Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildiğinden bu yana, yazılı ve görsel basında yer alan haberleri, yetkililerin açıklamalarını ve hukukçuların beyanlarını takip etmeye çalışıyorum. Bunların ezici çoğunluğunda, kavramsal hatalar yapılıyor.
Kuşkusuz, bunca olan bitenin arasında, ufak tefek kavramsal hataların ne önemi var diye sorulabilir. Oysa şunu bilmekte yarar var. Sözcükler, sadece adlandırma yapmaz; bunun dışına taşan bazı işlevleri de yerine getirirler.
Örneğin insan ilişkilerinde bile bir şey yapacağımıza dair söz verdiğimizde, o an için bir betimleme yapmış olmayız; yaptığımız şey, belli sözcükleri kullanarak kendi üzerimizde bazı ahlaki yükümlülükler üretmektir.
İşte egemenin, yani güç kullanma tekeline sahip olanın bir takım sözcüklerin altına imza atması da buna benzer. Altına imza atılan ve bu bakımdan hukuksal yükümlülükler getiren sözcükler, hukuk metinlerine gelişigüzel serpiştirilmiş değildir.
“Dünyaları yaratmak için sözcükleri kullanan”[1] o belgelerdeki her bir sözcük, içinde bulunduğu bağlamda özgün ve önemli bir anlam taşır. Konu hassaslaştıkça bu özgünlük ve önem de paralel şekilde artar. Ayrıca kavramsal hatalar, yetkililerce yapıldığında, onların konuya nasıl baktığına dair ipuçlarına da ulaşmış oluruz. Bu da kaygılarımızı arttırır, itirazımızı daha da haklılaştırır.
Son dönemde bu konuda en net olumsuz örnek, Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş’un açıklamasıdır. Kurtulmuş, basına yapığı açıklamada üç ay süreyle OHAL ilan edildiğini ve bu sürede Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) askıya alındığını söylüyor. Bu önemli açıklamada iki hata var.
90 gün ≠ 3 ay
Öncelikle TBMM tarafından da onaylanan, Cumhurbaşkanlığı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilip, sonradan TBMM tarafından onaylanan OHAL süresinin 3 ay değil, 90 gün olduğunu vurgulamak gerekiyor. 90 günlük süreyi, gündelik dilde olduğu gibi 3 aya yuvarlama şeklindeki pratik, hatalıdır.
Hukukta gün hesabı ve ay hesabı farklıdır. 90 gün dendiğinde 90 tane “gün” sayarsınız. 3 ay dendiğinde ise başlangıç tarihinden sonraki üçüncü aydaki aynı güne bakarsınız. Ay hesabında, 31 günlük aylar varsa, bu durumda söz konusu sürede, gün hesabındaki süreye nazaran iki gün artış olur. Bu, genel olarak Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) zamansal sınırları ve özel olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği gibi haklarda gözaltı süreleri için kritiktir.
Hele ki gözaltı uygulamalarında, birkaç dakikalık fazlalığın bile hesaba katıldığı ve bu tür taşmaların ihlal sonucu yaratabildiği dikkate alındığında, iki üç günlük farklılaşmanın hak ve özgürlükler üzerindeki etkisinin ne ölçüde olduğu anlaşılabilir.
Yükümlülük azaltma ≠ Askıya alma
Kurtulmuş, yaptığı açıklamada; OHAL döneminde, AİHS’deki hakların, 15. madde gereğince askıya alındığını söyledi. Basın mensupları da bu dili benimsedi. Bu da hatalıdır.
AİHS’in orijinal dilleri İngilizce ve Fransızca’dır. AİHS 15. maddede kullanılan terim “derogation” şeklindedir. Bu kelime, askıya alma anlamındaki “suspension” kelimesinden farklıdır. Askıya alma, belli bir süre boyunca Sözleşme’nin uygulama bulmamasını anlatır ve Avrupa Konseyi Statüsü’nün 8. maddesinde ifade edilen, çok farklı özel koşullara bağlanmış bir süreci anlatır.
Sözleşme’nin 15. maddesinde askıya almadan bahsedilmez. Bu maddede “derogation” yani doğru ifadeyle “yükümlülük azaltma” düzenlenmiştir. Yani şu anda yaşananlar, iddia edildiği gibi AİHS 15/2 maddesinde sayılan haklar hariç olmak üzere insan haklarının “askıya alınması” değil, daha önce ifade edildiği gibi, özel bazı kriterlere ve hassas bir denetime tabi olan istisnai tedbirlerin alınabileceği, yani devletin yükümlüklerinde bazı azalmaların söz konusu olduğu bir sapmadır.
Adalet Bakanlığı’nın internet sitesindeki tercümede “derogation” kelimesi “askıya alma” şeklinde tercüme edilmiş görünüyor. Yapılan açıklamalarda büyük ihtimalle bu tercüme esas alındı. Ancak yeniden vurgulamak gerekir ki bu tercüme hatalıdır. Bu konuda en hassas tercümelerden biri olan ve Prof. Dr. Osman Doğru tarafından yapılan ihami.anadolu.edu.tr sitesindeki Sözleşme tercümesinde de "askıya alma" değil, "yükümlülük azaltma" kavramını kullanmıştır. Bu tercümenin esas alınması önerilir.
Bu yazılanları bir sonuca bağlamak gerekirse; eskiler “üslub-ı beyan ayniyle insan” derlerdi. Yani, insanların kullandığı dil, meseleye nasıl baktığıyla ilgili de bir göstergedir. Eğer yetkililer, OHAL durumunu bir “askıya alma” hali olarak görüyorlarsa bu çok tehlikelidir. Yok eğer bu bir dil sürçmesiyse, bu söylemin kolluk güçleri üzerinde yaratacağı psikolojik etki dikkate alınarak, bu hatadan dönülmesi ve düzeltme yapılması gerekir. Çünkü OHAL hukukunun kontrolsüz bir yana savrulması, bu yazıda olduğu gibi meslekî deformasyona uğramış bir hukukçunun yaptığı “dil polisliği”nden çok daha ağır sonuçlara yol açar. (TŞ/EKN)
[1] İngilizce’de bu, “documents that use words to create worlds” şeklinde bir kelime oyunuyla ifade ediliyor.)