Bugünkü konuşmasında, Gezi Parkı'nda "samimi hislerle" hareket edenlere seslenen başbakan, "Sizin masumiyetinize inanıyorum ve bizi Taksim Meydanı'ndaki aşırı uçlarla baş başa bırakmanızı istiyorum!" dedi.
Dün sabah Taksim'de saldırıya zemin hazırlamak için tezgâhlanan oyunda, molotof sallarken belindeki silahın kabzası nal gibi ortada duran ve Mutlu vali sivil olduğunu yalanladığı için sivilliğine iyiden emin olduğumuz kişilerden bahsetmiyor elbette başbakan. Onlarla zaten baş başa…
Bu isyanın kendi sözünü oluşturmasını, halkın taleplerinin duyulmasını, benimsenmesini sağlayan solcular başbakanın ve düzenin baş düşmanı. Başbakanın sözlerinin anlamı çok açık: Koyverin de yalanlarımla yarattığım puslu havada solu ezeyim diyor. Derdi, iktidarın tezgâhladığı oyunları solun üzerine yıkmak, bahaneyle sola saldırmak. Dünyanın gözü üstünde ya, gönlünce at koşturamıyor parkta. Bari, punduna getirip canının çektiğince bir saldırabilse meydana!..
Yandaş TV'lerdeki, gazetelerdeki yalan bombardımanının en önemli unsuru "masumiyet" ve "naiflik" pazarlaması. Aslında masum olan "bu işi" solcular kirletiyorlar; hesabımız sizin gibi iyiniyetli, örgütsüz ve tarafsız masumlarla değil, can düşmanımız olanlarladır diyorlar Gezi Parkındakilere durmadan.
Masumiyet hakkında bu kadar çok konuşmaya başlamaları, parkla meydanı ayrıştırmaya, birbirinden koparmaya çalışmalarından. Gezi Parkı sakinleriyle, Taksim Meydanı asileri arasındaki fark, onlara göre "masumiyet".
"12 Eylül'de kimse benim içimi yakmadı. Orada da gençler öldü ama onlar biraz yırtıcı geldi bana. 12 Mart'ta olan o masumiyet yoktu onlarda." demişti bir yazar vaktiyle. (*)
Masumiyeti "yırtıcı" olmamakta arayıp, aradığına rastlayamayınca da o dönemde anlatmaya değer bir şey bulamayan yazarlar, kabahate ortak oldular. Anlatmak lazımdı o yılları hâlbuki. En masumların, yeri zamanı geldiğinde en yırtıcı olanlar olabileceğini anlatmak lazımdı. Masumları görmezden geldiklerinden suskun kaldılar, günahımıza girdiler.
İktidarı sarsacak, bu kirli düzeni yerinden oynatacak olanın örgütlü sol olabileceğinin farkında onlar...
Herkes dostunu düşmanını biliyor. Masumların yırtıcılığının ne kadar korkutucu olduğunu hatırladılar. Hiç unutamadıkları kâbusu yeniden görüyor asla masum olmamış olanlar şimdi.
Günahkârların dilinin dönmediği 12 Eylül'ün hikâyesini de anlatıyor meydanlar şimdi (FÇ/HK)
(*) Yarın Yarın'dan 'Küçük Oyuncu'ya birçok kitabında 12 Mart’ın olduğunu ama 12 Eylül’ün olmadığını söyleyip 12 Eylül kendisine hiçbir zaman ilham vermediğini belirtir Müge İplikçi’yle söyleşisinde Pınar Kür. Söyleşi şöyle devam eder: "12 Mart niye verdi bu ilhamı onu söyleyeyim. Bir kere yaşım daha yakındı onlara. Bir de onlar gerçekten çok idealist ve çok masumdular. O masumiyetleri insanın içini yakar. Bir tek adam öldürülmedi 12 Mart'ta. Yani devlet öldürdü de. Bir tek insanı öldürmeden asıldı bu çocuklar, bombalandılar. Sinan, Deniz, Hüseyin, Yusuf, Mahir... Bunlar benim içimi yakan olaylardır. 12 Eylül'de kimse benim içimi yakmadı. Orada da gençler öldü ama onlar biraz yırtıcı geldi bana. 12 Mart'ta olan o masumiyet yoktu onlarda." Radikal Kitap Eki, 3 Nisan 2004 tarihli 163. sayısında Pınar Kür'ün Müge İplikçi'yle söyleşisi.