Arzu Tramvayı, Hira Tekindor’un yönetimi ve prodüksiyon kalitesiyle göz doldururken Zerrin Tekindor’un hem yaşayan hem de insanüstü performansıyla ayakta alkışı hak ediyor.
Tennessee Williams'ın 1947 tarihli ve Pulitzer ödüllü oyunu A Streetcar Named Desire; zalimliğin zarafete, kâbusun sihre, gerçeğin hayallere galibiyetini anlatır. Bizde İhtiras Tramvayı olarak da bilinen oyun, Türkiye'de 1982’de Yıldız ve Müşfik Kenter tarafından sahnelenmiş olsa da çoğu nesil tarafından Elia Kazan’ın aynı adlı filmiyle özdeş hâlâ. 1951’de vizyona giren yapım, ertesi sene de 12 dalda Oscar’a aday olmuştu. Vivien Leigh’e En İyi Kadın Oyuncu, Karl Malden’e En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Kim Hunter’a En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü getirmiş ve En İyi Sanat Yönetimi dalında da ödül kazanmıştı. Dolayısıyla zihnimizde zamanın ötesinde bir oyun ve oyunculukları referans olmuş bir film var.
Yurt dışında defalarca sahnelenmiş ama Türkiye’de çok bilinmesine rağmen sahnelenmesinin üzerinden 35 yıl geçmiş bir oyunu, seyirciyle yeniden buluşturmak başlı başına büyük bir iddia. Bir de üstüne oyunculukları zirve yapmış bir filmin gölgesi söz konusu. Ve bu noktada karşımıza büyük bir prodüksiyon, güçlü oyuncu kadrosu ve oyunun ruhunu koruyup üzerine kişisel dokunuşlar yapabilmiş bir yorum çıkıyor. Haluk Bilginer’in Türkçeye çevirdiği Arzu Tramvayı, BKM & ID İletişim ortak yapımı. Zerrin Tekindor, Onur Saylak, Şebnem Bozoklu, İbrahim Selim’den oluşan kadroya sahip. Ve Hira Tekindor’un yorumu da, sahnede oynanandan ziyade sahnede yaşananı merkeze almakta. İsim olarak çok güçlü istek, tutku anlamına gelen ‘ihtiras’ yerine istek/heves anlamına gelen ‘arzu’nun seçilmiş olması da bunu destekliyor.
Zerrin Tekindor olağanüstüden de öte
Kuşkusuz Arzu Tramvayı’nın en büyük avantajı, Zerrin Tekindor’un kendini karakterine adamışlığı. Yaklaşık beş yıl önce, Hira Tekindor’un ilk yönetmenliği olan Kim Korkar Hain Kurttan’da da anne-oğul işbirliğinin ne kadar uyumlu ve verimli olduğuna şahit olmuştuk. Çok daha büyük bir prodüksiyonda bu seviye daha da yukarı çıkıyor.
Zerrin Tekindor karakteristik yüzünün avantajını kullanmak yerine her rol için kendini yeniden yaratan bir oyuncu. Bu yüzden, özellikle oyunculuğun arenası olan sahnede onu izlemek büyük bir ayrıcalık. Tekindor, yaşadığı evlilik trajedisinin ve annesinin ölümünün ardından gerçeklere değil gerçek olmasını dilediklerine sarılan Blanche DuBois’u canlandırmıyor; tam anlamıyla yaşıyor. Elia Kazan’ın filmini izlerken hissedilen o teatral doku, bu oyunda tiyatrodaki sahiciliğe dönüşüyor. Bu açıdan Tekindor’un şimdiye kadar Blanche’ı canlandırmış tüm oyunculara meydan okuduğunu söylemek, abartı olmaz.
Bu noktada dekordan söz etmekte fayda var. Sokağı, sahnenin en ön kısmına taşımak, oyuna dinamizm ve seyirciye de farklı bir bakış açısı getirmiş. Lakin sokağa alan açmak için ev içi iyice geriye çekilince oyuncuların seyirci tarafından, özellikle orta ve arka sıradakiler için görülebilirliği biraz azalmış.
Rüya takımı gibi bir kadro
Arzu Tramvayı’nın kadrosu adeta bir rüya takımı. Zerrin Tekindor’un insanüstü performansı ister istemez ‘o ve oyuncu kadrosu’ şeklinde bir ayrım oluşturuyor sahnede.
Şebnem Bozoklu, mağdurluğundan çıkmak istemeyen kardeş rolünde gayet başarılı. Onun kendi öyküsünü, bağımsız bir oyunda izleme merakı uyandırıyor seyircide.
İbrahim Selim için de aynı vurguyu yapmak mümkün. Yer yer Karl Malden’den daha hassas ve nahif bir yorum katmış karakterine.
Marlon Brando’nun kaba saba, maço Stanley Kowalski’si oyunda Onur Saylak’a emanet edilmiş. Ve Hira Tekindor, değişiklikleriyle ve oyuncu seçimiyle en büyük riski bu rolde almış. Ezilmiş kız kardeşte değil ama maço kocada bu yerellik hissediliyor. Zira fizik ve sima olarak alışılmış Brando tarzından farklı bir Stanley Kowalski var sahnede. Oyun ya da filmdeki Polonya kökenli koca ile bizdeki kıran döken, söven döven erkek tipinin birleşimi sanki izlediğimiz. Saylak ne Brando gibi vücut hatlarıyla öne çıkıyor (tam tersine fiziken tipik Türk erkeği imajına uygun) ne de tepkileriyle limitleri çok çok zorluyor. Arzu Tramvayı’nın final kısmında filme değil, orijinal esere bağlı kaldığını da not düşelim.
2,5 saati bulan Arzu Tramvayı, ‘2,5 saat daha olsa da izlesem’ denecek bir oyun. Sahnede öyle bir Zerrin Tekindor var ve oyunun ruhu öyle zarif bir mağlubiyet hissettiriyor ki umarım Arzu Tramvayı uzun seneler oynar ve olabildiğince çok seyirciyle buluşur. (MI/HK)