Zaman bulup çok sık yapamasam da sevdiğim kitapları farklı zamanlarda tekrar okumayı seviyorum. Ama hayat çoğu zaman buna izin vermiyor, çünkü her zaman okunacak yeni kitaplar var. Pek kötü bir okuyucu sayılmasam da her girdiğim kitapçıda kendimi eksik hissederim. Değil yetişmek, azıcık da olsa yaklaşmak imkânsız.
Ama şimdi, zamanın durdurulmaya çalıştığı bu yerde, kitap okumak en büyük çoğaltıcım. Güncelle birlikte, bildiğimi tekrar tekrar keşfetmek için de zamanım var.
Farklı yaşlarda, iki kere okuduğum Gabriel García Márquez’in Kolera Günlerinde Aşk’ı da işte böyle yeniden okudum. Birçok okur ve eleştirmene göre Márquez’in baş yaptı Yüzyıllık Yalnızlıktır. Kırmızı Pazartesi Márquez’in okuduğum ilk kitabı olmasına karşın, her daim ilk tercihim Kolera Günlerinde Aşk olmuştur. Kim bilir, belki de iflah olmaz bir romantiğimdir.
Kolera Günlerinde Aşk cezaevi kütüphanesinden istediğim ilk kitaplar arasındaydı. Soluksuz okudum. Sonunu bildiğiniz bir filmi, bir kere olsun sanki ilk kez izliyormuş gibi izlediyseniz beni daha iyi anlarsınız. İlk satırdan itibaren bilineni tekrar ve tekrar ama farklı ruh halleriyle keşfetmenin girdabına kapıldım.
Yıllar önce ilk kez okuduğumda, geriye daha çok “aşk” kalmıştı. Katkısı acıtan ve zorlayan bir aşk. İkinci okumam yıllar sonraydı. Geriye kalan “beklemek” oldu. Kitabı okumamış sevgilimi okumaya zorlamak için hediye ettiğimde vermek istediğim mesaj da sanırım buydu.
Ve şimdi Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde (işte bu tamamen başka bir yazı konusu) tekrar okurken geriye kalan ne diye düşündüğümde tüm okumalarımla birlikte “sabır” diyeceğim. Bulunduğum yerden etkilenmemiş olmam elbette mümkün değil.
Ancak bu oturup beklemek, sadece istemek ve eylemsizlik anlamında bir sabır değil. İnancın, var olan durumun değişeceğine olan inancın sabrı. Hayatın geçişini de ıskalamadan yaşanan bir sabır.
Aşkta sabır olur mu diyenler olacaktır. Olmaz mı gerçekten? Belki günümüz ilişkilerine baktığımızda inandırıcı gelmeyebilir. Sonuçta kim kimi, sadece yalnız başlarınayken konuşmak için bile, 51 yıl, 9 ay, 4 gün bekler ki!
Florentino Ariza’nın, bunca yıl beklediği Fermina Daza ile, aslında günümüze göre, bizim öngördüğümüz anlamda bir ilişki yaşamamış olduklarını düşünürsek, yeni nesil için büyük bir aptallık olabilecek bu “bekleme” eylemi boyunca hayat akıp gider, buharlı gemiler yolcularını taşır, posta sistemi işler, insanlar evlenir, insanlar ölür. Biz de elli yıl boyunca olanları izleriz.
Fermina Daza ince ince örerek mükemmel yaşamını kurarak büyürken, Florentino Ariza da boş durmaz. Aşkın başka hallerini başka kadın bedenlerinde arama serüvenine hiç ara vermez, kendini hep o güne hazırlar.
O günün geleceğinden emin midir, bilemese de gün geldiğinde, hazır olacaktır.
Başını çevirdi, gözlerinin hemen yanında buz gibi gözleri, solgun yüzü, korkudan taş kesmiş dudakları gördü, tıpkı ilk kez gece yarısı ayininin kalabalığında kendine bu denli yakın olduğu zamanki gibi, ama o zamankinden farklı olarak, aşk ürpertisi değil, hayal kırıklığının uçurumunu duydu. Bir anda yanılgısının büyüklüğünü, olanca açıklığıyla gördü, nasıl olup da böyle bir kuruntuyu, üstelik bunca özveriyle yüreğinde besleyebildiğini yılgınlıkla sordu kendi kendine. "Tanrım, zavallı adam!" diye düşünebildi ancak. Florentino Ariza gülümsedi, bir şey söylemeye çalıştı, onun ardından gitmeye çalıştı; ama o, elinin bir işaretiyle yaşamından çıkarıp attı onu.
“Hayır, lütfen” dedi. “Bitti“ *
Kitabı ilk okuduğum günden beri bu bölüm hiç aklımdan çıkmadı. Hayatımıza yön veren, seçimlerimizi kesinleştiren o küçücük kısacık anların nelere bağlı olduğu sorusu hala aklımı kurcalıyor.
Márquez’in kendi anılarını anlattığı “Anlatmak İçin Yaşamak” kitabında annesi ile babasının aşk hikâyesini Kolera Günlerinde Aşk’ta kullandığını ve “yaşamla şiir arasındaki sınırları belirleyemediğini” söylüyor. İyi ki de belirleyememiş.
Son olarak Márquez benim için aynı zamanda kokular demektir. Kokular yol gösterir, gidilecek ve gidilmeyecek yolları işaret eder. Hayatın, sokakların, insanların ağır, nemli, boğucu, lağım ve sidik kokusu da ondadır, kokulu mektuplarda, soluklarda gizli kafuru kokusu da ondadır.
Ve Kolera Günlerinde Aşk “acıbadem kokusunun mutsuz aşkların yazgısını anlattığı” bir dünyaya kapı aralıyor. (BY/APK)
* Kolera Günlerinde Aşk | Gabriel García Márquez | Can Yayınları, 44. Baskı, Sayfa: 126
* * Bu yazı ne bir kitap eleştirisi ne de kitap tanıtımıdır, yazarın okuduğu kitap üzerine sayıklamalarından ibarettir.
*** Bircan Yorulmaz bianet yazıları için tıklayın.
**** Fotoğraf Sincan hapishanesinden