Pakistan'ın Pencap Eyalet Valisi Salman Tasir, korunmasından sorumlu olan bir güvenlik görevlisi tarafından öldürüldü. Cinayet ilk bakışta, "et kokarsa tuz basarsın, tuz kokarsa ne yaparsın" veya "insanları korumalardan kim koruyacak" türünden kafiyeli yorumlar yapılmasına çok uygun. Ama, dine dayandırılan terör ve baskıların, kitlesel katliamların giderek yoğunlaştığı Pakistan'da işlenen bu son cinayet, böylesine yüzeysel laflarla geçiştirilemeyecek önemde.
Eyalet Valisi Tasir, Pakistan Halk Partisi (PPP)'nin önde gelen isimlerinden biriydi ve üç yıl önce faili meçhul bir suikastte öldürülen Benazir Butto'nun yakın çalışma arkadaşları arasında yer alıyordu. Pakistan'ın idari yapılanmasında eyaletler ayrı eyalet meclisleri ile yönetiliyor ve eyalet valisi politik ağırlıklı bir konuma sahip. PPP'nin 2008 genel seçimleri sonrası kurduğu koalisyon hükümeti tarafından Pencap'a atanan Taseer, ülkenin istikrarsız politik ortamında PPP karşıtları ve bu arada İslamcı partilerden gelen eleştirilerin hedefindeydi. Kimi zaman bu eleştiriler özel yaşamına ve ailesine de uzanıyordu.
Bir testi sudan başlayan ve idama varan olaylar
185 milyon nüfuslu Pakistan'da yaşayan Hristiyanların sayısı 3 milyon dolayında; Ahmediler (*), Hindular ve diğer gayrimüslümlerle birlikte nüfusun yaklaşık yüzde 5'ini oluşturuyorlar. Yeşil-beyazlı ulusal bayraktaki dar beyaz bölümün Müslüman olmayan Pakistanlıları temsil ettiği söylenirse de, ne yazık ki, bu kesim için ülkedeki yaşam koşulları bayrakta simgelendiği gibi huzurlu değil.
Tasir, herkesin can korkusundan sindiği, kendi partisi PPP'den bile pek destek bulamadığı koşullarda, temel insan hakları doğrultusunda mücadele verme cesaretini göstermiş, bu mücadele medyadan ve ilerici çevrelerden destek görmüştü. Taseer, "İislama küfrettiği" iddiası ile yargılanan Hristiyan bir yoksul köylü kadını, Aasiya Bibi'yi idamdan kurtarmaya çalışıyor, Pakistan'da azınlıklar kadar Müslümanlar için de ciddi bir tehdit oluşturan "Dine Hakaret Yasası"nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunuyordu.
Aasiya Bibi 45 yaşında, okuma yazma bilmiyor. İki kız çocuğu ve kocası ile birlikte, 1000 kadar Müslüman ailenin bulunduğu bir köyde yaşayan 3 Hristiyan aileden biriler. Köydeki diğer kadınlar gibi o da bir toprak sahibinin çiftliğinde çalışıyordu. Çiftlikte, getirdiği bir testi suyu, Hristiyan olduğu için içmeyi reddeden ve onu aşağılayan iki Müslüman kadınla yaptığı tartışmadan birkaç gün sonra, bir kadın köyün imamına giderek Aasiye'yi şikayet eder. Kadına göre Aasiye, Müslümanlığa ve peygambere hakaret içeren sözler söylemişti. O gün Aasiye, müslüman köy halkının oluşturduğu kalabalık bir grup tarafından evinden zorla çıkarılır, köyün sokaklarında sürüklenir, toplu tecavüze uğrar, suçunu kabul etmeye ve af dilemeye zorlanır. Polis Aasiye'yi kurtarıyoruz diye alır, götürür ve sonunda çıkarıldığı mahkemede tutuklanan Aasiye birbuçuk yıl sonra idama mahkum edilir.
Cezaevinde vali ve idam mahkumunun basın toplantısı
Mahkemenin verdiği idam kararı, insan hakları savunucuları ve ilerici çevrelerde tepkiyle karşılandı. "Hakaret Yasası" yeniden tartışma konusu oldu. Pencap Valisi Tasir de bu tepkilere katılmış ve Aasiye'nin Cumhurbaşkanı tarafından affı için girişimlerde bulunmuştu. Vali, karısı ve kızı ile birlikte cezaevine giderek Aasiye'yi ziyaret etmiş ve cezaevinde yaptığı basın toplantısında Aasiye de konuşmuş, suçsuzluğunu bir kez daha dile getirmişti. Basın toplantısında Tasir, af dilekçesini bizzat Cumhurbaşkanına kendisinin ileteceğini ve affın onaylanacağına inandığını söylemişti.
Tasir'in bu girişimi, affın çözüm olmadığını, yasanın bütünüyle yürürlükten kalkması gerektiğini savunanlar tarafından yetersiz bulunarak eleştirilmişti. Buna karşılık mollalardan gelen tehdit çok daha açıktı. İslama hakaretle suçlanan iki kardeş hakkında beraat kararı verdiği için 1997'de öldürülen Lahor Yüksek Mahkemesi yargıcı Arif İkbal Bhatti'yi hatırlatıyorlar ve Aasia Bibi'ye destek veren hükümet görevlilerinin de böyle bir sondan kaçamayacaklarını söylüyorlardı. Taseer hakkında "katli vaciptir" fetvası o tarihte verilmişti.
Aasiya Bibi olayı dolayısıyla, Pakistan'da şeriat uygulamalarına karşı olan çevrelerin, insan hakları savunucularının, azınlık örgütlenmelerinin tepkileri güç koşullar altında da olsa medyada yer alıyordu. Zaman zaman Lahor ve İslamabat'ta gösteriler de düzenlenebiliyordu. Böyle ortaçağ mirası bir yasanın savunulamayacağı söyleniyordu. Kuşkusuz bunlar daha çok , ülkenin çok sınırlı bir kesiminin oluşturduğu elit ortamlarda yansımasını bulan gelişmeler.
Ülke genelinde "şeriat" baskısının ve "dinimize sövenler cezasını bulur" görüşünün egemen olduğu görülüyor. Koalisyon ortaklarının çekilmesi sonucu zaten sallantıda olan hükümet adına yapılan son açıklamalarda "Dine Hakaret Yasası"nda bir değişikliğin düşünülmediği belirtiliyor. Belki Taseer'in ölümü bazı sınırlı iyileştirmelere yol açabilecektir. Belki Aasiya idamdan kurtarılabilecektir. Ama Pakistan'da İslamcı baskıların süreceği ve bu arada "Dine Hakaret Yasası" ve benzeri uygulamaların, insanlar üzerinde bir tehdit unsuru olmaya devam edeceği anlaşılıyor.
Beraat edenlere de yaşam hakkı tanınmıyor
Pakistan'da "Dine Hakaret Yasası"nın başlangıcı, sömürge dönemine kadar gidiyor. İlk kez böyle bir yasa 1860'da çıkarılmış, daha sonra 1927'de Hindular ile Müslümanlar arasındaki çatışmaları önleme gerekçesiyle yasaya eklemeler yapılmış. 1986'da, İslamcı partilerle işbirliği yapan diktatör General Ziyaülhak döneminde yasaya idam cezasını öngören hükümler eklenmiş. Yasa bu haliyle, bütün dinlere değil, sadece İslama yönelik hakaret suçlarında uygulanıyor.
1927'den 1986'ya kadar açılmış "hakaret" davalarının sayısı 10 kadar. Oysa idam cezasının yasaya eklendiği 1986'dan sonra Kuran'a ve Hazreti Muhammed'e hakaret iddiası ile yargılananların sayısı 1000'i buluyor. Yargılananların yarısı Müslüman, yüzde 35'i Ahmedi, geriye kalanı Hristiyan, Hindu ve diğer dinlerden. Yargılanların çoğunun aslında kişisel çekişmeler, hatta arazi ihtilafları vb. nedenlerle böyle bir suçlamaya uğradığı ve yasanın azınlıklar üzerinde baskı kurmaya, İslami siyasi hareketleri güçlendirmeye yönelik olarak uygulandığı konusunda yoğun eleştiriler var.
Dine hakaret ettiği gerekçesiyle yargılananların çoğu, uzunca süreler tutuklu kaldıktan sonra suçsuz bulunarak salıverilmişler. Bugüne kadar "Dine Hakaret Yasası" uyarınca idam edilen olmamış. Mahkemelerden böyle bir karar çıkmamış ama, bu konuda suçlananlar üzerinde ağır baskılar, beraat etmelerine karşın sürüyor, hatta sonu linç olaylarına kadar varıyor. Kuran'a ve Hazreti Muhammed'e hakaret ettiği gerekçesiyle yakın zamanlarda 34 kişinin öldürülmüş olduğu, çok sayıda insanın konut ve işyerlerinin tahrip edildiği, mallarına el konduğu, yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldıkları basında çıkan haberler arasında. Bu gerekçelerle kiliselerin veya Ahmedilere ait dini yapıların tahrip edildiği ve yakıldığı, toplu veya bireysel linç olaylarının yaşandığı da biliniyor.
Şimdi hedefte Şerri Rehman mı var?
Tasir'den sonra İslamcı şiddetin hedefinde PPP'den bir kadın milletvekili, eski Enformasyon Bakanı Şerr (Şehrbanu) Rehman var. Rehman da Benazir Butto'nun yakın çalışma arkadaşlarından ve Pakistan'da kadın haklarını, basın özgürlüğünü savunan girişimleri ile tanınıyor. Parlamentoya, zinaya ilişkin yasanın değiştirilmesi, gazetecilerin tutuklu yargılanmasını öngören hükümlerin kaldırılması, aile içi şiddetin ve namus cinayetlerin önlenmesi konularında yasa teklifleri getirmiş ve bu tekliflerin yasalaşması için yoğun bir mücadele vermişti.
Şerri Rehman, geçtiğimiz aylarda "Dine Hakaret Yasası"nda hukuk dışı uygulamaları önleyen ve idam cezasını kaldıran bir değişiklik teklifini parlamentoya sundu. Zaten yıllardır demokrasi ve özgürlük yanlısı tavırları nedeniyle Rehman'a yöneltilen ağır eleştiriler, son yasa değişikliği girişiminin ardından, özellikle Tasir cinayetinden sonra açık tehdite dönüştü. Tasirr'i öldüren güvenlik görevlisine övgüler yağdıran Pakistan Taliban Hareketi (TTP)'nin sözcüsü şunları söylüyor:
"Bundan sonraki hedefimiz, parlamentoya yasa teklifini veren Şerri Rehman'dır. Dine yeni eklemeler getirmek istiyor. Bu girişimi destekleyen diğer politikacıları da radarlarımızdan izliyoruz. Bütün laik milletvekilleri ve politikacılar kendilerini her an izlediğimizi ve her an bizim için bir hedef oluşturabileceklerini bilmelidirler." (AŞ/EK)
_________________________________________
(*) Ahmediler, 19. yüzyılın sonlarında Hint yarımadasında Müslümanlar arasında ortaya çıkan bir tarikat. Pakistan'da ulema tarafından "sapkın" olarak görülen bu tarikatın mensupları, devletçe de Müslüman sayılmıyorlar.