Athena, 2005 yılında Paris’teki bir banliyöde polisin kimlik kontrolü sırasında iki kişinin ölmesi birinin de ağır yaralanması üzerine patlak veren ayaklanma ve çatışmaların üzerine oturtulmuş bir film. Ne kadar çıkış noktası burası olsa da Abdül ve Kerim’in küçük kardeşlerinin polis tarafından öldürülmesi üzerine isyan başlıyor. Abdül’ün barış yanlısı ve daha sakin davranarak içindeki adalete inanma kırıntısının son zerresini de kullanarak açıklama yapmasıyla başlıyor film.
Tek çekimli epik özet
Bu ilk sekans, açılış sekansı filmin yönünü, yörüngesini de belirleyecek nitelikte. Hem tema ve konu hem de filmin çekiliş tekniği açısından oldukça uzun, kesintisiz tek sahneden oluşuyor.
Athena’nın yönetmeni Romain Gavras için armut dibine düşmüş benzetmesini yaparsak çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız. Zira, Z (Ölümsüz) filmiyle Cannes Film Festivali Jüri Ödülü (1969), Yabancı Dilde Altın Küre Ödülü, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı gibi ödüllerin sahibi Costa Gavras’ın oğlu. Kuşatma (1972) ve Amen (2002) gibi filmleri yöneten bir babanın eserlerini, estetiğini ve sanat anlayışını devam ettireceğini gösteren iyi bir varis olduğunun sözünü vermiş Romain Gavras.
Athena çok sert bir film. Filmin büyük bölümü yakın çekimlerden ve uzun kesintisiz (tek) sahnelerden oluşuyor ki bunun da hiç kolay olmayacağını belirtelim. Yakın çekimlerdeki tekniğin oyuncuyla seyirci arasına neredeyse hiçbir aracı koyulmaması ilkesi benimsenmiş. Yakın, doğal ve gerçekçiliği (yanında, yakınında hissi) olabildiğince sağlamış. Oyuncunun (kahramanın ) peşinden ayrılmadan, karakterle kendisini özdeşleştirerek nefes alışını, kalp ritmini hissedip doğru ya da yanlış kararlarda bizzat yaşadığını, kanıksadığını seyirciye tattırmada oldukça başarılı bir yöntem diyebiliriz.
Kentlerde yaşayanların kaleleri
Eski destansı hikâyelerin yer aldığı filmlerin yerini kanaatimce artık bu türden filmler alacak. Bol figüranlı, okların havada uçuştuğu, atların dörtnala koştuğu, spor salonlarından çıkmışçasına herkesin kaslı, bakımlı olduğu kahramanların yerine daha mütevazi, geçim derdinde olan, günlük kaidelerle hareket eden yurdum insanı tiplerin destansı hikayelerin anlatılacağı yöne doğru evrilecek bir film sektörü olacağını düşünüyorum. Elbette kamerasını işçi sınıfı ve çalışanlara yöneltmek isteyen yönetmenlerden bahsediyorum.
Athena’da da böyle bir tablo görünüyor. Paris banliyölerinden bir site olan Athena sakinlerinin dinmeyen öfkesini yansıtırken müzik, atmosfer, dekor ve ışık yardımıyla eski savaş filmlerindeki kale savunması sahnelerini aratmayan bir görüntü vermeyi ihmal etmiyor. Bol Molotoflu, silahlı ve polislerin kalkanlarıyla kendilerine koruyucu bir alan, kulübe yaratmaları, kasklarından patlayan/seken ateş ve el yapımı yaralayıcı parçaların sekmesi gibi daha birçok görüntü yeni epik türü işaret eder nitelikte.
Öfkenin kanalize edilmesi
Her ayaklanmada, isyanda ve kalkışmada olduğu gibi Athena’da da şahin kanadı ve ılımlıları temsil eden iki kol bulunuyor. Şahin kanadı Karim (Sami Slimane), ona göre daha ılımlı olan abisi Abdül (Dali Benssalah) ise güvercin kanadı temsil ediyor. Abdül belki biraz daha tarafsız, bekle gör taktiğiyle hareket ederken Karim’in kardeşlerini öldüren polisler getirilmeyene kadar öfkesi dinmiyor ve banliyödeki isyanı organize ederek yönlendiriyor. Bunu yaparken çok da plan yapmıyor, tek planı polislerin ayağına gelmesi ve cezalandırılması. Öfkesini kontrol etmeyi başaramayanların, öfkesine yenik düşenlerin beklediği sonu hızlandırıyor. Öfkesini terbiye edip akıl süzgecinden geçirerek, bir strateji belirleyip taktiksel hareket eden film kahramanlarına iyi bir örnek William Wallace’dir.
Filmde iki karakterin birbirine yakınlığı dikkat çekicidir; Abdül ve esir polis karakterini canlandıran Jêrôme (Anthony Bajon). Abdül ilk etapta tarafsız ve sakin görünürken Jêrôme da isyanı bastırmaya giden polis ekibinin içinde aynı yaklaşımı gösterir. Polislerin haksız yere insanları joplayıp biber gazı sıkmalarını sadece izler, tepki vermez. Ağırlıklı olarak Cezayir ve Afrikalı göçmenlerden oluşan isyanın büyümesi ve kaosun hâkim olmasından dolayı mekanın psikolojine girerek dışsal zorlamanın etkisini hissettirir yönetmen bize. Hem Abdül’ün kardeşinin önderliğindeki isyanın yarattığı baskı sonucu ve çıkış yolu bulamamasından mütevellit hem de Jêrôme’un ekip/kurum/devlet baskısını üzerinde hissetmesi sonucu soğukkanlılıklarını koruyamamalarındaki ortak paydaşlığı işaretlemiş.
Filmin seyri itibariyle banliyödeki isyanın sadece kendilerine zarar vereceği izleği üzerinden ilerleyen, finalde de polisleri aklayan sahnelerle suya sabuna dokunmadan işin kaynağını polis şiddetinden uzaklaştırmayı, filmde bir eksen kayması olarak görebiliriz.
Bu günlerde İran’da polis şiddetiyle öldürülen Mahsa Amani cinayeti üzerine ülke geneline yayılan protesto olayların ışığında Athena filmini izlediğimizde bir yerde aşırı sağcıların, bir yerde ırkçıların, göçmen karşıtlarının ya da düşmanlarının diğer yerde ahlak bekçilerinin birbirilerinden farklı olmadığı gerçeğine şahit olmamıza vesile oluyor. (HB/AS)