Korona virüsü ailesi aslında elli yılı aşkın bir süredir kayıt altında. Bu ailenin fertleri harekete geçmek için sadece "Wuhan" gibi bir fırsat bekliyordu.
Gezegenimizdeki gizli başat aktörler mikroplardır. Bakteriyosenler veya virosenler üç milyar yıldan uzun süredir varlar. Bizi çevreliyorlar ve bizde yaşıyorlar. İnsan bir bakteri galaksisi gibidir. Aslında bir insanın içinde Samanyolu'ndaki yıldızlardan daha fazla bakteri var. Birinin elini sıktığınızda, her iki yönde bir mikrobik akış oluşur ve bu akış içindeki yaratıkların arkadaşlarınız mı yoksa düşmanlarınız mı olduğunu asla bilemezsiniz.
Görünüşte zararsız olan mikroplar ise aniden “kötücül” çehrelerini göstermeye başlayabilirler.
Neredeyse otomatik olarak, bu kötücüllüğü "ev sahibi" olan insanla ilişkilendiririz. Bu ilişkilendirme, iktidar alanı giderek genişleyen bir tür kibrini, başka bir deyişle, gizli bir antroposentrizmi ifşa eden bir yaklaşımdır. Oysa mikropların habis ya da iyi huylu olmaları tamamen rastlantısal bir meseledir. Üstelik kötücül mikrop türü, "ev sahibi" ile evrimsel ilişkisi sırasında oluştu.
Kendini gezegenin sahibi sayan insan, mikropların virülansının (hastalık bulaştırıcı etkilerinin) özellikle kendisine karşı olduğunu düşünür. Oysa bilimsel olarak durum böyle değil. Mikropların virülansı sadece özel fiziksel, kimyasal ve biyolojik koşullar altında, kontekstüel uyaranlar toplamının oluşturduğu çok-nedensel bir mikrobiyolojik süreçtir.
Mikroplar insanı onca tür arasından kayırarak enfekte etmezler. İnsan mikropların yoluna çıkar ve bu tesadüfi karşılaşmada onu enfekte ederler. Kısacası bu bulaşmada yaşanan şey, yanlışlıkla çapraz ateşe giren kişinin munzam zayiat olma durumudur. Buradaki rastlantısallık, insanın tür kibri barındıran antroposentrik önyargısını kırması gereken bir şeydir.
Antroposen'in yeni jeolojik çağından bahsetmek mümkün. İnsan, geçmişte sadece jeolojik güçlere atfedilebilecek bir kuvvetle dünyanın yüzeyini yeniden şekillendiriyor. Bu antroposentrik (insan türü merkezli) yaklaşım çarpık bir bakış açısıdır.
Daha önce "ev sahibi" ile uyum içinde yaşamış olan mikropların iklim değişikliği ile birlikte patojenik özelliklere sahip oldukları düşünülüyor. Belki bu doğanın insana cezası. Fakat doğa ceza denen mefhumu tanımıyor. Antroposen olarak insan eğer doğal ekosisteme onun dengesini bozacak şekilde müdahil olmayı sürdürürse, şimdiye kadar korunmuş olduğu mikropların faaliyet alanına girme riskiyle karşı karşıya kalacak demektir.
Doğada bir yerlerde, bizi ne zaman destekleyip ne zaman öldüreceklerini bilmediğimiz, görünmez küçük varlıkların olduğuna dair düşünce, senaryoya dramatik bir boyut kazandırıyor. Korkunç senaryoları bir yana bırakırsak, burdan çıkarılması gereken ders, hastalıkların ekolojik bir sorun olarak algılanması gerektiği gerçeğidir.
Hastalık sorununa Antroposen'in bir diyalektiği olarak yaklaşmak da mümkün. İnsan ne kadar çok dünyanın yüzeyine dağılırsa, doğa, sadece sınırlı olarak kontrol edilebilir, öngörülemeyen yüzünü daha köktenci bir şekilde ona gösterecektir. Nasıl mı ? Makroskopik olarak iklim dalgalanmalarında ve mikroskobik olarak en küçük canlıların kaprislerinde. Bu saptamaların, yenilgi duygusunu ya da kaderci geri çekilmeleri tetiklemesi muhtemel. Fakat öte yandan, insanın doğadaki yerini yeniden tanımlaması için, ona bir fırsat da sunarlar.
Ekolojik sistemin kaldırabileceği insan sayısı hakkında değişik görüşler var. Kontrolsüz üreyen insan türü ömrünü kısaltan hastalık uyaranlarını kendine düşman biliyor. Oysa doğanın gizli bir dengesi var ve bu kodlanış içinde mikropların oynadığı rol gezegenimiz açısından kilit önemdedir.
Nüfusun geometrik bir şekilde artarken gıda ürünleri arzının aritmetik bir şekilde artacağını ve azalan verimler yasası uyarınca bu durumun kitlesel açlığa yol açacağını öngörür Malthus. Malthus’un "sosyal Darwinist" diyebileceğimiz önlemlerle (sosyal yardım sisteminin lağvedilmesi gerektiği, salgın hastalıklar, savaşlar, kıtlıklar gibi olguların pozitif denetim unsurları olarak değerlendirilebileceği, işçilerin asgari geçimlerini sağlayacak düzeyin üzerine çıkmaları halinde, bunun nüfus artışını teşvik edeceği savı vb.) nüfus artışının kontol edilmesi gerektiği görüşü, dolaylı olarak mikropların "iyicil işlevlerine" vurgu yapar.
Biz insanlar sadece yeni bir mikrop dünyası keşfetmekle kalmıyoruz, aynı zamanda kendimizi bu dünyanın bir parçası olarak da keşfediyoruz. Bu yaklaşım kanımca, insanın biyolojik ve sosyal evreninde "Kopernikçi" bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Doğa mutlu sonları tanımıyor. Ya da daha doğrusu, türlerin bakış açısından sayısız mutlu sonu biliyor. Evrim ise hesaplamayı şansa ve rastlantıya mahal vermeden yapıyor. Onu doğanın gerçek gücü olarak tanıyalım.
İnsan denen varlık tür kibrinden kurtulup gezegene antroposentrik odaklı yaklaşmayı bırakmadıkça korkarım küçük canlıların mikrokozmosunda yeni sürprizlerle karşılaşacak.
Çünkü kendi yaşam alanını başka canlıların yaşam alanlarını daraltmak pahasına sürekli genişleten antroposentrik tutum 'Lebensraum'cu faşizan bir tür kibrine tekabül eder.
Friedrich Engels, çalışmak denen olgunun temelde yanlış olanı da yarattığını iddia eder. İnsan, bilincinde karmaşık olgu ve kavramlar yaratıp her şeyi karmaşık hale getirmeyi sever. Eğer böyle olmasaydı Engels emek üzerine yazarken insanlardan çok daha çalışkan olan karıncalardan faydalanırdı.
Ancak karınca haklarını düşünen yok.
Koronavirüs korkusu nedeniyle Roma'daki Colosseum'da seyircisiz hayalet oyunları sahneleniyor. "Ey yüce Sezar ölümlüler seni selamlıyor" diye bağıran gladyatörler MÖ 44 tarihinden beri etrafta görünmüyorlar. Ancak seyirciler birkaç gün öncesine kadar antik stadyumu ziyaret etmeye devam ettiler. Şimdi binlerce insanın her gün sırada beklediği girişin önünde gereksiz yere engeller duruyor. Gişede bekleme süresi giderek ivme kazanan kolektif histeri nedeniyle sıfır dakikadır.
Bir çok gazeteci Pazarkule-Kastanies tampon bölgesinde bekleyen mültecilerin dramasını naklen verirken, muktedirler modern zamanın "gladyatör dövüşlerini" localarından keyifle izliyorlar. Bu dövüşlerin eşsiz olmalarının nedeni kamuoyunun önünde ölüm kalım için dövüşülmüş olması değildi, aksine dövüşün ardından yenilenin ölüm kalımı üzerine karar verilmesi gerilimiydi.
Pazarkule’deki mülteciler, filler tepinirken karıncaların ezildiği vahşi dövüşün yenilenler tarafında yer alıyorlar ve modern anlatının Sezarları onların ölüm kalımı üzerine karar vermekle meşgul.
Dedim ya, karıncalarla atların haklarını düşünen yok.
Sathi iktidar inşasında vekil savaşları giderek yaygınlaşıyor. Makro düzeyde proxy (vekil) olarak kullanılan bir çok örgüt ve yapılanma mevcut. Mikro düzeyde ise, kalbimize taht kurmuş devlet fetişizmi iktidar vekili olarak işlev görmekte. İlkel toplumda dinin ilk biçimlerinden biri olarak addedilen fetişizm kendini tabiat obje ve fenomenlerine tapınma şeklinde ifşa ederken, modern anlatıda bu durum nesnelere ve olgulara sihirli bir anlam atfetmiş olanın sözüm ona estetize eğilimleri olarak ortaya çıkıyor.
İktidar tarafından "hadımlaştırılma" korkusundan, devleti eril şiddetin bütün varyasyonlarıyla içinizde taşıyarak kurtulabilirsiniz. Hadımlaştırılma tehlikesi yaratan normallikten kurtulmanın yolu devletin izdüşümü olan her şeyi yatak odanıza kadar sokmaktır. "Big Brother" böylelikle iktidarın dikey inşasını mahallenin yarım tanrılarıyla daha kolay kurabilir. Burada gönüllü bir vekalet durumundan söz etmek mümkündür.
At izinin it izine karıştığı, iyice ağırlaşan bilgi kirliliği içinde, bırakın anatomisini bir yana, olayların ne başının ne de kuyruğunun nerede olduğunu anlamak gerçekten olanaksız hale geldi.
Yeryüzünün yalancı peygamberleri her yere dağılmış durumdalar. Algıyı yönetme imkanına sahip olanların, iktidarlarını korumak telaşıyla, saat başı yalan güncellemesi yaptığı bir dezenformasyon dönemindeyiz. Algı operasyonlarının başarısı, hakikatten çok duygusal olanı satın almaya yatkın bir vatandaş profiliyle yakından ilgilidir.
‘Big Brother’in gönüllü vekilleri, bir çeşit beyin hadımlaştırmasıyla, manipülatif zehri toplumun her dokusuna yaymak peşindeler.
Tarihi, "Diriliş Ertuğrul" sayan bu tayfa, Döner’in kalitesi üzerine konuşurken bile tarihi referanslara gönderme yapıyor.
Bu tayfanın komplo teorilerine göre Trabzon’un güvenliği Libya’dan başlıyor. Onlara sorarsanız Madagaskar’da kanat çırpan kelebek Hatay’da fırtınaya yol açtı. Toplum gerilim üzerinden sürekli bir fırtına, bir kasırga beklentisi içine sokuldu. Buradaki "edebikelâmın" ne denli bir iktidar alanına karşılık geldiğini birçoğunuz sanırım tahmin edebiliyorsunuz.
Mahcup bir şekilde, "Libya’da, İdlib’te ne işimiz var ?" diye soran muhalefet mecliste dayak yedi. Hatta bazıları hızını alamayarak, tarihsel bilinçten yoksun muhalefetin, "Merzifonî Kara Mustafa Paşa'nın Viyana önlerinde ne işe vardı" diye sorduğunu idda ettiler!
Ben Kara Mustafa Paşa’nın Viyana kalesini kuşatmış olmasını şahsen destekliyorum. En azından bu kuşatma olmasaydı kruvasan denen muhteşem çörek keşfedilemiyecekti !
Ben aslında kuşatmanın kendisinden çok atların haklarıyla ilgiliyim. Elli günü geçen kuşatma sırasında askerler, atlarına ot bulabilmek için 15-20 saatlik mesafeye gitmek zorunda kalıyorlardı. Muhalefetin yerinde olsam, "Sofraya pilav konsa evvela ortasından mı başlanır, yoksa kenarından mı?" diye sorardım.
Hükümet İdlib’te hava desteği olmadan askeri sahaya sürmekle, Merzifonlunun atlara su ve ot tedarikini düşünmeden Viyana kalesini uzun süre kuşatmasındaki stratejik hatasına düştü.
Post-modern savaş oyunlarında gerilimi dorukta tutmak önemlidir. Bu oyunlarda ne karıncaların ne de atların haklarını düşünen yok.
Küçümsenen şeyleşme, herkesi ve her şeyi kendine özgü içkin özelliklerinden soyarak soyut bir ilkeye tabi tutmakla başlıyor. Mesela atların su ve ot olmadan yaşayamayacağını göz ardı etseniz de pekâla (söylemsel olarak) bir zafer destanı yazabilirsiniz. Hatta bükülmüş bir gerçekliğe sırtını dayayan bu destanınızı diğer kuşaklara bile aktarabilirsiniz.
Kavramlara tüm şiddetli manipülatif müdahalelerin esasen gerçek haksızlıkları gizlemek için yapıldığını anlayanların, politik sahnede aktör olmadıklarından sesleri cılız çıkıyor. İşte sırf bu yüzden filler tepişirken karıncalar eziliyor, atlar da otsuzluk ve susuzluktan ölmeye devam ediyor. (HK/EG/DB)