Benim algımda mı bir sorun var, yoksa ortada bir sorun var ama diğer sorunların yanında önemsiz kalıyor ondan mı, ya da hiç aklıma gelmeyen bambaşka bir nedenden mi bilmiyorum, ama son zamanlarda üst üste yaygın medyada çıkan birkaç haber kafamı çok karıştırdı (Ya da netleştirdi, bilemiyorum. Bunu bilemediğime göre karıştırmış olsa gerek).
Önce, Recep Tayyip Erdoğan’ın, Müslüm Gürses’in hastane borçlarını sildirdiğine ilişkin haberi gördük. Kaynağına, muhabirine bir türlü pek net olarak ulaşamadığım bu haberde şöyle diyor:
Gürses’in son albümü “Veda”nın yapımcısı Medeni Uçar, Başbakan’ın sanatçının hastane borçlarını sildirdiğini açıkladı: “Başbakanımız, ziyaretinde sanatçının hastaneye olan 600 bin TL’lik borcunu sildirdi.
Bu haber 4 Mart sabahı yayılmaya başlamıştı ki, 6 Mart sabahı bir başka haberi duyuruyordu gazeteler:
“AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış , ‘oğlum bak git’ diyen temizlik işçisinin aldığı 720 liralık para cezasını kendisine ‘ilham olduğu’ gerekçesiyle ödeyeceğini açıkladı. Bağış, “Eğer böyle bir ceza varsa o cezanın maddi külfetini üstlenmeye hazırım. Kendisiyle iletişime geçildi, süreci takip ediyoruz” dedi”.
Ardından gün henüz öğleni bulmadan üçüncü bir iktidar-para ilişkisi sıçradı meydana: zengin olması bir yana, para saymaktan arta kalan zamanlarında aynı zamanda Sosyal Güvenlik Bakanlığı da yapan Faruk Çelik, “800 lira büyük para. Geçinilmez diye bir şey yok. Eğer ona mahkûmsanız 800 lira da büyük paradır. Geçinirsiniz.” dedi işin en özet haliyle. Çok üzüldüm kendisine, cebimizdeki (o da en iyi ihtimalle maaşın yattığı ikinci gün) 800 lirada kalmış gözü. Umarım kendisine de kısmet olur aylık 800 lira.
Son olarak da 9 Mart günü ajanslara düşen “Erdoğan Bayraktar çocuklara 100-200 TL harçlık verdi” haberi çekti dikkatleri. En az 50 TL verdiği ve yaklaşık 50 çocuğa harçlık dağıttığı ifade edilen Bayraktar (bir başka deyişle bir çırpıda en az 50x50=2500 TL dağıttığı), televizyonda yer alan haberlerde elinde bir balya banknotla görüntüleniyor. Vereceği 4 banknotla, bir asgari ücretli çalışanın bir aylık emeğini anında gösteri sadakası niyetine saçabiliyor. İslami medyadan da tepkiler alması elbette normal, bununla birlikte Bayraktar’ın para saçtığına ilişkin haberlerin ona gösterilen (eğer varsa tabii) başka tepkilerden çok daha baskın şekilde sunması ise her ne kadar norm olsa da kelimenin tam anlamıyla fantastik!
İlk iki olaya baktığımız zaman, hem temel bir benzerlikleri, hem de bir farkları var. Benzer oldukları nokta, muktedirin, aklına estiği zaman o elinin altındaki sınırsız maddi kaynakları kullanarak canının istediğini, yine istediği gibi himaye etmesi. Aradaki fark ise, olaylardan birinin –ayrıca değinilmesi gereken- hukuki bir niteliği varken, diğerinde bunun söz konusu olmaması.
Bana sorarsanız, ilk olayda çok daha ciddi bir soru işareti veya İngilizcedeki ifadesiyle odada kocaman bir fil var: Bir anda kaybolan 600 bin TL! O kadar parayı bir arada asla görmedim ama sanırım hacmi de bir fil kadar eder zaten herhalde? Başbakanın bile aldığı maaşını, bir kuruşunu harcamadan 25 ay boyunca biriktirmesini; asgari ücret alan birinin ise doğduğu andan itibaren aynı şekilde birikim yaparak 64 yılını harcaması gerektiğini düşünün. Aynı zamanda bunun bir “hastane masrafı” olduğunu ve her şeye kadir Recep Tayyip Erdoğan’ın bir emriyle bunu sildirebildiğini. Neden, ama daha da önemlisi nasıl? Kendi cebinden mi ödüyor, SGK’ya mı bir kıyak yaptırıyor, zorunlu bağış mı yaptırıyor, dayısına mı söylüyor, Faruk Çelik zaten herkese fazla gelen 800 liraları üst üste dizip kendisine ikram mı ediyor, ödemeyi nasıl yapıyor? Hiçbir şey belli değil, ama duyulan/bilinen, 600 bin TL tutarındaki bir parayı bir çırpıda yoktan var edip, varken yok edebilecek kudrete sahip olduğu zat-ı âlinin. Yetenek-sizlik şovlarında finale layık performans! Yarışmadaki garibanlar madeni 1 TL’yi kaybedip de kulağımızın arkasından çıkarmaya çalışırken, Erdoğan kaşla göz arasında ne kulağımızın arkasını bırakıyor ne uç uca dizsen bilmem nereden nereye yol olacak büyük ikramiye tutarındaki parayı. Valla bravo! “Nereden buldun?” yasası bile söz konusu değilken “Nereye kaybettin?”i kimse merak etmiyor nasılsa...
Üst üste gelen bu dört olayın bence gösterdiği çok net bir şey var; iktidarın çoktandır memleket sınırlarındaki her kuruş üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak inanılmaz bir hakimiyeti var ve bunu, kendini layık gördüğü yarı-tanrı konumunu pekiştirmek için medyayla birlikte çok etkili bir şekilde kullanıyor. Esirgeyen oluyor, yoksul(laştırdık)larını esirgiyor; bağışlayan oluyor, yüz binlerce liralık borcu bağışlıyor... Her şeye kadir olan hükümet, canı ister, yeni para birimiyle bile ‘milyon’la ifade edilecek parayı yok eder, canı ister adalete olan borcumuzu sildiriverir… Bu “para babası” ve herkesin avuç açtığı “devlet baba” figürünü pekiştirenlerin de yine hep iktidarın erkek kanadı olması da elbette bir tesadüf değil, ancak bu başlıbaşına başka bir yazı konusu.
‘Adalet’in nerede olduğunu bilemesek de, ‘kalkınma’nın kimi kalkındırdığı, semirttiği kimi sömürttüğü yeterince açık sanıyorum? (MSR/HK)