Yazar ve aktivist Arundhati Roy, serbest piyasa ekonomisinin kendi çıkarlarına uygun bir "serbest piyasa demokrasisi" yarattığını anlatırken, bu sistemin kaynak arayışını sürdürmesi ve bulduğu kaynakları gasp etmesi için insan haklarını ihlal etmek zorunda olduğunu anlattı.
Sistemin "demokrasi" lafını bol bol tekrarlamasının ihlallerden doğan sessizliği örtmek için olduğunu söyleyen Roy, kâr güdüsünden vazgeçilmediği takdirde ihlallerin süreceğini vurguladı. Roy'a göre gazeteci Hrant Dink böyle bir ortamda öldürüldü.
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler'le Tarih bölümlerinin ortaklığında bugün (18 Ocak) Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen "2008 Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı" için İstanbul'da bulunan Roy'la bianet konferans öncesinde görüştü.
"Beyaz berelilerle mücadele edin"
Konferansta Dink'le ilgili anlatacaklarına değinen Roy, şunları söyledi:
"Dink, 1915'te Anadolu'da olanlarla ilgili söyledikleri nedeniyle öldürüldü, ki 1915'le ilgili Türkiye'de halen ölümcül bir sessizlik var. Hindistan'da 2002'de Müslümanlara karşı bir soykırım yapıldı. Türkiye'nin de ötesinde, Hindistan'da bu konuda sessizlik değil, büyük bir kutlama yapılıyor. Bunların hepsinin aslında yine piyasayla bağlantısı var; doğal kaynaklar, stratejik pozisyonlar hepsi bunlarla ilişkili."
Türkiye'deki insanlara geçmişleriyle ilgili ders anlatmaya gelmediğini belirten Roy, sessizliği kırmanın ya da sürdürmenin Türkiye'de yaşayanların kendi isteğine bağlı olduğunu kaydetti:
"Türkiye'deki arkadaşlarım bana beyaz bereleriyle sokaklarda gezen genç çocukları gösterdi, bu çocuklar Dink'in katilini destekliyorlar. O zaman Türkiyeli arkadaşlarıma 'Siz kendi beyaz berelilerinizle mücadele etmelisiniz, ben de Hindistan'dakilerle' dedim. Türkiye'de Türkiyeliler istemedikçe, ben bir mücadele yürütemem, kimseye ders veremem."
"Yeni 'demokrasi' hak ihlaline dayanıyor"
Roy'a göre demokrasi, 60'lar ve 70'lerde piyasa ekonomisi için tehditti; bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Latin Amerika'da ve Orta Asya'da demokratik hareketleri önlemeye çalışıyordu. İran, Irak ve Şili'de ABD'nin diktatörleri desteklediğinin altını çizen Roy, şimdiki durumun farklı olduğunu ifade etti:
"Serbest piyasa ekonomisi güçlendikçe, ABD demokratik kurumları önce oyup sonra istediği şekli yeniden vermeyi öğrendikçe durum değişti. Ben okuldayken havucu kökler sonra yeniden dikerdik, ABD'nin demokrasiden anladığı bu. Sistem içinde insan hakları savunucuları da misyonerlere dönüştü. Sistemi eleştirmeden 'Bu insanlara iyi davranın' diyorlar."
Misyonerliğin bir işe yaramayacağını söyleyen Roy, sistemin "insan haklarını ihlal etmek zorunda" olduğunu dolayısıyla sistem değişmeden ihlallerin de bitmeyeceğini vurguladı:
"[Gillo Pontecorvo'nun yönettiği] 'Cezayir Savaşı' (Battaglia di Algeri) isimli filmde, Cezayir'de otorite kurmaya çalışan Fransız yetkililer bir basın toplantısı düzenleyip gazetecilere şöyle der: 'Cezayir'i almak istiyor musunuz; o zaman insan haklarından ya da işkenceden bahsetmeyin, çünkü Cezayir'i elde tutmamızın tek yolu bu'. İşte bugünkü sistem..."
"Gazeteciler de radikal değil, bu bir efsane"
Böyle bir sistem içinde gazetecilerin rolüne değinen Roy, gazetecilerin, yazarların ya da entelektüellerin "radikal oldukları"na dair algıyı "efsane" olarak niteledi, buna iliştirilmiş gazetecileri örnek verdi:
"Gazeteciler, tesisatçılar, kamyon şöforleri... Hepsi sisteme entegre. Bağımsız olan gazeteciler, bağımsız olan diğer herkes gibi hareket ettikleri dar alanları genişletecek bir yol arıyorlar. Ya da çoğunluğa katılıp, kurallara göre oynayacaklar. Örneğin bazı tesisatçılar faşistlerin tamir işlerini yaparken, bazıları diğerlerininkini yapıyor. Bu, herkes için geçerli."
Peki kişi başına düşen milli gelirin artması demokrasinin iyileşmesi mi demek?
"Bu cümle büyük bir şaka. Hindistan buna örnek. Orta ve üst tabakanın her şeyi var. Medyaları, müzikleri, zenginlikleri... Ortalamayı yükseltiyorlar ama esasen büyük bir kesimin suyunu, toprağını her şeyini ellerinden alıyorlar. Yoksul daha da yoksullaşıyor."
"Yoksullar aslında yoksul değil"
"Yoksulluk çok komplike" diyen Roy, yoksulun aslında yoksul olmadığını çünkü zengin kaynaklar üstünde yaşadığını aktardı. Ama:
"Bu kaynakları başkaları gasp ediyor. İnsanlar yoksulluktan bu kadar çok bahsediyor, çünkü küreselleşme karşıtı hareket yoksulluğa neden olanların desteklediği Sivil Toplum Kuruluşları (STK) tarafından yürütülüyor. Yoksulluk mücadelesini 'hayır örgütü' olarak sürdürdükleri için çözüme bir katkıları yok. Sadece mağduru deşifre ediyorlar, nedenine bakmıyorlar."
"Ben makineye direnenlerdenim"
Küreselleşme ve ulusal çıkar ikilemini değerlendiren Roy, kapitalizmi "kocaman bir makine"ye benzetti:
"Kapitalist akıl ve kalp sürekli kâr arayışının doğal insan davranışı olduğunu iddia ediyor. Bu makine çalıştıkça iki grubu karşı karşıya getiriyor. Ben kendimi bu iki gruptan makineye direnenler tarafında görüyorum."
"Yeni bir kitap geliyor"
Roy 1997'de İngiltere'nin en saygın edebiyat ödülü olan Booker ödülünü alan "Küçük Şeylerin Tanrısı"ndan sonra şimdi yeni bir kitap üzerinde çalışıyor, fakat kitabın konusunu henüz kendisi de bilmiyor:
"Kitabın kurgusu hakkında konuşmayı sevmiyorum çünkü üzerinde çalıştıkça beni de şaşırtarak değişiyor. Ne hakkında olduğunu bitirdikten sonra göreceğim."
Arundhati Roy kimdir?
1961'de Hindistan'da doğan yazar, savaş ve emperyalizm karşıtı aktivist Roy, 1997'de yazdığı "küçük Şeylerin Tanrısı" romanıyla Britanya'nın saygın edebiyat ödülü, Booker'ı aldı. 2002'de Lanan Kültürel Özgürlük ödülünü, 2004'te Sydney Barış ödülünü aldı. Roy, 2005'te İstanbul'da nihai oturumu düzenlenen Irak Dünya Mahkemesi'nin de Vicdan Jürisi sözcüsüydü. (GG/TK)