Sevda Alankuş ve Nadire Mater BİA/bianet'in ilk kuruluş günlerinde
Yıl 1997 ve galiba gri bir Ankara günüydü. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden iki asistan, bir akademisyen gerçekleşeceğini sadece bir gün önce işittiğimiz toplantıya koşturuyorduk ve “bir alternatif medya inisiyatifi” toplantısıymış bilgisinin peşinde.
Ben, İzmir’den Ankara’ya, mezun olduğum Fakültenin, Basın Yayın Yüksek Okulu iken erişkinliğini ilan edip İletişim Fakültesi’ne dönüşmüş binasına olmak üzere, henüz geri dönmüşüm... Yeni doçent olmuşum ve “kamuoyu”, “kamusal alan ve kadın” gibi konularda dersler veriyorum.
Jurgen Habermas’ın meşhur kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmemiş ama Ankara İletişim, kamuoyu dersinin onun kuramı ile eleştirisi üzerine kurularak verildiği galiba ilk iletişim fakültesi... Eser (Köker), Meral (Özbek), sonra ben, Beybin (Kejanlıoğlu) buradan anlatıyoruz dersi. Serde “siyaset bilimi” geçmişimiz ve “solculuk” var, eleştirel çalışmalar yapıyoruz ve karşı/alternatif-kamular ve onların medyasını konuşuyoruz ve Türkiye’den ''örnek arıyoruz'', diğer yandan da, bir bakıma, Türkiye’de ne kadar olursa o kadar işte, “fildişi kulelerimizdeyiz.” Dolayısıyla böyle bir toplantı nasıl kaçırılır?
Nadire ile işte yeniden, böyle karşılaşıyorum, Nadire Çiğdem olarak onu bildiğim İzmir günlerinden sonra İstanbul’da özellikle Nokta ve Sokak dergisindeki yazılarıyla onu, Nadire Mater olarak takip etmeye başlamışım, tanımış olmakla övünüyorum ama belki 10 yıldır hiç karşılaşmamışız. Kocaman gülüşüyle bir kucak veriyor bana o sabah, o gün bu gündür de ayrılmıyoruz... Sonra tabii o gün yanında “efsane” Ertuğrul Kürkçü, bir diğer “efsane” olarak da zamanın TMMOB başkanı Yavuz Önen var, bir de yerel radyoların ve televizyonları “korsan” da olsa patladığı, çokluğun yaşandığı ama “çoğulculuğun” olmadığı (ki hala öyle) günlerin, bunu dert edinen, ayakta kalmaya çalışan yerel medya temsilcileri.
Yani 1980’de üzerinden buldozer geçmiş gibi olan sivil toplumun alternatif kamularının sözcüleri, sözcüklerinin sahipleri aynı dert etrafında birleşmişler ama bir biçimde işte sadece üç (benim dışımda Sevilay ve Gülseren de var) akademisyenin katılımıyla gerçekleşiyor bu ilk Bia’nın temelinin atıldığı toplantı ve sahiden tarihsel nitelikte.
Bilgisayar ortamında benim “alternatif” deyip durduğum onların “bağımsız” dediği bir haber sitesi kurup, imece usulüyle haber paylaşma, seslerini duyuramayanların ve onların örgütleri STK’ların sesi olma hayali sahiden hayal, çünkü bilgisayarlarla elbette tanışmışız ama, onun siber uzamında nasıl bir server üzerinde olunacak vs. vs. “uzmanlar” anlatıyorlar. Kürkçü, yanlış hatırlamıyorsam “50 dolara bir server kiralamamız, orda misafir olmamız mümkün” gibi bir şey diyor, ama bu pek çok yerel medya kuruluşu için sahiden hayal o zaman, ama yokluğun yaratıcılığının da sınırı yok, bizim gibi ülkelerde... Mesela, sonradan Siirt’te Mücadele gazetesinin sahibi, editörü, muhabiri Cumhur Kılıçcıoğlu, yaptığımız toplantılardan birisine ben de artık web’deyim diye geliyor. Sahiden de web’de, bütün sayfaları scan edilmiş haliyle...
Neyse... BİA projesinin bir ayağını yerel medya eğitimleri oluşturuyor ve ben bu eğitimlerin koordinatörü, danışmanı olarak buluyorum kendimi. Ankara İletişim’de prova mahiyetinde ilk eğitimimizi düzenliyoruz. Ben dekan yardımcısı olarak organizatör konumundayım ve çok heyecanlıyım bu ilk yerel gazeteciler eğitimi buluşmasında.
O kadar ki, her şey yolunda olsun telaşımı, öğle yemeğinde karşımda oturan yerel gazetecinin, hani memnun olsun kabilinden çorbasına birden karabiber dökerken kendimi bulmaya kadar vardırıyorum. O da haklı olarak hayretle bakıyor ve “ben biberli çorba içmem” diye beni tersliyor. Ama katılımcılarımızdan çok olumlu tepkiler alıyoruz ve artık bölgelere giderek yürüteceğimiz bu eğitimler beni sonra “BİA kitaplığının dokuz kitabının editörü ve Önsöz-cüsü kılacak. Bu eğitimlerle, pek çok meslektaşım, anaakım medyadan işinin en düzgünü gazetecilerle birlikte eğitmen olarak bütün bölgeleri en az üçer dörder defa gezeceğiz, yaklaşık 1200 kadar yerel gazeteciyle buluşacağız ve aslında kendimiz de eğitileceğiz. Kitaplarımız da sadece yerel gazetecilerin değil, iletişim hocalarının ve öğrencilerinin başucu kitabı haline gelecek.
Bundan sonrasında ise zaten, benim akademik hayatımla, bia hayatım arasında bir fark yok. İlgili akademik literatürden hareketle “olması gerekeni” ararken, yanı başımda bulmuşum ve uygulamanın bizzat içinde olma imkanı yakalamışım bırakır mıyım hiç? Yani bir bakıma benim akademik olarak erginleşmem BİA ile oluyor. Misal, BİA kare ile ikinci aşamaya geçtiğimizde, başından beri yapmakta olduğu haberciliğin adını BİA, “Hak odaklı habercilik” olarak koyarken, eğitimler sırasında ipin ucundan tutanlar olarak hep birlikte teorize ediyoruz bunu ve kanımca kıymetli bir katkımız oluyor böylelikle literatüre. “Etik ve politik olarak sorumlu gazetecilik” çerçevesinde “Hak odaklı habercilik” yapıyoruz diyoruz yaptığımıza ve Türkiye’nin politik ve kültürel bağlamı ile medya ortamında kendine özgü bir “alternatif/bağımsız” medya modeli temsil ediyoruz •.
Giderek de BİA, İletişim Fakültelerinin hantal yapıları içinde eleştirel çalışmalar yapanların ilgi alanın da olup da, henüz yerini bulamayan çalışma konularının ve başka türlü habercilik arayışlarının konuşulduğu, tartışıldığı, eğitiminin verildiği bir “okula” dönüşüyor. Kadın, çocuk, insan hakları odaklı habercilik kavramlarını akademik dünyaya hediye ederken, başka ülkelerden sesleri bize ulaşan yurttaş gazeteciliği (Ragıp Duran ve İncilay Cangöz), barış gazeteciliği (Esra Arsan, Sevda Alankuş); “Çocuk odaklı habercilik”, “Kadın Odaklı habercilik” başlıklı olanların yanında ilk defa bu “okulda” dillendiriliyor, eğitimi veriliyor ve en güzeli de buradan iletişim fakültelerine yayılıyor.
Bu arada uluslararası olarak bilinmek anlamında (ki IPS bağlantımız ve dünyanın her yerindeki BİA dostları nedeniyle bu başından beri hep vardı), bir köşe taşımızı da, 2006 yılında İstanbul’da “Başka bir İletişim Mümkün” sloganıyla gerçekleştirdiğimiz, Uluslararası Bağımsız Medya Forumu oluşturuyor. İgnacio Ramone bizzat gelemiyor ama bu konferansta “radikal alternatif medya” sonraları “toplumsal hareketler medyası” kavram ve kuramlarının ilk ismi John Downing, barış gazeteciliği üzerine çalışmaların önde gelen isimlerinden Dov Shinar ile birlikte davetli konuşmacılarımız arasında oluyorlar. Forumda bütün dünyadan ve Türkiye’den alternatif habercilik yapanlar buluşuyor, bu alternatif/bağımsız medya üzerine ülkedeki ilk uluslararası/ulusal buluşma oluyor. Konuşma metinleri Sevilay Çelenk (Özen) tarafından iki dilde olmak üzere kitaplaştırılıyor. Bu arada Kadın Odaklı Habercilik kitabımız da İngilizce (Gender focused Journalism) e-kitap olarak da yayınlanıyor.
Akademik hayatımla, BİA pratiği öylesine örtüşüyor ki, kaç uluslararası konferansta BİA ve Hak Odaklı habercilik anlattığımı hatırlayamıyorum. Sonra, BİA, John Downing’in editörü olduğu, Sosyal Hareketler Medya Ansiklopedisi’nde Türkiye’den bir karşı-hegemonik medya örneği olarak yerini buluyor. Bu arada Türkiye’nin —ömrü çok uzun olsun— en uzun soluklu projesi, tercih edeceğiniz literatüre göre “yurttaş medyası”, “bağımsız medya”, “alternatif medya” örneği olan BİA, elbette alternatif-kamular ve medya çalışan başka akademisyenlerin uluslararası makalelerinin (Beybin Kejanlıoğlu) konusu oluyor, üzerine iki yüksek lisans tezi ile bir doktora tezi yazılıyor.
“BİA okulu” ise iletişim fakülteleri son sınıf öğrencilerinin katıldığı “Okuldan Haber Odasına Programı” (OHO) ile sürüyor ve yedincisini tam Gezi direnişlerinin ikinci ayına gelen günlerde yapıyoruz. Derdimiz, gazeteci adaylarının tam yaygın medyada çalışmaya başlamadan önce, hak odaklı haberciliğe, barış gazeteciliğine “yakalanmalarını” sağlamak iken, bu son OHO’da, biz onların peşinden koşuyoruz. Bir kez daha öğretirken öğrenerek ilerliyoruz. Böylelikle genç gazeteci adayları; mesleklerini hep “etik ve politik olarak doğru” yaptıkları için ana akım medyanın merkezinde var-kılınmamış gazeteciler; derdi her dönem çehresi değişen baskılara rağmen Türkiye’deki medya ortamının demokratikleşmesi olan akademisyenler, buluşmanın, birlikte konuşmanın, çoğullaşmanın tadını hep BİA’nın sunduğu ortamlarda çıkarıyoruz.
En sonra, geçtiğimiz Ağustos ayında birden ben kendimi, üniversitemden “atılmış” olarak buluyorum, ironidir; hiç söylemediğim halde anaakım medyada “telefonla işine son verilen dekan” olarak haber olurken, bir tek bianet işin aslı astarını yanıltmaksızın haberleştiriliyor; ''telefonla işime son verilmediği'', ''işime son verildiğini telefonla öğrendiğim'' nüansı korunuyor. Bu arada yine ironiktir, zaten görevime son verilmiş olduğu halde, görevime sonradan son verilmiş gibi yapılmasının nedeni de biaanet dışındaki medyanın yaptığı bu “hak ihlali yapan” haberler kılınıyor.
“Akademik hayatımla BİA hayatım iç içe geçti tam 1997’den bu yana” demeye çalışmıştım. Bu son “iş tecrübesi” bana, kalıcı olanın hayatın pratiğinde kendine yer bulabilmiş akademik tecrübe olduğunu öğretiyor, değil mi ki, Ekşi Sözlük’te benim için “BİA eğitmeni olması yeter” denilmiş. Şimdi BİA bana teşekkür etmeye karar vermiş, bu eşsiz tecrübe için asıl ben sana teşekkür ederim BİA... (SA/EKN)
• Bununla ilgili tartışmalarımızın olduğu çeşitli makalelerden bir kaçı için, BİA kitaplığının Medya, Etik ve Hukuk; Gazeteciliğe Başlarken başlıklı kitaplarındaki yazılar ile Hrant Dink Vakfı tarafından Mahmut Çınar’ın editörlüğü ile yayınlanan Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar ve Tartışmalar kitabındaki, “Başka” bir Habercilik İhtiyacı ve Hak Odaklı Habercilik başlıklı yazıma bakılabilir.