gaz odalarında öldürülen ve cesetleri yakılan 300.000 kişiden bir tanesinin bile doğrudan katili değildi.
Ancak, o da önünden geçerken üzerlerindeki paraları ve diğer değerli malzemeleri teslim alıp, kayda geçirdiği bu insanları imha etmek üzere kurulmuş bir mekanizmanın bilinçli bir parçasıydı. Üzerinde SS üniformasıyla orada görevliydi ve silahlıydı. Varlığıyla o insanların kaçıp canlarını kurtarma girişimlerinin beyhude olacağını gösteriyordu. Diğer SS’lerle birlikte kendilerine verilen görevleri yerine getirerek, sonuçta milyonlarca insanı kısa bir süre içinde yok edecek “bir endüstriyel operasyon”un planlandığı gibi sonuçlanmasına katkıda bulunmuştu. O ve onun gibilerin katkısı olmasıydı bu ölüm mekanizması, kısa zamanda binlerce insanı katledecek bir mükemmellikte işlemezdi.
SS’e gönüllü olarak katılmıştı. Ve o orada olan bitenlerin hepsinin bilincindeydi.
Oradaydı. Suça ortak olmuştu.
Bu yüzden en az 300.000 kişinin öldürülmesine yardımcı olmaktan suçlu bulundu. 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Yeni davalar açılabilir
Tabii artık çok geç.
Frankfurt Auschwitz Mahkemesi’nin 1965’teki kararının ardından yaşanan 50 yıllık dönemi geri getirmek mümkün değil.
Bu süre içinde adaletin yerini bulması için mücadele eden kurbanlar, kurban yakınları ve adalet savaşçılarının hayalkırıklıklarını, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını gidermek de mümkün değil. Yıllarca hem vicdani, hem de hukuki açıdan yanlış olan bir yaklaşım nedeniyle adalet arayışları sonuçsuz kaldı. Suçlular da cezasız...
BGH’nın son kararının bundan sonraki hukuki süreçleri ne ölçüde etkileceği önümüzdeki dönemde görülecek.
Edinilen bilgilere göre “Nasyonal Sosyalizmin Suçlarının Aydınlatılması İçin Merkezi Daire”, bugünlerde isimleri Auschwitz kadar bilinmeyen, onun kadar büyük olmasalar da her biri onun gibi birer katliam merkezi olarak faaliyet gösteren diğer toplama kamplarıyla ilgili araştırmaları sürdürüyor. Tabii Stutthoff, Bergen-Belsen, Neuengamme, Buchenwald ve Ravensbrück kamplarında görev yapanlardan halen hayatta olanlar da artık 90’lı yaşlarındalar...
Yine de kaydını tutmak gerekir
Daire’nin Müdür Jens Rommel, Tageszeitung’a yaptığı açıklamada yaz başında bu kampların komuta mekanizmalarında görev yapmış olan 4’ü kadın 8 kişi hakkındaki dosyaları ilgili savcılıklara devrettiklerini, önümüzdeki günlerde bunlara dava açılıp, açılmayacağına karar verileceğini belirtti. Tabii bunların ve benzerlerinin bundan sonra açılabilecek davalarda yargılanıp, hakettikleri cezaları almaları elbette zaman alacak.
Muhtemelen çoğu cezasız, hesap vermeden terk-i dünya eyleyecek.
Yine de insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili hukuki süreçlerin öykülerini yayınlayarak, bunların “kaydını tutmak” gerekiyor.
Benzer suçlar, günümüzde halen işleniyor. Bu kayıtlar işe yarayabilir... (GK/NV)