Mustafa Kemal Atatürk/ Mücadelesi ve Özel Hayatı (1881-1927) kitabından 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda Büyük Taarruz'un 99. yılında 309-318 sayfalarındaki "Askerlerin çarıklarından atların arpasına", "Gizlilik içinde hazırlanan son taarruz", "Çalıkuşu okuyor", "Haberleşme yasağı", "Kocatepe'deki fotoğraf", "Halide Edip Afyon'da", "Mahşer yerini kimse görmemeli", "Trikopis ona hayranlıkla bakıyordu", "Ordular ilk hedefiniz", "Geleceksiniz hanımefendi" arabaşlılardaki bölümü aynen paylaşıyoruz. İpek Çalışlar ve Yapı Kredi Yayınları'na teşekkürlerle. (bianet)
Büyük Taarruz
Mustafa Kemal, girişilecek taarruzun mükemmel olmasını istiyor, bütün hazırlıkları bizzat yürütüyordu. “Nereye gidiyoruz?” diye soru soranlara 6 Mart günü başkomutan sıfatıyla meclis gizli oturumunda şu cevabı vermişti:
Ordumuzun kararı taarruzdur. Fakat bu taarruzu, tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen ikmale biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacaksa taarruz hiç taarruz etmemekten çok daha fenadır.
Karar, 16 Haziran’da verildi. Olanaklar zorlanacaktı. Süngü bileme, kılıç yapma, top dökme imalatına hız verildi, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki silahlar Batı’ya taşındı. İstanbul’daki depolardan silah ve cephane kaçırılması hızlandı. Silahlar İnebolu-Çankırı üzerinden Ankara’ya ulaştırılıyordu.
M.M. Grubu diye anılan direniş grubu Kasım 1921 ile Ekim 1922 arasında Anadolu’ya yirmi vapur ve iki motor dolusu cephane ve silah göndermişti.
Fransa, İtalya ve bazı Avrupa ülkelerinden silah ve cephane satın alındı ancak çoğu getirilemedi. Rusya’dan ve Fransa’dan yardım sağlandı.
Sovyet resmi rakamlarına göre Ankara’ya, Kasım 1921’de bir milyon yüz bin, Mayıs 1922’de üç buçuk milyon altın rublelik para yardımı ile silah yardımı gelmişti. Ankara Anlaşması ile çekilen Fransızlar da ellerindeki telsiz istasyonları ile çok sayıda silahı hediye olarak bırakmışlardı. Hindistan Müslümanlarından yüz yirmi beş bin İngiliz lirası yardım gelmişti.
Tatbikatlarla ordu savaşa hazırlanıyor, ordu içinde morali yüksek tutacak müsamere, tiyatro, konser gibi etkinlikler düzenleniyordu. Subay ve erlerin eğitimi için kurslar açılmış, ek zam ve ikramiye verilmişti.
Mustafa Kemal Batı Cephesi’ne ziyaretlerini sıklaştırdı; 25-28 Temmuz günlerinde Genelkurmay Başkanı Fevzi ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşalarla büyük taarruz planını tartıştı. Bütün hazırlıklar 15 Ağustos’a kadar hazır edilecekti. Ordu komutanları bir futbol maçı bahane edilerek Akşehir’deki karargâha çağrıldı. Taarruzun son şekli konuşulacaktı. Mustafa Kemal’in Harbiye’den hocası olan Yakub Şevki Paşa, plana karşı çıktı, vahim sonuçlar doğurabileceğini söyledi. İsmet Paşa da kuşkularını dile getirdi. Bütün itirazlara rağmen planın aynen uygulanmasına karar verildi.
İki ordu, insan ve tüfek sayısı olarak birbirine yakındı, ancak hafif ve ağır makineli tüfek, top, uçak ve motorlu araç açısından Yunan ordusu üstün durumda idi. Türk tarafı da süvaride üstündü.
Takip edilecek yollar düzeltildi, konaklama noktaları belirlendi. Çalışmalar ortalık karardıktan sonra başlıyor, gün ağarmadan sona eriyordu. Üç piyade ve bir süvari kolordusunu geniş bir alanda düşman kuvvetlere belli etmeden toplamak zordu. Türk kuvvetleri Afyonkarahisar’ın 25 km güneyinde konuşlanacaktı.
Yunanlar, ordudan kaçan birkaç askerden aldıkları bilgiye rağmen bu kadar büyük bir taarruz beklemiyorlardı. (1)
Askerlerin çarıklarından atların arpasına...
Atların arpasından, askerlerin maaşına; direniş örgütlerinden gelecek mitralyözlerden asker çarıklarına; erzak bedeline kadar her şeyle bizzat ilgilenen; resmi yazıları titizlikle dikte eden bir başkumandan vardı. “Hüsamettin Bey, sizinkiler işi gevşetti, mitralyözler gelmedi; ya da 19 Ağustos’a kadar yetiştirileceği bildirilen üç avcı tayyaresi ile yetinmek zaruridir”, “Çarık ihtiyacını temin için her şey yapılmıştır” gibi yazışmaların tamamında imzası vardı.
Gizlilik içinde hazırlanan son taarruz
Büyük Taarruz öncesini Aralov anlatmıştı:
Büyük Taarruz’dan önce, Temmuz ve Ağustos aylarında bütün Anadolu’yu miting dalgaları sarmıştı. Bu mitinglerde halk, elinden gelen her şeyle; elbiseyle, erzakla, cephane taşımak için taşıt araçlarıyla orduya yardıma çağrılıyordu. Mitinglerde, meclis üyeleri, basit vatandaşlar, hatta çocuklar bile ateşli konuşmalar yapıyorlardı. Bu mitinglerden bir çoğunda bulunmak fırsatı bana da verildi.
Taarruz, büyük bir gizlilik içinde hazırlanıyordu. Abilov yoldaşla ben de bu gizliliğe biraz katıldık. Mustafa Kemal Paşa elçiliğimizde, onun da katılacağı, büyük bir kabul resmi düzenlememizi, bunu bütün Ankara’ya yaymamızı, öteki devlet elçilerini de kabul resmine çağırmamızı benden rica etti. Herkes toplanıp Mustafa Kemal’in gelişini beklediği sırada yaveri gelerek, Mustafa Kemal’in biraz rahatsız olduğunu ve gelemeyeceğinden ötürü özür dilediğini haber verdi. Mustafa Kemal ise bu sırada gizlice cepheye, Konya’ya hareket etmiş bulunuyordu. (...) bize büyük bir güven göstermişti. (2).
Gazetelerde de Mustafa Kemal, yabancı devlet elçilerine çay ziyafeti veriyor diye uydurma bir haber yayımlandı. Zübeyde Hanım gizlilik içinde cepheye giden oğlunu hayır duasıyla uğurlarken bavuluna da minik bir Kuran yerleştirmiş, Fikriye de iki fanila giymesini tembihlemişti. (3)
Mustafa Kemal, 17 Ağustos günü öğleden sonra Konya’ya Demiryolları Genel Müdürü Behiç Bey’in [Erkin] evine geldi. Hastalandı ve bu evde iki gün kaldı. Garp Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e gitti. Sonra yine geldi ve döndü. Her zaman gece karanlıkta ve gizlice geliyordu. (4)
Mustafa Kemal, cephede günlük yaşamını sürdürür dostlarına mektup yazar, roman okurdu. Çanakkale’de cephede iken, Madam Corinne’den kendisine roman göndermesini istediğini okumuştuk. Büyük Taarruz günlerinde de elinden eksik etmediği bir roman vardı.
Çalıkuşu okuyor
Mustafa Kemal’in yaverlerinden Mahmud [Soydan] cephede tuttuğu günlüğe, 21-22 Ağustos gecesi için şu notu düşmüştü:
“21 Ağustos 1922, Akşehir – Düşmanda bir hassasiyet var. Bizim tarafta fevkalâde bir hareket, bir şey olduğunu hissetmiş gibi... Temenni edelim ki asıl hedefi keşfetmemiş olsun. İki gündür paşa, Çalıkuşu’nu okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki... Büyük hareketlerin arifesinde böyle bir şey okumak da çok dinlendirici.”
“22 Ağustos 1922 – Bugün de Akşehir’deyiz. Paşa, daireden çıkmadı. Akşama kadar Çalıkuşu’nu okudu. Çok memnun oldu, takdir etti.” (5)
Reşad Nuri’nin Vakit gazetesinde yüz gün tefrika edilen Çalıkuşu romanı büyük ilgi görmüş, 1922 Şubatı’nda kitap olarak basılmıştı.
Ankara komutanı, arkadaşı Fuad [Bulca], 23 Ağustos’ta cepheye Zübeyde Hanım’dan haber veren bir telgraf gönderdi.
Valide iyidir. Dün pek neşeli olarak vakit geçirildi. Pek memnundurlar. Dua etmekte ve “Selanik’e ne vakit gideceğiz?” diye sual sormaktadır. Fikriye Hanım da iyidir, hürmetlerini iletmektedir. Başarınıza, hanımların ellerinde Kuran dua etmekteyiz. (6)
Haberleşme yasağı
Anadolu ile dış dünya arasındaki haberleşme 25 Ağustos’ta tamamen kesildi. Anadolu’ya kimse girmeyecek, kimse çıkmayacak, harice hiçbir haber verilmeyecek, uymayanlar vatana ihanetle cezalandırılacaktı. Anadolu’daki İstanbul gazetelerinin özel muhabirlerinin telefonları kestirildi. Bir süre bu yasak nedeniyle İstanbul olan biteni haber alamadı. Muharebe alanından haberler resmi tebliğlerle duyurulacaktı.
Kocatepe’deki topçu ateşi ağır sis nedeniyle yarım saatlik gecikmeyle 26 Ağustos Cumartesi sabahı 5:00’te başladı. Taarruz haberi Meclis’e aynı gün saat 14:00’te ulaştırıldı. Rauf Bey’in yayımladığı beyannamede Türk milleti için mesut günlerin yaklaştığı müjdelenmiş, Türk tarafının üstünlüğü 26 Ağustos gecesi belli olmuştu.
Mustafa Kemal, Fevzi ve Nureddin Paşalarla birlikte Kocatepe’deki gözetleme noktasına çıkarken, gökyüzündeki hilal ve yıldızın karşı karşıya gelişini bir zafer işareti olarak yorumlamışlardı.
Kocatepe’deki fotoğraf
Bu önemli anların görsel olarak da belgelenmesini isteyen Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’a giderken beğendiği bir fotoğrafçıyı, Jean Weinberg’i de yanında götürmüştü. Kocatepe’deki unutulmaz Atatürk fotoğrafını deneyimli bir stüdyo fotoğrafçısı olan Weinberg çekti. Weinberg, çektiği fotoğrafı Mustafa Kemal’e de imzalatmıştı. Latin harfleriyle M. Qemal imzası, Weinberg için hazırlanmış internet sitesinden paylaşılan Kocatepe fotoğrafında rahatlıkla okunuyor. Ünlü fotoğrafçının Kocatepe’den çektiği üç fotoğraf da Müze Köşk’ün birinci katında, yeşil salonun duvarında asılı duruyor. Üçü de J. Weinberg imzasını taşıyor. (7)
Kocatepe’deki tek fotoğrafçı Weinberg değildi. Edhem Tem de oradaydı. Üstelik 1960 yılında, Fikret Otyam’a, Kocatepe fotoğrafını nasıl çektiğini anlatmıştı! Ancak Kocatepe fotoğrafının üzerindeki Weinberg imzası fotoğrafın sahibi konusunda kuşku bırakmıyor. (Orijinal karede Mustafa Kemal’in sağında sırttan çekilmiş üç kişi daha görünüyor.)
Mustafa Kemal’in yaveri Salih [Bozok], Hâkimiyet-i Milliye gazetesine 25-26 Ağustos gecesini şöyle anlatmıştı:
İşte bu andan itibaren bütün bataryalar düşmana ölüm püskürtmeye başlamıştı. Ne kadar batarya ateş ettiğini bildiğimiz halde kulaklarımızı inandırmak kabil değildi, ortada yalnız bir top, bütün dehşetiyle gürleyen tek bir top varmış gibi bir ateş karşısında idik. Karşıda müthiş bir manzara! Üç noktada toprak mütemadiyen yerden fışkırıyor ve ağır ve kesif bir duman bu kaynayan yerlerin üzerinde geziyordu. Bu manzara ancak görülebilir, tarif imkânı yoktur. (...) Keşif duman sütunları yükseklere çıkıyordu. Bir an oldu, bütün Türk kahramanları bu alev ve duman duvarının içinde kayboldular. Belentepe’deki düşman siperlerine bir hamlede girmişlerdi!
Yaver Salih taarruzun ikinci gününü de anlatmıştı:
Taarruzun ikinci günü Afyon’un sukutu (düştüğü) haberi verildi. Ve biz bir gün sonra çadırları yıkarak şehre naklediyorduk, fakat bizi şehre götürecek yolların hepsi kapalıydı. Otomobillerimizi düşman tel örgülerinden ve siperlerinden aşırmak lâzım geliyordu. Paşa hazretleri emir verdiler. Tel örgülere kadar dayattık ve otomobilin makası ile bunları kestik. Ve siperlerden birinde bulduğumuz bir kapıyı ve tahtaları köprü̈ yaparak otomobili siperlerin öte tarafına aşırdık. (...) Kendi eserimiz olan köprünün üzerinden geçtikten sonra tam yolun Afyon istikametini tuttuk. Belediye önüne geldiğimiz zaman kadın, erkek, genç, ihtiyar sokağa dökülen ahalinin otomobile öyle bir hücumu karşısında bulunduk ki sevinçten ağlaşan, nihayetsiz göz yaşı döken bu zavallı vatandaşlarımız içinden kurtulmak imkânı yoktu. Kadını, erkeği paşa hazretlerine sarılıyor, yüzünü̈ gözünü̈ öpüyor, ayağına kapanıyor, tozlu elbiselerine yüzlerini sürüyorlardı. Bu acıklı sahneye dayanma imkânı yoktu. (8)
Halide Edib Afyon’da
Mustafa Kemal’den aldığı telgraf üzerine köpeği Yoldaş, atı Doru ve emir eri İbrahim ile 27 Ağustos günü Konya’ya ulaşan Halide Edib, milletin içindeki sevinci gözlerinden okumuştu. Afyon yolunda şoför kaybolunca korkulu anlar yaşamışlar, Yunanların eline düşecekleri korkusuyla yaralılardan yol sormuşlardı.
Önce Afyon’un yüksek kayalıkları görünmüştü, sonra da hâki renkli gölgeler ve yanan evler. Karargâh da birkaç saat önce Afyon’a ulaşmıştı. Mustafa Kemal’in çavuşu iki kez gelip onu sormuştu. Elini yüzünü yıkayan Halide Edib’e “Hemen başkumandana rapor ediniz” dediler. Yuvarlak bir masada iki lamba yanıyor. Fevzi Paşa ile başkomutan bir harita üzerine eğilmiş, konuşuyorlardı. Halide “Mustafa Kemal’in başında yüz güneş doğmuş gibi yüzü parlıyordu” diye yazacaktı.
“Tebrikler paşam, nihayet muvaffak oldunuz.”
Bir kahkaha. “Evet nihayet bu işi yaptık. Buraya nasıl geldiniz?”
“Az daha Yunanlıların arasına düşüyordum.”
“Ben de bugün Yunanlıların arasına düşüyordum.” (Bunu söylerken yine gülüyordu).
“Sizin düşmeniz çok büyük bir felaket olurdu.” Yine bir kahkaha.
“Gelin hanımefendi. Yemek yiyelim.” “İzmir’i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz paşam. Çok yoruldunuz.
“Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.” (9)
Mustafa Kemal, o gece, kendisine ayrılan odayı Halide’ye verdi, kendisi çadırda yattı. Nureddin Paşa’ya da, “Ona Kızılcadere’yi gösterin” dedi. Ölü insanlar, hayvanlar, sahibini arayan köpekler... Kızılcadere bir insanlık felaketiydi.
“Halkın içinde korkunç bir kin hissediliyor. Cehennem dünyaya gelmiş gibi. İki millet, birisi yakıp yıkmış, ötekisi kurtarmak için hareket halinde. Hiçbirisi öbür tarafa zerre kadar merhamet göstermiyor” diye yazmıştı Halide Edib. (10)
27 Ağustos günü Afyonkarahisar’ın Türk Ordusu tarafından alındığı resmi tebliğ ile duyuruldu. Mustafa Kemal müjdeyi meclise bir telgrafla haber verdi. Telgraf alkışlar arasında okunur, dualar edilirken kesin zafer dileniyordu.
Mustafa Kemal, pek çok alanı aynı anda düşünür, hemen harekete geçer, gerekli adımı atardı. Çarpışmaların en hararetli anında, Milli Mücadele’ye dair kitabını bastırabilmesi için Fransız gazeteci Jean Schlicklin’e para gönderilmesini isteyen bir telgraf yollamıştı. Gerekli miktar, Madagaskar İslam ahalisinden kendisine gönderilen paradan alınarak Paris temsilcisi Ferid Bey’e verilecekti. (11)
Meclis’e gönderdiği 28 Ağustos tarihli telgraf şöyleydi: “Askerlerimiz pek keyiflidir. Yorulmak bilmiyorlar. Bu gece Afyonkarahisar’dayım, halk şenlik yapıyor.”
Süvarilerin başarılı harekâtlarını anlatmak neredeyse imkânsızdı.
Henüz muharebeye girmiş taze düşman fırkalarını görür görmez süvarilerimiz tahammül edemiyordu. Bunları tevkif etmeye imkân yoktu ve derhal kılıcını çekiyor ve düşmanın içerisine dalıyorlardı ve hakikaten; bu kahramanlık sayesinde garbe çekilmek isteyen düşman kıtaatı durmaya ve vaz’iyyet almaya mecbur edildi ve o esnada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar muharebeye mecbur ettik.(12 )
29 Ağustos’ta annesine ve Fikriye’ye duygularını telgrafla iletti.
Validem Hanımefendi ve Fikriye Hanım’a, Buraya geldikten sonra düşmanı kovmak icap ettiğinden, taarruz ederek ... Afyonkarahisarı’nı aldık. Dolayısıyla birkaç gün buralarda kalmam lazım gelecektir. Siz müsterih olunuz, inşaallah duanız bereketleriyle bütün memleketi düşmandan kurtarmak kolay olacaktır. (13)
29-30 Ağustos gecesi, Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşalarla durumu gözden geçirdi.
30 Ağustos günü, daha sonra “Başkumandan Meydan Muharebesi” diye anılan muharebe sonunda Yunan ordusunun “asıl kuvvetleri” tamamen kuşatılıp imha edildi. 31 Ağustos’ta Mustafa Kemal, Rauf Bey’e Yunan askerlerinin teslim olmaya başladıklarını haber verdi:
... Hezimete uğramış olan düşman, varını yoğunu terk ederek dereler, ormanlar içinde perişan bir hale geldi. Bunlardan bu sabah yüzlerce teslim olmaya başladı. Bu muharebede ele geçen düşman malzemesi pek çoktur, sayılıyor. Yalnız bir fırkamızın cephesinde (...) yirmibeş top, yüz kırk yük otomobili, on yedi binek otomobil ganimet alınmıştır. (14)
Telgrafın okunmasını istediği kişiler arasında Fikriye Hanım da vardı. Mustafa Kemal’in davetiyle cepheye gelen (15) Ruşen Eşref, onu zaferin hemen ertesinde Dumlupınar’da, altında öküzler, buzağılar, merkepler ve keçiler yatan küçük bir köy damının üzerinde kurulmuş çadırında ziyaret etti. Bir seyyar karyolanın içinde fanilasıyla oturuyordu. “Yorgundum, dinleniyordum, kusura bakmayın” demişti. (16)
Mahşer yerini kimse görmemeli...
31 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa, yaveri Muzaffer [Kılıç] ile harp sahasını dolaştı. Muzaffer Kılıç o günü şöyle anlatmıştı:
Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu. Büyük asker bu feci manzara karşısında çok rahatsız oldular ve “Buna bizi zorladılar” dedi ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar bölgeye hiçbir gazeteci ve fotoğrafçı sokulmamasını kesin olarak emretti. “Bu feci manzarayı gören ecnebiler, yarın bizim için neler söylemezler?” demişti. Onun emri tutuldu ve ölüler gömülünceye kadar bölgeye hiçbir gazeteci ve fotoğrafçı sokulmadı. (17)
“Ordular ilk hedefiniz...”
İzmir’e dokuz gün sürecek yolculuk Mustafa Kemal’in 1 Eylül günü verdiği, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emriyle başladı. Yunan ordusunun esas bölümü imha edilmişti ama yeni meydan muharebeleri beklenebilirdi. Silahlarını geride bırakarak kaçan Yunan ordusu geçtiği bütün şehir ve kasabaları ateşe veriyor, silahsız insanları öldürüyor, kadınlara tecavüz ediyordu.
1 Eylül günü sert bir muharebenin ardından Uşak kurtarıldı, 2 Eylül günü Yunan ordusuna kumanda eden Trikopis teslim oldu. Esir askerler Uşak sokaklarından geçirilirken Uşak yanıyordu. Onları korumasalar halk tarafından parçalanacaklardı.
Tamamen kül olmuş köylerden geçen Mustafa Kemal 2 Eylül gecesi Uşak’taydı. Halide Edib ve Ruşen Eşref esir generalin Mustafa Kemal ile karşılaşmasına tanık oldular ve yazdılar.
Trikopis ona hayranlıkla bakıyordu
Mustafa Kemal, “Sırtını yere getirdiği pehlivanın elini sıkan galip bir pehlivan gibi Trikopis’in elini yakalamış”, alelade bir el sıkışı müddetinden daha uzun tutmuştu. “Oturun general, yorulmuş olacaksınız” dedi. Sigara tabakasını uzatmış, kahve ikram etmişti. Gözleri Trikopis’in gözlerindeydi. Trikopis, ona açık bir hayranlıkla bakıyordu. Mustafa Kemal’e, “Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum general” diyebilmişti.
Mustafa Kemal, nasıl oldu anlatın deyince, o da karşılarında süngüler parıldamaya başladığı an her şeyin bittiğini, atını bile bulamadığını, ormanın içinde yaya yürümeye başladığını anlatmıştı. Trikopis Mustafa Kemal’e “Siz bu muharebeyi nereden idare ediyordunuz?” diye sormuştu. “İşte tam o süngülerin parıldadığını söylediğiniz, yerde, askerlerin yanındaydım” cevabını almıştı.
İki taraf da ölülerini gömmeye vakit bulamıyordu. Gediz ve Alaşehir yolu boyunca, yangınla ve akıllarını yitirmiş pek çok kadınla yüz yüze gelmişlerdi.
Karargâh Salihli’ye geldiği gün, İzmir Körfezi’ndeki Edgard Quinet isimli gemiden bir mesaj alındı. Konsoloslar, İzmir’i Türk ordusuna teslim edeceklerini bildiriyorlar, Mustafa Kemal’den hangi kumandanın gönderileceğini soruyorlardı. Telgraf Gazi’yi sinirlendirmişti. Yumruğunu masaya vurmuş, “Kimin şehrini kime veriyorlar?” diye sormuştu.
Geceyi Salihli’de geçirecekken birden Nif’e gitmeye karar verdiler. (18)
İngiliz istihbarat raporları Büyük Taarruz’u üç dört satırlık bir istihbarat notuyla kayda düştü.
27 Ağustos sabahı Türkler taarruzunu Afyonkarahisar Cephesi’nden başlattı. Daha sonra ün kazanacak olan Albay Plastiras’ın emrindeki kuvvet dışında hiçbir yerde gerçek bir direnme ile karşılaşmadılar. ... 4 Eylül’e kadar Uşak ve İnönü savaşlarından sonra Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak ve Eskişehir’in Türkler tarafından işgal edilmiş olduğunun söylenmesi yeterli olacaktır. Yunan Başkomutanı General Trikopis esir alınmış ve Yunan ordusundan geri kalanlar İzmir’den önce son mevzi olan Alaşehir hattına çekilmişti. (19)
Geçtikleri bütün şehir ve kasabalarda yanık et kokusu ile karşılanıyor, ölü bedenlerin arasından ilerliyorlardı. Dumlupınar’dan yürüyüşe geçen ordu öyle hızlanmıştı ki adeta koşuyor, telgraftan daha hızlı gidiyordu. Köylüler, askerlere ikram yetiştiremiyorlardı.
Sonunda İzmir göründü. Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar otomobillerle Belkahve’ye gelmişlerdi.
“Kadifekale’ye bizim bayrak çekilmiş” dediler.
Mustafa Kemal, bir incir ağacının altından elinde dürbün İzmir’e bakıyordu. İstila ordusu artık bir dumandı. Kadifekale’ye doya doya baktıktan sonra Nif’in belediye dairesinde konakladılar. Gölgeler gibi çekingen yedi sekiz kadın tarafından ağırlandılar. Onu dizlerine sarılıp öptükten sonra, başörtüleriyle ayakkabısının tozunu aldılar.
Mustafa Kemal, “Yahu İzmir’e girdiğimiz akşamdır bu. Bu kadar sessiz mi olacak. Hadi, bari, biz kendimiz şarkı söyleyelim” demiş, birlikte söylemişlerdi. Nöbetten çıkmış askerler bahçedeki üzüm çuvallarının üstünde yatıyorlardı. (20)
At sırtında devam etmekte ısrar eden Halide Edib, Nif’e ulaştığında, kendinden geçip bayılmış, Mustafa Kemal Paşa’nın çavuşunun “Gelin, paşanın berberinin yattığı bir oda var. Onu çıkarıp sizi oraya koyayım” sesiyle kendine gelmişti.
“Geleceksiniz Hanımefendi”
Sabah kahvaltısında Mustafa Kemal, “Bugün İzmir’e gireceğiz” demişti Halide Edib’e. Onun “Bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim” cevabını dinlememiş, “Geleceksiniz Hanımefendi!” diye ısrar etmişti.
Öğle vakti zeytin dallarıyla süslenmiş beş otomobille İzmir’e hareket ettiler. Askerler otomobil konvoyunun yanında yürüyordu. Şehrin kapısında bir süvari alayı tarafından karşılandılar. Kaldırımlarda askerler ve insanlar yürüyor, kılıçlar parlıyordu. Binlerce ağızdan yaşa sesleri yükseliyordu. Halide, “Mustafa Kemal Paşa o gün mukaddes bir semboldü” diyor. (21)
Meydana kocaman bir sofra kurulmuş çiçekten çelenkler ve minik ipek bayraklarla donatılmıştı. Kayık tabaklar yan yana dizilmiş konuklarını bekliyordu. Halk Konak Meydanı’nda dalga dalga birikiyordu. Hükümet Konağı’na giren Mustafa Kemal’in etrafını kuşatan konsoloslar onu tebrik yağmuruna tutmuşlardı.
Tam yemeğe buyrun denilecek anda, top ve mitralyöz sesleri duyuldu. Düğün evi şenliği yerini hastane sessizliğine bırakmıştı. İzmir’e biraz erken girdiğini düşünerek endişelenen Mustafa Kemal makam odasına kapanmış, kimseyi kabul etmiyordu. Sofralar, yemekler, yemişler öylece yerlerde kalmıştı. İzmir’i kim koruyacaktı? Pusuya mı düşürülmüşlerdi? (İÇ/APK)
Kaynaklar
1) Uğur Üçüncü, “Türk Kamuoyunda Büyük Taarruz”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Doktora Tezi, 2010, s. 20. 2
2) S. I. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Cumhuriyet Kitapları, 1997, s. 175, 176. 311
3) Şemsi Belli, Fikriye, Bilgi Yayınevi, s. 83.
4) Behiç Erkin, Hatırat, Türk Tarih Kurumu, 2010, s. 229.
5) Erol Mütercimler ve Taha Akyol Mustafa Kemal’in büyük taarruzdan evvel Çalıkuşu romanını okuduğunu yazıyor. Bazı kaynaklarda bu bilgi Mahmut Soydan’a atıfla veriliyor. Mahmut Soydan’ın Ankaralı’nın Defteri adıyla basılan anılarında Büyük Taarruz anıları yer almamış.
6) Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AAM, 1999, s. 291.
7) Bu bilgi için Müze Köşk Müdürü Dilek Kalındemir’e teşekkürler.
8) Hâkimiyet-i Milliye, 4 Teşrinievvel/4 Ekim 1922, Sayı 625, s. 1, aktaran Uğur Üçüncü, “Türk Kamuoyunda Büyük Taarruz”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Doktora Tezi, 2010, s. 59.
9) Halide Edib, The Turkish Ordeal, The Century Co., New York-Londra, 1928, s. 355.
10) Halide Edib Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Can Yayınları, İstanbul, 2008, s. 277.
11) ABE, Cilt 13, Kaynak Yayınları, s. 219.
12) Uğur Üçüncü, “Türk Kamuoyunda Büyük Taarruz”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Doktora Tezi, 2010, s. 64; Hâkimiyeti Milliye yazıları tezden aktarıldı.
13) ABE, Cilt 13, Kaynak Yayınları, s. 221.
14) ABE, Cilt 13, Kaynak Yayınları, s. 228.
15) ABE, Cilt 13, Kaynak Yayınları, s. 217.
16) Ruşen Eşref Ünaydın, Bütün Eserleri, TDK, Cilt 7, s. 116.
17) Yurdakul Yurdakul, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Truva Yayınları, 2005, s. 97.
18) Halide Edib Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Can Yayınları, 2008, s. 266-271.
19) İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye, 1922, der. Ali Satan, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2011, s. 5.
20) Ruşen Eşref Ünaydın, Özleyiş, Yenigün Haber Ajansı, Cilt 2, İstanbul, 1998, s. 70-80.
21) Halide Edib, The Turkish Ordeal, The Century Co., New York-Londra, 1928, s. 381.