Asgari ücret, bu yıl da yine, bu ücret sistemini doğuran maddi koşullardan soyutlanarak, yalnızca ücret miktarı üzerinden tartışıldı. 2012 ilk yarısı için 27,90 TL'den 29,55 TL'ye yükseltilen brüt asgari ücretin, (net ele geçen asgari ücret 23,37 TL) insani yaşam koşullarının çok altında olduğu muhakkak.
Fakat asıl sorun, "asgari ücret ödeme-asgari ücretli işçi çalıştırma sistemi"nin Türkiye'de çalışma hayatının, temel kuralı ilişkisi haline gelme tehlikesi.
"Asgari ücret sistemi"ndeki çalışanlar, artık ücretli istihdam toplamının neredeyse yarısına yakınını oluşturuyor. 2001 ekonomik krizi ile belirgin biçimde artan asgari ücretle çalışan sayısı, 2008-2009 krizinde ücretli çalışanların en önemli ana gövdelerinden biri haline geldi.
Sosyal Güvenlik Kurumu, Türkiye İstataistik Kurumu (TÜİK), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ve bazı işletme anketlerinden derlediğimiz verilere göre bu eğilim 2010 ve 2011'de de devam etti, asgari ücretle çalışanlar Türkiye'deki toplam emekçi kitlesinin yüzde 46'sına ulaştı.
1990'ların başında asgari ücretle çalışanlar toplam çalışanların yüzde 25 civarında olduğuna işaret edersem, sanıyorum, sorunun çok ciddi olduğunu belirtmiş olurum.
Yabancılaşma da artıyor
Bu durum, çalışanların işyerlerinde "asgari ücretliler-daha yüksek ücretliler" biçiminde, farklı ücret sistemleri ile bölünmesini derinleştirirken, "yabancılaşma"yı da yaygınlaştırmış oluyor.
Meclis'e sendika bürokratı kontenjanından katılan Adalet ve kalkınma Partili (AKP) eski Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) Başkanı Salim Uslu ile eski Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Süleyman Çelebi'nin milletvekillerine yapılan 4 bin TL'lik zammı eşitsizliğin ve ücret çelişkisinin telafisi olarak ifade etmeleri (Milliyet, 25 Aralık 2011) buna karşılık, gerek Hak-İş'e bağlı işyerlerinde, gerekse DİSK'e bağlı işyerlerinde 'asgari ücret' temel ücret ilişkisi haline gelirken her iki eski sendika bürokratının, 'eşitsizlik sorununu' kendi emekli maaşları üzerinden tanımlamaları, yabancılaşmanın boyutlarını göstermesi bakımından çok anlamlı.
Bu iki milletvekiline de hizmet eden beş binin üzerindeki Meclis personelinin altı farklı ücret sistemine tabi olduğunu belirtirsek, eşitsizliğin bizatihi Meclis'te bile nasıl keskin olduğunu görebiliriz.
Diğer yandan, DİSK'in başkanı iken, simiti sürekli temel bir figür olarak kullanarak, "asgari ücret mağdur ediyor" şeklinde düzenlediği yarı "teatral", "yıllık sefalet edebiyatı" gösterileri (DİSK bu medyatik gösteriyi sürdürüyor) yapan Süleyman Çelebi'nin milletvekili emekli maaşlarına zammı "mağduriyetin giderilmesi" olarak savunması, hiç kuşkusuz trajik olduğu kadar da komik de. Ve sendika bürokrasisinin, devlet bürokrasisine intikalinin ne kadar, pürüzsüz, kolay, steril olduğunu ortaya koyması bakımından da çok öğretici.
Asgari ücretin düzeyinin düşük olması ve emekçilerin yaklaşık yarısının temel ücreti olması ortalama işçi ücreti ile asgari ücret arasındaki makasın da kapanmasına yol açtı. 2000 yılında ortalama ücret, asgari ücretin 2,2 katı iken 2011 yılında 1,55 katına gerilemiş durumda. 1990'ların başında ise bu oran 2,8 kat kadardı.
İşçi hareketi yükselirken asgari ücret
Geliniz, geçmişe (hafıza) uzanalım ve asgari ücretin işçi mücadelesi içindeki tarihi yerine kısaca bir göz atalım. Yaklaşık 40 yıl önce 1960'ların sonunda asgari ücret uygulamaya konulduğunda resmi (hukuki) ve siyasi iki temel amacı vardı.
Bir; en vasıfsız işlerde ücretin belli bir düzeyin altına düşmesini önlemek ve bu ücretin prim, vergi vb. ile kayıt altına alınmasını sağlamak. O dönem işçi hareketi hızla gelişiyordu ve sanayi işçilerinin çok önemli bir kısmı, toplu sözleşmelerle yüksek ücret almaya başlayarak, ücretlerin ortalama düzeyini çok önemli ölçüde yükseltmişlerdi.
Vasıflı işçilerin ücreti de önemli ölçüde yüksek düzeydeydi. Asgari ücret, bu sürecin tamamlayıcı bir unsuruydu. Toplu sözleşmeden şu veya bu nedenle yararlanamayan, işçilerin özellikle de vasıfsız işçilerin çalışma normlarını düzenleyici bir işlevi vardı.
İki; asgari ücret, yasal çalışma süresi olan günlük '7,5 saatin ücreti' olarak belirleniyordu. Bu sürenin üzerindeki çalışmalar, farklı olarak ücretlendirilmek zorundaydı. İşçi hareketinin canlı ve örgütlü olduğu koşullarda, asgari ücret düzenlemesi gerçek bir 'kazanım'dı.
Kazanımın en önemli üç noktasını belirsiz saate sahip çalışma süresinin 7,5'la sınırlanması, sigorta primi ödenmesi ile sosyal güvenlik hakkının getirilmesi ve asgari ücretin 'daha alt düzeyde ödenemeyecek ücret' olarak belirlenmesi oluşturuyordu.
Mücadele gerilerken asgari ücret
Asgari ücrete ilişkin yasal çerçeve kuşkusuz hareketin zayıfladığı koşullarda, kazanımları tırpanlayacak işlev görebilirdi. Gerçekten de 1995'ten itibaren işçi hareketinin geri çekilmesi ile asgari ücret genel kazanımları tırpanlayan bir işlev görmeye başladı.
2001 krizinden sonra bu tırpanlama işlevi belirleyici bir konuma yükseldi.
Son 10 yılda bu tırpanlama işlevinin iki önemli eğilimine (sonucuna), asgari ücretin ortalama ücret işlevi görmeye yönelmesini ve ücretli çalışanların neredeyse yarısının asgari ücretli olmasına yukarıda değindik.
Bu iki eğilim güçlenerek devam ediyor. Bu iki eğilimin hızı hiç değişmeden devam ederse önümüzdeki beş yılda asgari ücret-ortalama ücret makası 1,4'e gerileyebilir. Asgari ücretlilerin toplam ücretliler içindeki payı da yüzde 50'yi aşabilir.
Sendika bürokratlarının sefalet edebiyatı, teatral simit-çay-asgari ücret gösterileri, sendika 'uzmanları'nın asgari ücretle kaç gram simit alınır gibi ince istatistikleri de maalesef bu eğilimi değiştiremez.
Asgari ücret aylık değil, günlük ücrettir!
Diğer yandan, Asgari Ücret Yönetmeliği'nde bile açık biçimde "asgari ücretin, bir günlük ücret olarak saptanması asıldır" hükmü olmasına, yani çalışma süresinin aşılmaması gerektiğine işaret edilmesine rağmen, sendikaların konuyla ilgili tartışmaları aylık ücretin yüksekliği, düşüklüğü veya "açlık sınırı"na uzaklığı gibi çok dar bir ekonomik zemine hapsetmeleri, asgari ücretin ortalama ücret olması eğilimine işlevine muazzam bir meşruiyet sundu.
Hatta işveren örgütlerinin, 'asgari ücretle çalışmaya razı milyonlarca insan varsa tabi ki bunlar çalıştırılır' iddiasına güçlü bir gerekçe de sağlıyor.
Halbuki gerek asgari ücretin düşüşü, gerekse ortalama ücretin gerilemesi çalışma koşullarının ağırlaşmasının ve uzun çalışma sürelerinin emek sürecinde daha çok hakim hale gelmesinin bir sonucu.
Asgari ücretin aylık olarak artışı eğer ağır çalışma koşulları değiştirilmez ve uzun çalışma süreleri aşağıya çekilemezse gerçek bir kazanım anlamına gelmez.
Kaldı ki, her iki koşul değişmeden asgari ücretin artması, teorik olarak mümkün olsa da 'düşük ücret-uzun süreli çalışma'nın hakim hale geldiği mevcut sermaye birikim sürecinde pek mümkün görünmüyor.
Bilhassa uluslararası piyasalarda rekabet gücünü genel ücretler düşerken, yüksek verimlilik artışı elde edilmesine dayandıran Türk sermaye sınıfının mevcut asgari ücret düzeyini bile çok bulması ve çalışma sürelerini esnek istihdamla artırmayı ısrarla talep etmesi karşısında, asgari ücretin yüksek düzeyde artışı, çalışma koşulları değiştirilmeden mümkün olamaz.
Meclis'te, 2012 bütçe görüşmelerinde bazı milletvekilleri Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e "Asgari ücret 1.000 lira olursa devlet batar mı?" diye sorunca, Bakanın "Türkiye batmaz ama firmalar batar" diye cevap vermesi de (Radikal 21 Aralık 2012) bu durumu teyit ediyor.
Diğer yandan uzlaşmacı teslimiyetçi (sağ veya sol) sendika bürokrasi de asgari ücretin reel artışı için böylesi bir genel mücadeleyi örgütleme kapasitesine sahip değil.
Sefalet edebiyatı gerçekleri gizliyor
Bütün bu gerçeklikler, asgari ücretin önemli ölçüde artırılmasının önemine işaret ediyor, hiç kuşkusuz. Ama asgari ücreti bir 'sistem' olarak öne çıkartmak, yani genel ücret mücadelesinin bir unsuru olarak öne çıkarmak yerine, yalnızca aylık ücret miktarı ile yetinenler emek sürecinde asgari ücretli ödeme sisteminin meşrulaşmasına, hiç kimsenin yapamayacağı kadar yardım etmiş oluyorlar.
Böylece, büyük işyerlerinden, küçük işletmelere, plaza ve alışveriş merkezlerinden, turistik otellere kadar hemen her sektörde çalışan yaklaşık altı milyon emekçinin çalışma koşullarının, çalışma sürelerinin, iş güvencelerinin gözlerden saklanmasına da katkı sunuyorlar.
Asgari ücret sistemi, öyle görünüyor ki milyonlarca emekçinin içinde olduğu bir realite. Ama bu realitenin mutlak bir kural olarak kabul edilmesinin önüne geçilemezse, önümüzdeki beş yıl içinde asgari ücret, bu ülkenin 'temel ücret sistemi' haline gelmesine yol açacak görünüyor.
Ve asgari ücret emek sürecinde kuralsız-kontrolsüz çalışma ile ele ele yürüdüğü için çalışma süreleri başta olmak üzere, çalışma koşullarının ağırlaşmasına önemli bir katkı da sağlanmış olacak.
Bu nedenle esas hedef, ortalama ücretin artırılması, çalışma koşullarının değiştirilmesi ve çalışma sürelerinin düşürülmesini temel almak zorundadır. Emek sürecinin işçi kontrolüne geçmesi ancak bu şekilde mümkün hale gelebilir.
Bu mücadeleyi emek sürecinin bütününde gerçek bir değişimi hedefleyerek sürdüren işçiler ve siyasetçiler asgari ücretli-diğer ücretli ayrımını ortadan kaldırılmasına katkı sağladıkça, asgari ücretli milyonlarca emekçinin temsiliyetini kazanmış olacaklar. (AEB/HK)
* Ali Erhan Bilgin İktisatçı ve sosyal politika uzmanı