Direnişin ölümle özdeş sayıldığı
Nazi kamplarından bugüne
Gaz odalarının boğamadığı,
Fırınların yakamadığı
Tel parmaklıklara takılmadan firar edebilen
Dizeler mayalandı tecridi kırma mücadelesinde.
Sevgili Aslı
Tutsaklık tecrübesi aktarılabilir mi veya aktarılan tecrübeler bir başka tutsağa derman olabilir mi? Bu belki tartışmalı bir konu ama empatide bir sakınca yok. Yazmak için oturduğumda bir anda son tutsaklığımın geçtiği F tipi koşulları geldi aklıma. Bunca tecrübeye rağmen sanki ilk kez tutsak düşüyormuş gibi önce şaşırdım, sonra da buluşlara, özgürlük arayışlarına, senin “Önyargılarıyla hapsedilen ‘vicdandır.’ Edebiyat, insana bu vicdanı kurabilmek için vardır” diye işaret ettiğin edebiyat alanında yol alıp daracık hücrenin dışına çıkabilmeye yöneldim. Meğer ne çok çıkışı varmış, tutsaklığı içselleştirmeyenlerin.
Bir ressam olsa acaba özlediği şeyleri veya özgürlükle özdeş olguları çizerek mi ifade eder; betona itirazı doğa içerikli tablolarla mı yapardı bilemiyorum ama ben sanki yazdıkça F’nin dişlerini/parmaklıklarını söküyordum. Öyle ki bazen hapishanede olduğumu unutuyordum. Sanki evde, masamda çalışıyordum. F dahil tutsaklığın tüm harflerinin ve hallerinin yenilgiye uğratılabildiğini, en somut biçimde böyle anlarda yaşadım. Böyle bir yenilgiyi tattırmak tabii ki dişleri F’ye benzemeyen hapishanelerde de geçerli.
Özellikle şiir
Hapishaneden “yazılı firar”ı bir edebiyat türü ile sınırlamak elbette doğru değil ama tutsaklık gerçekte insana uygulanabilecek en olağanüstü, en insanlık dışı saldırılardan bir olduğu için mahpusluğu, özellikle de zindancılık tecrübesi birbirine eklenerek yoğunlaştırılan tecrit koşullarını düz yazıyla anlatmak sanki zor ve hatta yer yer olanaksız gibi geliyor. Tercih eder misin bilmiyorum ama ben tavsiye ederim. Ne yazarsan yaz ama mutlaka mahpuslukta şiire de yer ver.
Birincisi, hapishanenin parmaklıktan, duvardan ve gardiyandan ibaret olmayan, anlatılırken duygu yoğunluğu, derinleşme vb. gerektiren, imgeyi ihtiyaç haline getiren boyutları vardır. Mesela F tipinde tutsakların koridorda dahi karşılaşmasına imkân tanımayan bir fiziki sistemin ve buna uygun yönetmeliğin varlığı, yıllarca sesi duyulan ama fiziken görülemeyen tutsaklarla yoldaşlık ilişkisinin kurulması, üzerine kapı kapatılma duygusu, sabah tutsaklığa uyanmak ve çok daha önemlisi dayatılan hiçlikle mücadele etmenin güçlüğü gibi pek çok konu anlatılırken şiiri ihtiyaç haline getiriyor.
İkincisi, yalnızlığın en dibinin göründüğü, bunun ve hatta çaresizliğin de özellikle hissettirilmek istendiği koşullarda, sana “hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı anladım” dedirten, insanın yalnızlığa mahkûm edildiği tutsaklıkta çoğalabildiğini gösteren bu duygu, bir şiire giden ilk mısra niteliğindedir.
Zindanda OHAL
İzleyebildiğim kadarıyla zaten tutsakların çok sınırlı olan haklarına OHAL’in gölgesi düşmüş. Hızla, var olan birkaç maddelik hakları da gasp edilmiş. Mesela ayda bir açık görüş yapıp, insan kokusu alma, insan tenine dokunma, nefes nefese değecek şekilde ziyaret yapıp duyu organlarını özgürleştirme imkânı tutsaklara çok görülmüş olacak ki görüşler iki ayda bire çıkarılmış ve üstelik o da hapishane idaresinin inisiyatifine bırakılmış. Haftada bir yapılan telefon görüşmesi de 15 günde bire çıkarılmış. Bunun yanında dışarıdaki yayınları edinmek dâhil çeşitli haklar, OHAL’den nasibini almış.
Bunun anlamı şu ki darbe girişimini içeriden izleyenler, yanılsamalı olarak da olsa darbenin bastırıldığı/engellendiği yani bugün bir darbenin olmadığı hissini yaşayamamış. Yenikapı’dan tüttürülen toplumsal mutabakat kokuları kalın duvarları aşıp tutsak mekânlarına ulaşamamış. Darbe girişimini bastıran ve üniformasız da olsa gerçek bir darbe olarak onun yerini alan sivil darbenin izlerini, görünür-görünmez kelepçelerinin daha da sıkılması, etraflarındaki parmaklıkların daraltılması, haklarının gasp edilmesi biçiminde yaşamışlar. Aklıma 12 Eylül’ü içeride karşılayan tutsaklar geldi. Özgürlük düşlerinin üzerine sanki birkaç kapı daha kitlenmiş, betondan ek duvarlar dökülmüştü.
“Birkaç kapı” dedim de aklıma geldi. F tipinde daracık ve uzunca bir koridor vardır. İki gardiyan eşliğinde oradan götürülürken, sık aralarla karşına parmaklıklı bir kapı (şebeke kapısı) çıkar. Bu kapı düğmeyle çalışır ama arkada bıraktığın aynı türdeki kapı kapatılmadan o düğme çalışmaz. Böylece ilerledikçe üzerine pek çok kapının kapandığı hissini yaşarsın.
Zindancılık tecrübesi
Saygon zindanlarından Poulo Condor’a, ahırdan bozma hangar gibi koğuşlardan sırasıyla E tipi, Özel tip, F tipi, T tipi, D tipi vb. biçiminde pek çok model, bir yanıyla tecrübe üzerine bina edilmiş zindancılık üretimini diğer yanıyla gerçekte egemenin çaresizliğini yansıtır.
Onların tecrübesi, alan daraltma, renkleri yok etme, beyazı yani hiçliği egemen kılma gayreti üzerine kuruludur. Bu nedenle, renklerini içinde taşıyanların, “metrekare ne ki; benim düşsel menzilim ufuk çizgisini öper” diyebilenlerin karşısında çaresizdir. Yine de tecridi çeşitlendirerek derinleştirmekten vazgeçmezler çünkü başka yol bilmezler veya savundukları sistemin bekası bunu gerektirir.
Ülkenin hapishaneye çevrildiği bugünlerde, sokaklarda çalan “Türkiye’m Cennetim” gibi parçaların askeri dönemde Metris’te bozuk bir hoparlörden yüksek sesle ve gece-gündüz çalınarak nasıl işkence aracı olarak kullanıldığını anımsadım; herhalde buna sınıfsal denklik veya devamlılık denir.
Tecridin hastalık üretmesi veya hastaların tecrit edilmesi, izolasyon sevicilerin bilmediği bir olgu değildir. Bu nedenle sana suyun veya ilaçlarının verilmediğini duyunca hiç şaşırmadım. Yapılan “hiçbir ihtiyacını karşılıksız bırakmadık” mealindeki açıklama ise çok tanıdık geldi.
Nazım’a veya duvar yazısına tutun
Sen de biliyorsun sevgili Aslı, tüm tutsaklıklar bir çeşit tecrittir; yalıtma, sınırlama ve yalnızlaştırmadır. Beton miktarı, demir oranı, hareket alanı veya genelgeler toplamı farklı olsa da aynı kapıya (yani antiyaşam koşullara) çıkar mahkûmiyet ve zindan.
Yazmanın yetmediği veya duvarların, demirin pasının kendini daha yoğun hissettirdiği anlarda (tutsaklıkta böyle olur bazen) sırt üstü uzan, gözlerini kapa ve yardımına “esir düşmekte değil teslim olmamakta bütün mesele” diyen ustanın tutsaklık tecrübesi damlayan şiirlerini çağır; o da yetmezse, 80 öncesinden kalma bir duvar yazısına tutunup çık kapatıldığın hücreden.
Daha önce “Hücredesin/ Zaman gece/ Doğadan yana her şey kör ve sağır/ Tabut yalnızlığında sınanır sabrın…”biçiminde ifade etmiştim tecridi.Senin bu sınavdan gülümseyerek çıkacağına inanıyorum. (MY/HK)