*Görsel: Love, Death and Robots internet dizisinden.
Tezcan Durna ile Nehir Durna'nın derleyiciliğindeki 'Aşkın Halleri: Aşk Üzerine Disiplinlerarası Bir İnceleme' (um:ag, 2019) adlı kitap, aşk gibi ele avuca sığmaz bir konuya yönelik olarak sosyoloji, iktisat, psikoloji, edebiyat, iletişim vb. farklı disiplinlerin bakış açılarından yazılmış çeşitli makalelerden oluşuyor.
Kitabın yayın kurulu, Prof.Dr. Ahmet İnam, Prof.Dr. Funda Barbaros, Prof.Dr. Funda Şenol Cantek, Prof.Dr. Mutlu Binark, Prof.Dr. Hürriyet Konyar ve Prof.Dr. Alev Özkazanç'tan oluşuyor. "Erkeklerin öldürdüğü bütün kadınların anısına" adanan kitap, Prof.Dr. Alev Özkazanç'ın önsözüyle açılıyor.
Ahmet İnam, Kemani Tatyos Ekserciyan Efendi'nin (1858-1913) bir şarkısıyla başladığı düşünce yazısında konuya felsefe açısından yaklaşıyor.
Özge Mumcu Aybars, aşk üzerindeki kapitalizm etkilerinden söz açarak, aşkın bu etkiler dolayımında tüketim toplumu ile olan bağına dikkat çekiyor.
Abdülkadir Çevik, aşka psikanalitik açıdan yaklaşıyor. Anıl Al-Rebholz, kitaba görgül bir çalışmayla katılmış. Almanya'da bir Faslı bir Türk-Kürt-Acem karma evliliğini konu alan çalışmasında, özellikle evlilik göçüyle gelen hegemonik erkeklik sorgulamasına odaklanıyor.
Aşkın Ekonomisi
Meneviş Özbay Pirili ve Renan Funda Barbaros, konuya iktisat açısından yaklaşarak, öncelikle "iktisat herşeyi açıklayabilir mi?" sorusunu, sonrasında ise, "iktisat aşkı açıklayabilir mi?" sorusunu anaakım neo-liberal iktisat ve Nobel ödüllü iktisatçı Gary Becker (1930-2014)'ın konuyu ilişkin yaklaşımının eleştirisi üzerinden yanıtlıyor.
Eleştirdikleri temel noktalar, piyasalaşma (piyasa ekonomisinden piyasa toplumuna geçişle birlikte, herşeyin (eğitim, sağlık, askerlik vd.) piyasa mantığıyla, neo-liberal model üzerinden yeniden yapılandırılması) ve sevginin madenler gibi kıt bir kaynak olarak görülmesi biçiminde. Aslında bu konuda tartışılabilecek çok konu var; ancak kitap sayfaları elbette yetmeyebiliyor.
Örneğin, aşkın ekonomisi, Mumcu Aybars makalesindeki gibi, tüketim toplumunun aşkı harcama yapmak ve dahası iyice borçlanmak üzere kötüye kullanması ekseninde başka türden bir yoruma açık.
Ayrıca, Al-Rebholz makalesinde anılan, 'kaynak paylaşımı' kavramsallaştırması da, aşka ekonomik bir bakış için yararlı olabilir. İktisat herşeyi açıklamaz elbette; ancak herşeyin iktisadi yönlerini açıklayabilir.
Üstelik, Özbay Pirili ve Barbaros'un da belirttiği gibi, neo-liberal iktisat tek iktisat modeli değil. Diğer iktisat modellerinin (örneğin, Keynes'gil düşünce, kurumsalcı yaklaşım ve elbette marksçılık) aşka bakışı farklı olabilir.
Bu açıdan, neo-liberal iktisadı epistemik bir emperyalizmle suçlamak, marksçı yaklaşıma da vurmuş oluyor. Makalede anılan ve Ayşe Buğra alıntısıyla aktarılan Polanyi tanımı, aslında başka tür bir iktisadın aşka ve hayata bakışının çok farklı olacağının da ipuçlarını veriyor. Kitapta verilen güzel bir örneği de burada paylaşalım:
"Evimizdeki eski püskü koltuk biriciktir, belki annemizden bize hatıradır.
Hiçbir yeni veya konforlu koltuk onun yerini tutmaz, onunla ikame edilemez.
Onu biricik yapan o koltuğun maddi özellikleri değil ama onun bize anımsattığı hikâyesi, tarihidir. Sevdiğimiz insanlar, kültürel mirasımız, ülkemize olan bağlılığımız ve bunlar gibi kaybı asla ikame edilemeyecek olan değerlerimiz.
Tüm bunları biricik kılan hiçbir şekilde benzerleriyle mukayese edilebilir olmamalarıdır.
Tersine değerleri, bütün benzerlerinden bu ya da şu özelliklerinden dolayı farklılıkları değil, varlık olarak biricikliğiyle kıyaslanamazlığı, dolayısıyla yeri doldurulamayacak ve gözden çıkarılamayacak olan kendilerine özgü varlıkları, hikâyeleri ve tarihleridir.
Onları bu yüzden korumak isteriz ve yok olmalarına izin veremeyiz. Çünkü onların kaybı, asla geri gelmeyecek olan anıların, hikâyelerin yitimi anlamına gelmektedir." (s.96)
Sonraki makalede, Tezcan Durna, popüler kültürde ve magazinel basında aşk temsilleri ve özellikle klişelerin bir resmini çiziyor. A. Nevin Yıldız ise, bununla ilişkili olarak aşk ve şiddet içerikli üçüncü sayfa haberlerini masaya yatırıyor.
Makalenin ilk bölümü, cinsellik, aşk ve ataerkinin antropolojisine ayrılmış.
Kore Dalgasında Aşk
Mutlu Binark ve Şule Karataş Özaydın, Kore pop (erkek) kişiliklerini ve bunlara yönelik hayranlığı inceliyor. Kore dalgasının iki ayağı, diziler ve müzik.
Elbette filmlerin de etkisi var; fakat diziler ve pop müzik çok daha ön planda ve etkili. Dalga, ayrıca Güney Kore'nin küresel ölçekte bir kamusal diplomasi ve yumuşak gücü gibi işlevler de görüyor. Kore kültürünün tanıtılması sağlanıyor.
Öte yandan, bu dalganın arkasındaki endüstri, korkunç sömürüye dayalı bir kapitalizm klasiği.
Dahası, suya sabuna dokunmayan içerik, Güney Kore'de de dünyada da boş zamanların eğlendirme üzerinden metalaştırılmasına ve böylelikle kapitalizmin pekiştirilmesine yarıyor.
Bu, öyle bir çark ki, K-pop 'yıldız'ları küçük yaşlarda seçilerek patronları zenginleştirip devletlerini parlatmak üzere yıllarca eğitilirlerken, daha güzel/yakışıklı görünsünler diye, estetik ameliyat bile geçirmektedirler.
Elbette, hepsi, sözleşmenin bir parçasıdır. Şirket, seçilen kişinin kimlerle arkadaşlık edip edemeyeceğine bile karışmaktadır; çünkü onu 'yetiştirmek' için büyük yatırımlar yapılmıştır.
Makalede belirtildiği gibi, sözleşmeler en az 10-15 yıllık olmakta, her 'yıldız' başına 2.5-5 milyon dolar harcanmakta ve sonuçta bu ticari ilişkiden en az kazanç sağlayan da 'yıldız'ın kendisi olmaktadır. Yazarlar daha sonra Güney Kore ataerkisini ve K-'yıldızı' erkeklerin dişilleştirilmiş imgelerini değerlendiriyorlar.
Sinem Evren Yüksel, 'Masumiyet', 'Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku', 'Kaybedenler Kulübü' ve 'Romantik Komedi: Aşk Tadında' gibi filmlerdeki aşk anlatılarını ve kadınlık-erkeklik, dişillik-erillik temsillerini çözümlüyor. Yazar, birçok anlatıda, görüntüdeki ataerki eleştirisinin sonul olarak onun ve kapitalizmin olumlanmasına dönüştüğünü örneklerle gösteriyor.
Mahrem-Kamusal Ayrımından Romanlara
Burak Özçetin ve Gökçe Çelik, 'aşkın e-hali'ni inceliyor. Onlara göre, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla, mahremiyet yitmedi, onun yerine mahrem ile kamusal ya da aleni olanın sınırları (ve demek ki tanımları) değişti. Tartışmalarında, 'intimacy' (içtenlik) ile ilişkili ve zıtlıklı biçimde 'extimacy' (dıştanlık) kavramına yer veriyorlar.
Bu, kamuya açık olan içtenlik paylaşımlarına, sevgi sözlerine karşılık geliyor. İki kişi arasında geçmesi beklenen bu sözler, kamuya açık olarak paylaşılıyor. Görüşmelere dayalı olarak ulaştıkları bulgularda, birbirinden farklı ilişkilerin (örneğin kendinden yaşça büyük akrabaların) aynı sosyal medya hesabına ekli olmasının getirdiği sıkıntılar göze çarpıyor.
Daha mahrem paylaşımlar, akrabaların ekli olmadığı sosyal medyalarda yapılıyor. Ayrıca, bilindiği gibi, çok gereksiz, can sıkıcı, tatsız vb. paylaşımlar yapıp yine de 'arkadaşlık'tan çıkarılamayanların paylaştıkları, ayarlar aracılığıyla görünmezleştiriliyor.
Burcu Şenel, LGBTİ bireylerle gerçekleştirilen "Aşk Demek..." adlı dijital hikaye atölyesinin ürünlerini paylaşıyor ve tartışmaya açıyor.
Nehir Durna, tesettürlü kadınların çıkardığı bir dergi üzerinden, İslami kesimden gelen kadınlar arasındaki aşk, evlilik, annelik, kadın-erkek ilişkileri vb. temsillerini inceliyor.
Ortaya çıkan sonuç, ilk döneminde tüketim toplumuna yönelik eleştiriler de içeren derginin sonraki dönemde bir İslami moda dergisi niteliği kazandığı yönünde. Buna koşut olarak, bir ölçüde bağımsız, muhalif duruş, hızla iktidar yandaşlığına ve muhafazakar değerlere özlem adı altında ataerki savunusuna dönüşüyor.
Nalan Ova ise, İslami romanlardaki aşk temsillerinin dönüşümünü gözler önüne seriyor.
Önceki dönemdeki hidayet romanları, alt sınıftan dindar erkeğin Batılı yaşam tarzındaki kadını kendine aşık ederek hidayete erdirmesi ekseninde ilerlerken, ikinci dönemde türbanlı kadınların başkişi olduğu, yazarın deyişiyle, İslami kadının 'aşkı hak ettiği' romanlar öne çıkıyor.
Ayrıca, ikinci dönemin İslami romanlarındaki İslami kişiliklerin sınıf atladığı ve daha eğitimli olduğu görülüyor. Örneğin, artık Brezilya'ya yağmur ormanlarına tatile gidebilmektedirler; Amerikalarda okuyup memlekete dönmektedirler.
Jale Özata Dirlikyapan, bir diğer incelemede, Peyami Safa, Hilmi Ziya Ülken ve İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu gibi 'cumhuriyetçi muhafazakâr' olarak bilinen yazarların romanlarındaki aşk temsillerini ele alıyor.
Safa ve romanları iyi bilinse de ve birçok incelemeye konu olsa da, daha çok düşünce insanları olarak tanınan Ülken ile Baltacıoğlu'nun romanları daha az biliniyor. Özata Dirlikyapan, bu ikilinin romanlarına ve romancılıklarına eğilerek konuyla ilgili araştırmalara değerli bir katkı sunmuş oluyor.
Bunlarda, kamusal görüntülerinden oldukça farklı olan marazi erkek kişiliklerle karşılaşıyoruz. Özellikle, Baltacıoğlu başkişisi, şaşırtıyor. "Bu düşünce yazılarıyla şu romanı yazan aynı kişi mi?" sorusu öne çıkıyor. Bu soruyu, kuşkusuz, düşünce-roman uyumsuzluğu sorduruyor.
Kitabın son makalesinde, Sema Yıldırım Becerikli ve Gülçin Eren, tartışmaya Madam Butterfly Operası'nın batıyanlıcı (oryantalist) ve ataerkil altyapısının bir eleştirisiyle başlayarak reklamlara yöneliyor ve bunları beş kategori altında (temel aşk ve çokeşlilik, zaman-mekân tanımayan aşk, kendine dönük aşk, ürüne aktarılan aşk ve sonsuz aşk) sınıflandırıp yorumluyor.
***
Böylece kitabın sonuna geliyoruz. "Aşkın kitabı mı olur?" diyenlere "olur" diyor ve 'Aşkın Halleri' kitabını öneriyoruz... (UBG/PT)