Bir tur acentesine gidip bilgi almak istedim ama on dakika sonra kendimi kimliğimi verirken buldum. Çünkü uzun zamandır gitmek istediğimi söylediğim bir yerdi Güney Afrika. Kendimce dünyanın üç yanını görmüştüm.
En kuzeyde İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya, en batıda Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere, en doğuda Singapur, Malezya, Hongkong, Bangkok, Çin Shenzhen..
Sıra dördüncüde idi. Böylece dünyanın dört bir yanını görmüş olacaktım. Vize de olmadığı için gidiş kolay olacaktı.
İzmir’den İstanbul, ardından on saatlik bir uçuşla Johannesburg’dayız. İzmir’den rehbersiz gittik, rehberimiz bizi havaalanında karşıladı. Cape Town’a yerleşmiş Türkiyeli bir çift bize tur boyunca eşlik edecek..
Kölelikten Mandela'ya
Grupta 12 kişiyiz. İşlemlerimizin bitmesinin ardından panoramik şehir turuyla Johannesburg’u, insanlarını tanımaya başlıyoruz. İlk dikkatimi çeken güleryüzlü oluşları ve merhaba demeden yanınızdan geçmemeleri.
Rehberimiz tarihini anlatmaya başlıyor. 50 milyon nüfuslu ülkenin yüzde 80'i siyah Afrikalı, yüzde 10'u Afrikanerler (Hollanda kökenli beyazlar), yüzde 10'u da renkli denen melezlerden oluşuyor, bir de Hintli/Asyalılar var. Ülkenin 11 resmi dili var. Para birimi Rant. 1 TL beş rant.
En büyük suç ırk ayrımcılığı, “zenci” dediğiniz anda yandınız. Hollandalılardan sonra, ilk gelişlerinde başarısız olan İngilizler, 18. yüzyıl başlarında ikinci gelişlerinde köleliği bitireceklerini vaad ediyorlar. Çünkü köleliğin maliyeti yüksek, "dinini değiştir, dilimi konuş, dört yıl ücretsiz bana çalış, kölelikten kurtul'' deniyor.
Elmas ve altın madenleri bulununca, siyah Afrikalılar gettolara mahkum edip her şeyi ele geçiriyorlar. ''Benimle seks yapamazsın, aynı sosyal ortamı paylaşamazsın'' deniyor, ikinci sınıf bile değil sınıfsız muamelesi görüyorlar.
1994 genel seçimlerinde ırkçılığa karşı mücadele veren Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress/ ANC) çoğunluğun oylarını alıyor. 27 yılını hapiste geçiren ANC lideri Nelson Mandela devlet başkanı seçiliyor, Apartheid yani ırkçı rejime son veriyor.
Babunlara dikkat
Lüks evlerin duvarları çok yüksek, kat kat elektrikli telle koruma altına alınmış. Korku kültürü hakim.
Rehber değerli eşyalarımız, pasaportumuz ve paralarımız için sürekli uyarıyor, otel odasındaki kasalara koymamız konusunda ısrarcı. Biz uyarılara kulak asmadık. Kasayı kullanmadık, pasaport ve paramızı yanımızda taşıdık. Eh bişey de olmadı.
Otellerde kapı pencere açık bırakmayın, babunlar (bir çeşit maymun) 32. katta bile olsanız odaya girer, minibarı açar, içindekilerin de hepsini yer diye uyarılıyoruz.
İlk safari
Programda yok ama Lion Park’a gitmek istediğimizi söyleyince 62 dolar ekstra verip gidiyoruz. İlk safarimiz. Aslan, beyaz aslan, kara köpek, çita puma, devekuşu görüyoruz.
Yavru aslanla fotoğrafımı çekip National Leografik kapak tasarımı ile basmışlar, kendimi hakiakaten kapak olmuş gibi hissettim.
Hem yol hem safari yorgunuyuz. Otelimiz Crown Plaza’ya gitme vakti, az dinlenip yemek için Nelson Mandela meydanındaki restorana gidiyoruz. Meydan cıvıl cıvıl, çok kalabalık, lüks alışveriş merkezi ve çok sayıda restoran. Her şey çok etkileyici.
Kahvaltı sonrası ilk durak, Yunanistanlı birinin işlettiği bir hediyelik eşya dükkanı, her şey var ama benim dikkatimi duvarda oluşturduğu para koleksiyonu çekiyor.
Köyde danslı hoşgeldin
Az sonra Lesedi Kültür Köyüne varıyoruz. Girişte yerel giysileri ve dansları ile bizi karşılamaları çok hoş bir sürpriz oluyor. Zulu-Xhosa, Basotho- Pedi ve Ndebele kabilelerinin ev yaşamlarını, gelenek göreneklerini gösteren köyü geziyoruz.
Bir video gösterimi ardından Kültürel Afrika danslarını sergileyecekleri alana geçiyoruz. İşte muhteşem bir gösteri.
Öğle yemeğimiz de burada yenecek ama pek yenemiyor. Geyik eti dahil pek çok çeşit yemek var ama damak tadımıza uymuyor.
Sun City
Depremle yerle bir olan Zimbabwe’yi yaşatmak üzere, turistik amaçla, içinde dört otelin, eğlence ve alışveriş merkezlerinin, kumarhanelerin, kuş, fil ve timsah çiftliklerinin, aqua parkın olduğu, ulaşımın trenle ve servis arabalarıyla sağlandığı bir kompleks.
Golf sahaları ile tamamı botanik bahçesi görünümünde harika bir yer. Main Otele yerleşip hemen gezmeye çıkıyoruz. Pınar Altuğ’un Dünya güzellik yarışmasına katıldığı salonun görkemine bayılıyoruz.
Yağmur başlayınca otele dönüp akşam yemeğine hazırlanıyoruz. Santorini restaurantta balık ziyafeti var. Sabah Sun City’nin keyfini çıkarıp ayrılıyoruz.
Pilanesberg Ulusal Parkında
2005 Yılında Dünya Turizm Örgütü tarafından Güney Afrika Cumhuriyeti'nin en iyi Safari Parkı seçilen Pilanesberg Ulusal Parkındaki Bakubung Bush Lodge’a geldiğmizde galiba cennetteyiz diyorum.
Lodge düşündüğümden çok daha modern harika bir otel. Hava öyle sıcak ki hemen açık hava havuzuna gidiyorum. 16.30’da safariye çıkıyoruz.
Rehber bir dizi uyarıda bulunuyor, özellikle çok renkli giyinmemek, hayvanları görünce sessiz kalmak, tellerle çevrili araçtan sarkmamak gibi.
Çok güzel başladı ama birden öyle bir yağmura tutulduk ki, dağıtılan yağmurluklar, giysilerimiz yetersiz kalıyor. Üçbuçuk saat süren safari havanın açması ile çok zevkli bir hale geliyor.
572 km karelik bir alana yayılmış olan park aslan, leopar, fil, gergedan ve buffalo yani beş büyükler dışında zebra, zürafa, timsah gibi hayvan çeşitlerine ve 360 üzerinde kuş çeşidine ev sahipliği yapan bir yer.
Yorgun ama mutlu Lodge’a dönüyoruz, akşam yemeğimizi yedikten sonra odalarımıza çekiliyoruz.
Sabah safarisi
Sabah beş buçukta kalkıp sabah safarisine çıkıyoruz. Bu kez tedbirliyiz. Odalardaki battaniyeleri de alıp onlara sarınıyoruz.
Rangerimiz, yani bizi götüren safari rehberimizin gözleri sürekli çevreyi tarıyor, sanki dürbün var gözlerinde, bizlerin göremediği hayvanları görüyor, aracı durduruyor, fotoğraf ve video çekmemizin ardından devam ediyor.
Elinde telsiz diğer rangerla sürekli iletişim halinde, bir hayvan görünce birbirlerine haber veriyorlar.
Gitmeden önce acente sahibi iki kez safariye katıldığını ancak hiç hayvan göremediklerini söylemişti ama biz çok şanslıyız, hem akşam hem sabah tüm türleri çok yakından gördük.
Dönüşte kahvaltımızı yapıp Cape Town’a gitmek üzere havaalanına gittik.
Cape Town'da
İki saatlik bir uçuş ve Cape Town. Daha uçaktan bakarken sevdim.
Burası ''önce hobi, keyf, eğlence sonra iş'' diyen insanların şehri. Dış görünüşlerine çok önem veren, spor yapan, bisiklete binen, rugby, golf, kriket oynayan, sürekli okuyan, evlerinin neredeyse tamamında özel yüzme havuzu olan insanların şehri.
Dünyada kıyamet kopsa onların umurunda olmazmış ama yapılacak bir köprünün yeri uygun mu, gerekli mi diye kıyamet koparabilirlermiş.
Çatı katlarına otopark yapanlar var. Rehber bir binayı gösterip diyor ki, bu gördüğünüz bir otel ya da apartman değil bir ev. Her yer yemyeşil. Porche Ferrari sıradan arabalar. Porche ile havaalanına transfer yapan oteller var.
LGBT hakları
Cape Town'da yaz kış deniz suyu 14 derece. Üç yüz gün güneş var. Film yıldızlarının çok sevdiği, pek çok reklam filminin çekildiği bir yer.
Bitki çeşitliliği ile dünyada birinci. Çok rüzgar alıyor. O nedenle ağaçlar hep yan yatmış. Camps Bay kentin gözbebeği, adeta Miami. Michael Jackson’un da burada malikanesi varmış.
Çok eşli yaşam (Devlet Başkanı Jakob Zuma da çok eşli) ve AIDS yaygın. Ancak işe alınacak birine aidsli misin diye sorulamazmış, sadece silahlı kuvvetlere alınırken soruluyormuş, şimdilerde orada da sorulmaması için gösteriler yapılıyormuş.
LGBT bireyler için Cape Town'ın özel bir yer. Dünyanın her yerinden LGBT bireyler buraya geliyorlarmış. Güney Afrika anayasası 1994'de cinsel yönelimlere karşı ayrımcıpığı yasaklamış.
2006'dan bu yana da aynı cinsten kişilerin evlenmesi yasalaşmış. Güney Afrika bu anlamda dünyada beşinci Afrika'da ilk ülke.
Fok dünyası
Panoramik turun ardından Commadore otele yerleşip hemen çıkıyoruz WaterFront’ta Karibu Restaurantta harika bir akşam yemeği yiyoruz.
Ertesi sabah turun en keyifli gününe başlıyoruz. Program çok yoğun. Önce Hout Bay’a gidiyoruz. Burası çok rüzgar alan bir yer, kumlar tüm yolları kaplasa da her sabah grayderler temizliyormuş..
Kırkbeş dakikalık tekne yolculuğu ile yüzlerce, binlerce fokun yaşadığı Simon’s Town’dayız.
Atlantik Okyanusunun soğuk sularında oynayışlarını, kayalıklardaki görüntülerini uzun uzun seyredip fotoğraflarını çekiyoruz. Denizin yüzeyi her yerde siyah yosunlarla kaplı, besin değerinin çok yüksek olduğu söyleniyor.
Ümit Burnu'nda
Cape of Good Hope Nature Reserve yani Ümit Burnu doğa rezervi. Dünyanın en güneyi diye bildiğimiz yer ama rehberimiz en güney batı nokta olduğunu söylüyor.
İlk kez ünlü denizci Magellan’ın geçtiği, Bartholemeo Diaz’ın keşfettiği Atlantik Okyanusu ile Hint Okyanusunun birleştiği yer.
İki okyanusun su sıcaklığı arasındaki yedi derecelik fark, buharlaşmaya neden oluyor, bu da Masa dağının üstüne örtülmüş masa örtüsü gibi görünüyor.
Çok kalabalık, herkes Ümit Burnu yazan tabelanın önünde fotoğraf çektirme derdinde. Oradan ayrılıp dünyanın en yüksek fenerini görmeye gidiyoruz.
Bulutların üstündeki fener
Fenere giden yol çok özel yapılmış, insan sağlığı güvenliği çok önemli olduğu için, arabaların üzerine taş düşmesin diye yol boyunca tel gerilmiş.
Fenere, Finiküler ile çıkıp ardından yüzyirmibeş basamak yürüyoruz. Hava sıcaklığı 36 derece. Herkes kan ter içinde.
Fener öyle yüksek ki bazen bulutların üstünde kaldığı için deniz kazalarına neden olmuş. O nedenle daha alçak yenisi yapılmış.
Fenerde dünyanın en ünlü şehirlerinin yönünü gösteren direkte heyecanla İstanbul’u arıyoruz ama bulamayınca hayal kırıklığına uğruyoruz.
Plajda penguenler
Şimdi sırada Boulder’s Beach var. Penguenleri göreceğiz. Öyle güzeller ki, Afrika penguenleri elli cm. boyunda, yüzlercesi bir arada.
Hepimiz yorgunuz. Otele dönüp hemen Water Fronttaki Greek Fisherman restorandaki balık ziyafetine gidiyoruz.
Öğle yemeğimizi de yerel bir balık restoranında yemiştik, bugün balığa doyuyoruz.
Masa dağında
Rehberimiz rüzgarın hızı saatte 30 km.yerine 30.1 km. olursa teleferik kapanır işlemez dediği için herkes hava durumu ile ilgileniyor.
Yine şanslıyız, hava uygun, teleferik çalışıyor, gerçekten bir masa görüntüsündeki 1087 m. yükseklikteki Masa dağından (Table mountain) şehri seyretmek çok keyifli.
Dağdan inip dünyanın en büyük ve çeşit bakımından en zengin (22.000 çeşit bitkisi ile dünyanın her yerinden gelen botanik ve ziraat araştırmacılarına açık bir kütüphane ve araştırma merkezi) botanik bahçesi olan Kirstenbosch Botanik Bahçesinde adeta büyüleniyoruz.
Orada minik öğrencileri, öğretmenlerinden bitkileri, doğa sevgisini öğrenirken izlemek güzeldi.
Yırtıcı kuşlar Parkındaki kuşlar ilgimizi çekiyor. Hele bir de baykuşu elime almak çok heyecan veriyor.
Aslında korkacak bişey yok, çünkü elime bir eldiven takınca baykuş direk eldivene geliyor, elimi hafif oynatınca da kanatlarını açıyor. Ama yine de grupta benden başka bunu deneyen olmuyor.
Bongo çalıyorum
Franschock şarap vadisinde dünyanın ikinci büyük şarap fabrikasına gidiyoruz. Şarap mahzenleri, fıçılar hakkında bilgilendiriliyoruz.
Fıçıların her biri sanat eseri, üzerlerine değişik resimler işlenmiş. 207.000 litrelik dev fıçı Guinnes rekorlar kitabına girmiş. KWF şaraplarının tadına bakıyoruz.
Akşam Gold restoranda bizi bir sürpriz bekliyor. İzmir’de bir türlü kısmet olmayan ritm kursu Afrika’da kısmet oluyor.
Bize Afrika drum’ı bongo çalmayı öğretiyorlar grup olarak çok keyif alıyoruz, avuçlarımız kızarıyor acıyor ama önemli değil, çok keyif aldık.
Daha sonra Afrika dansları eşliğinde çeşitli Afrika yemekleri geliyor ama pek sevdiğimiz söylenemez.
Teneke evler
Son gün sabah altı gibi uyanıp Waterfront’ta yine yürüyüşe çıkıyorum. Manzara muhteşem, hava güzel, insanlar telaş içinde işlerine gidiyorlar.
Kahvaltıdan sonra serbest zamanda herkes çarşı pazar dolaşıyor. Kadınların ürettiği el sanatlarından yapılmış eşyaların satıldığı yer çok güzel, keşke İzmir’de de öyle bir yer açılabilse.
Rehberimizle buluşup havaalanına giderken siyahların yaşadığı teneke evleri görmek bizi üzüyor. Onca lüksün güzelliğin yanında.
Bir de rehber diyor ki, trafikte arabalar beyazsan durur siyahsan çarpar geçer .İşte bu da Güney Afrika gerçeği.
81 bin 200 adım
On üç saatlik uçak yolculuğu ile İstanbul’dayız. Giderken fazla bir beklentim yoktu ama gidince gördüklerim beni şaşırttı, mutlu etti, iyi ki gitmişim dedim.
Çok yorucu bir gezi değildi, karar aldım bundan böyle oda kahvaltı turlara katılmak istemiyorum.
Ne zaman nerede ne yiyeceğini bilmek daha güzel.
Peki böyle bir gezi için ne gerekiyor? 6500 liranız ve 81.200 adım (evden çıkarken belime adımsayar takmıştım) atacak gücünüz varsa durmayın hemen gidin derim. (LŞ/BA)