ABD, kendi sınıfında yer alan gelişmiş ülkeler arasında ortaçağ tartışmalarının gündeminde halen geniş yer bulduğu tek ülke olabilir.
Genellikle Avrupalıların şaşkınlıkla izledikleri bu tartışmaların Türkiye'de de pek yakından takip edildiğini ve sık sık ithal edildiğini muhafazakâr siyasetin gündeme getirdiği konular ve bu konuları gündeme getiriş biçimlerinden anlamak mümkün.
Bir yıl önce "doğum kontrol yöntemlerinin teşvik edilmesini" eleştiren Erdoğan, bugün ABD'de de her seçim dönemi gündeme gelen bir konu olan kürtaj mevzusuna açıkça karşı cephe almış durumda. "Ben yaşam hakkından yanayım" diyerek kürtaja karşı şahsi tutumunu ABD'deki muhafazakârların ortaya attığı "pro-life/pro-choice" jargonundan faydalanarak ifade eden Sağlık Bakanı da yaptığı açıklamalarda kürtajın yasaklanabileceğini dile getiriyor.
Anlayacağınız, OECD ülkeleri arasında vatandaşlarına neredeyse her kalemde en kötü yaşam koşullarını sunan Türkiye'nin [1] çözüm bekleyen gerçek sorunları bu sefer de kafası kadınların rahmine sıkışan zavallı hükümetin çaresizliği nedeniyle askıya alınmış durumda.
***
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre 2008 yılında Türkiye'deki hamileliklerin yüzde 17'si kürtaj ile son bulmuş [2].
Erdoğan'ın "en az üç çocuk" retoriğini ve doğum kontrol yöntemleri ile ilgili eleştirel çıkışlarını takip edebilmiş olanlar, halka hizmette istikrar yerine Erdoğan'ın hayallerini hayata geçirmeyi kendine görev edinmiş görünen hükümetin, 'kaçan' bu yüzdeyi de nüfus artışına dahil etme konusundaki motivasyonuna anlam verebilir.
Fakat hükümetin kadının kendi bedeni üzerindeki hakkını hiçbir sosyolojik ya da tıbbi açılım ile desteklemeksizin elinden almaya karar verebilmesi, sadece kadınları değil, tüm toplumu ilgilendiren ve herkesin tepki göstermesi gereken bir fiyasko.
***
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre 2008 yılında Türkiye'de yaklaşık 270 bin kürtaj gerçekleşmiş.
Bir başka araştırma ise 1993 yılında kürtaj olan kadınların yüzde 62'sinin kullandıkları doğum kontrol yönteminin işlevini yerine getirememesi yüzünden hamile kaldığını rapor ediyor [3].
1993 istatistiğinin yıllar içinde çok değişmediğini varsayarsak, 2008 yılında kürtaj olan 270 bin kadının yarısından çoğunun çocuk sahibi olmaya hazır olmaması nedeniyle aktif olarak doğum kontrol yöntemleri kullandığı ve buna rağmen hamile kaldığı için kürtaj olduğunu iddia edebiliriz.
Türkiye'nin ataerkil, kadını küçük gören muhafazakâr çoğunluğu bu problemi elbette sadece kadının bir sorunu olarak görüp küçümseyecek. Hatta nasıl ki İnternet yasaklarına karşı çıkanlara "pornocu" dendiyse, kürtaj hakkını savunan kadınların da alenen ya da imalar yolu ile hakarete uğradığını muhtemelen ilerleyen günlerde sık sık göreceğiz.
Fakat geçtiği taktirde bu yasa kadının kendi bedeni üstündeki haklarının açıkça ihlal edildiği anlamına gelecek olması bir kenara, Türkiye'nin gelecek nesillerinin uğraşmak zorunda kalacağı bir diğer sosyal/ekonomik problem halini de alacak.
Bu noktada 'istemediği bir çocuğa sahip olmak zorunda bırakılacak olan kadının' yarım bıraktığı ve geri dönemediği kariyerinin/eğitiminin, yeterince sevgi ve ilgi gösteremediği çocuğunun Türkiye'nin geleceğine nasıl bir etkisi olduğunu uzun uzun düşünmek şart.
Çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların zorla çocuk sahibi olmasının toplumsal etkilerini hesap edemeyenlere fikir verebilecek bir yazıyı Dr. Kaan Öztürk kaleme almış [4]. İstatistikler ve teorilerle arası iyi olmayanlara ise Dr. Duygu Özpolat'ın paylaştığı kişisel anekdotu [5] okumalarını tavsiye ederim.
***
Söz konusu yasanın sadece insan hakları değil, sosyal açılımları itibarıyla da çok tehlikeli bir adım olduğunu herkes görmeli, bu kürtaj yasası söylentileri sadece kadınları değil Türkiye'nin geleceğini hesap eden herkesi aynı oranda rahatsız etmeli. (AME/HK)