I
"Ateşten Atlamak" öyküsünün başında bir mesafe ayarı yapıyor Fatma Nur Kaptanoğlu: Her ateş şiddetine göre bir uzaklık gerektirir. Hemen arkasından da söküyor bu ayarı: Yaklaşmadan anlayamıyorsun.
Bu ayarın ölçüsünü bulabilmek için onu ihlal etmek gerekiyor demek ki. İhlalsiz ayar sanki yaşamanın da önüne geçecek, ihtimalleri ortadan kaldıracak "tehlikesiz" ama bir o kadar da "yaşamasız" bir zaman dizgesine sokacak hayatı.
Anlatıcı da bu zaman dizgesinde yaşamaktan yana tavır koymayı seçecek. Bu tavır koyuş elbette ihlalleri de barındıracak:
"Dolaşıksın. Bana dolaşıksın, kendine, geçmiş hayatına, gelecek ihtimallerine. Yumağı elime alsam dikenlisin ama gizli yerlerinde bir başkasın." (1)
Bu diken metaforunu öykü genişlemeye başladığında kitaba da adını veren "ateşten atlamak" metaforu alacak. Ateşten atlamak bizi taşraya götürecek. Taşra tehlikesizdir aslında. Her şeyi önceden bellidir, dizgiseldir. Tepkiler bile hazırdır, hatta değişmez öykümüze göre:
"Burada hiçbir şey değişmiyor, eskiyor sadece. İnsanları bile aynı buranın, her yaşında her olayda aynı. Keki yanan insanla evi yanan insan aynı tepkiyi verir mi? Burada veriyor işte." (2)
Bu aynılık içinde Sonya büyük bir tutku biçiminde yer alıyor elbette, büyük bir aşk olarak çıkıyor karşımıza. Ancak böyle bir aşka tanımlanmış kimlikler içinde yer yok. Sonya soruyor önce: "Burada yaşasak birlikte?" Anlatıcı içinden geçenleri Sonya'ya yansıtmasa bile anlıyor Sonya onu: "Burada yapamayız, diyor birden en iyisi senin benim yanıma gelmen." (3)
II
Anlatıcı kendini "Bir Küçük Dünya"ya kilitlemiştir, anahtar ise büyük aşkı Sonya'dır belki de. Bir anahtar olduğuna göre bir umut da vardır. Bu umut öykünün iki ana unsurundan birini oluşturan Hıdrellez akşamında somutlaşır. Doğayla girilen bir sözleşmedir bu aynı zamanda. Kırk taş toplanacaktır, yatağın altında bir yıl bekletilecektir, eğer dilek kabul olursa doğaya geri dönecektir o taşlar.
Umutlu bir metin "Ateşten Atlamak", umudu taşıyan taşlar, öykünün sonunda anlatıcı ile annesi arasında filizlenen iletişim kanallarıyla da göz kırpacak bize.
III
Ancak aynı umut "Daha Uygun Bir Kader"de yok. "Ateşten Atlamak"ın sonunda beliren filiz bu öyküde çoktan Abaven'i yiyip bitiren bir sarmaşığa dönüşmüş durumda. Abaven yazarın deyişiyle "gri biri". (4) Ne demek grilik? Basitçe söylersek arafta kalmak ve bu araftan çıkmayı denemek yerine birinin seni çekip çıkarmasını beklemek.
Abaven sanki hayatını askıya almış durumda ya da önceki öykü ile karşılaştırarak gidersek babasına olan öfkesine sığınarak "tehlikesiz" yani "yaşamasız" alanda kalmış biri. Aynı adı gibi kendince "güvenilir, sağlam bir yer"de. Ancak burada durmuyor daha çok salınıyor.
İlk bakışta gerçek anlamda sağlam bir yer gibi görünse de aslında Abaven'in "güvenli tek bir sığınağı, başını oh diye yastığına koyabileceği tek bir yeri yok." (5)
IV
"Ateşten Atlamak" bir nehrin iki kolu gibi akıyor. Hıdrellez akşamının yanında bu akşama bağlı olarak anlatıcının zihninde gördüklerimiz var. Kahraman anlatıcı konuşuyor burada. Kendine ait bir dileği, bir sıkışmışlığı var ve anlatıyor. Ben diye konuşabiliyor ancak Abaven'de böyle bir durum söz konusu değil. Sanki yazar da bunu özellikle göstermek istemiş bize de o yüzden üçüncü kişi anlatmış Abaven'i. Çünkü yazarın da söylediği gibi "ben" diyemeyen biri Abaven. Bu yüzden de onun hikâyesini dışarıdan biri anlatıyor bize, düşünceleri için Abaven'in adına söz alıyor. Altı günlük ziyaretini, gördüklerini, kiliseyi, çalan çanları, ölen kardeşini, babasını...
"Ateşten Atlamak"ın anlatıcısı bireyliğini pekiştirme uğraşındayken Abaven kuramadığı bireylik içinde görünüyor bize. Kuramadığı yaşamın akışına bırakılmış çaresizliği içinde. Çünkü o "daha uygun bir kader mümkün olsa bunu hiç düşünmeden kız kardeşi için isterdi, çünkü biliyor ki onun daha uygun kaderi herkesin hayatını değiştirecek." (6)
1 Fatma Nur Kaptanoğlu, Ateşten Atlamak, Can Yayınları, 2021. s.28
2 A.g.y. s. 33
3 A.g.y. s. 33
4 https://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/herkesin-atlamasi-gereken-ates-bambaska-cunku-i-23524
5 A.g.s.
6 Kaptanoğlu, s. 93
(ÇU/AÖ)