Sevgili dostum Baran Demir’in ziyareti olmasa öğrenemeyecektim… Neyi mi? Şengalli çocukların Suruç’da katledilen gençlerin mirasını devraldığını! Öğrendiğimde içimde bir şey ezildi. Hemen kalkıp kampa gidip çocuklara sarılmak geldi içimden… Öyle de yaptım…
Baran uzun yıllardır tiyatro ile ilgilenen, son bir yılını ise adeta Kobanêlilere ve Şengallilere adayan bir sanatçı… IŞİD’in Ezidi kırımı ve Kobanê saldırısı başladığı zamanlarda, herkesin bir şey yapma arzusundan bahsettiği o günlerde Suruç’a gelmiş… “Bir sanatçı olarak savaşı durduramasam bile yaralarına merhem olamaz mıyım?” diye düşünürken, kendini gençlere, çocuklara tiyatro ve drama eğitimleri verirken bulmuş. Çünkü ona göre “Sanat sağaltıcıydı… travmalarıyla başetmelerini ve yeniden umut etmelerini sanatla sağlayabilirlerdi!”
Uzun süre Suruç’daki çadırlarda Kobanêli çocuklara tiyatro ve drama eğitimleri vermiş… Elbette her şey kolay olmamış. Zira gençlerin kimi savaşa gitmek istiyormuş, kimi derin bir yas içindeymiş ve tiyatro anlamlı gelmemiş!.. Örneğin babası, iki ablası ve ağabeyi Kobane’de savaşan ve kendiside savaşa gitmek isteyen bir kız öğrencisinin kampta kalmasını ve yaşama tutunmasını sağlamak onun için hiç de kolay olmamış. Yine anne ve babası IŞİD’in elinde esir olan Silvîa’nın “Ailem o vahşilerin elindeyken, ben buraya gelip gülemem” sözlerini hiç unutmamış. Tiyatro Silvia’nın gülmesini sağlayamadıysa da pek çok Kobanêli, Şengalli gence ve çocuğa umut dağıtmış…
Baran bu ziyaretinde Diyarbakır Fidanlık kampındaki Êzidi çocuklarla bir süre önce “Oyuncak yapım atölyesi” oluşturduklarını, Suruç katliamının ardından çocukların yaptıkları oyuncakları Kobanêli çocuklara göndermeye karar verdiğini anlattı… Bu bana üç nedenle çok anlamlı ve kıymetli geldi: 1) çocuklar genelde oyuncaklarını birileriyle paylaşmakta istekli olmazken bu çocuklar kendi ürettiği oyuncakları yollayacaktı 2) Suruç da katledilen gençlerde yaşasalardı Kobanêli çocuklara oyuncak götürecekti. O gençlerin hayalini bu savaş çocukları üstlenmişti 3) onlarda savaş ve kıyım sürecinden geçmiş, onlarda “mülteci”, yaraları oldukça taze ve hala kendilerini güvende hissetmeyen bir topluma aittiler…
Oyuncak atölyesi aslında kamplardaki Şengalli ve Kobanêli çocuklar için yaratıcılığa dayalı bir rehabilite işlevi görsün diye düşünülmüş. “Kendi oyuncağını kendin yap” kampanyası etrafında Başak Kültür ve Sanat vakfı tarafından düzenlenmiş. Suruç’da gençlere tiyatro ve Drama eğitimi veren Barana’da “gel projeyle ilgilen” demişler. Bu teklif üzerine Baran İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Seçil Yaylalı’dan 5 günlük eğitim almış. Ardından döndüğü kampta 12 çocukla işe başlamış. Bu çocukları eğitmen olarak yetiştirmiş ve bu eğitmenler kamptaki tüm çocuklara oyuncak yapmayı öğretmekle yükümlü kılınmış… Eğitmen çocuklar şimdiye kadar 250-300 kadar çocuğa oyuncak yapımında destek olduklarını anlatıyorlardı. Ancak feodal değer yargılarının derin olduğu Êzidiler kız çocuklarını atölyeden alınca atölye erkek çocukların aktivite alanına dönmüş…
Bu çocuklar öyle harika işler çıkartmışlar ki, anlatmak yetmez görmek gerek. Kimileri teknoloji harikası, kimileri sanatsal incelik deryası... Kimi silah, kimi ev, kimi çadır, kimi iş makineleri, kimi hayvan figürleri kimi de hareket edebilen aletler yapmış. Ruh halleri ne ise o yansımış eserlerine…
Bekir Xelef’in çiçekler, müzik aletleri, ev ve beşik üretimleri incelik dolu… Zaten gruba katılırken “ben resim yapabilirim” diyerek katılmış ve grubun en iyi boyama ustası oluvermiş… Şehap Enter tam bir mucit. Çocukların pek çoğu gibi kullandığı tahta, şırınga ve tellerle seyyar el, çöp toplayıcı, hareket eden robotumsu aletler yapmış. Şehap’ın diğer çocuklardan farkı onun Şeyh çocuğu olmasıymış. Kastlık sisteminin güçlü olduğu Ezidilerde üst kastın çocukları diğerleriyle oynamaya bile gidemezken Şehap babasının da desteğiyle diğer çocuklarla oyun atölyesine devam edebilmiş.
Mucitlik ve yaratıcılık konusunda Haşim Namet’i de ayrı bir yere koymak gerek… Gruba katılmadan önce de kendi kendine aletler yapan, hareketli oyuncaklar üretmeye çalışan bir yanı varmış. En son uzaktan kumanda ile çalışan arabaların mekanizmasını söküp uzaktan kumandalı bir gemi yapmak istemiş. Ama henüz o istediği arabayı bulamamış… Mahir Ado’nun balık maketi ise yaraya tuz basar gibi acıtıyor: IŞİD’i büyük balık, onun ağzındaki Küçük balığı da Ezidiler olarak tanımlamış.
Güzel beşiğiyle İlyas Osman, silahı, baltasıyla Xalis Elyas, bebek yürüteci, taklacı çocuğuyla Emin David, at arabasıyla Emin, Kepçe ve iş makinasıyla Halil Ado, … hangisini anlatayım ki! Her birinin daha bu kısacık ömre sığdırdıkları hikayeleri, yaraları ve özel yetenekleri var... Bu çocuklar şimdi, kendileri ve kamptaki diğer çocuklar için ürettikleri oyuncaklarını Kobanê’ye göndermek için topluyorlar. Suruç’da katledilen gençlerin hayaline esaslı bir yerden sahipleniyorlar… Üstelik hala kendilerinin sahiplenme ihtiyacı orta yerde duruyorken… Teşekkürler Şengalli çocuklar. (YG/HK)