Geriye dönüş olmaz diye düşünürken o kanlı süreç tekrar canlandı.
Barış için taşıdığımız umutlar kırıldı ve yeniden gencecik yaşamlar ölümün buz gibi soğuk koynunda yitip gidiyor.
Her gün gelen çatışma ve ölüm haberleri gazete sayfalarına sıklıkla yansımaya başladı yine.
Ölüm sadece ülkemizin dağlarında değil, kentlerde de kol gezmeye başladı. Sivil insanlar ölüyor, gencecik çocukların körpe vücutları gaz bombalarının şiddetine yenik düşüyor.
Son otuz yılın ağır tahribatlarına, yenileri ekleniyor.
Dersim, Siirt, Ankara, Batman ve Hakkâri' de gerçekleştirilen son eylemler ve ortaya çıkan sivil can kayıpları, Kürt Sorunu'nun çözümünün hiç de kolay olmayacağını bize gösteriyor. Yaşanan bu ölümler barışa dair umutlarımızı kırdığı gibi, barış birikimlerimizin de azalmasını beraberinde getiriyor.
Artık bir sonu olmalı yaşadığımız bu dramın.
Artık bir kez daha yaşanmamacasına bir çözüm bulunmalı...
Artık "savaşa hayır" demek yetmiyor, savaşın nedenlerini ortadan kaldırmak için ne gerekiyorsa yapılmalı.
Aydınlar, Türkiye'nin giderek körleşen bu tablosu karşısında ses olmalı ve "yeter, susturun silahları" demelidir.
Bu arada kendi adıma yaşadığım diğer bir üzüntüyse 9 Temmuz 2011'den beri kaçırılan askerlerin serbest bırakılmasının sağlanamamış olmasıdır.
Kamuoyundaki beklentiler üzerine oluşturmuş bulunduğumuz heyetimize bu askerlerin ve diğer kişilerin ailelerine kavuşturulması için yapılan çağrılar ne yazık ki bugüne kadar sürdürülen operasyonlar nedeniyle karşılık bulamadı.
Dahası son zamanlarda alıkonulan bu kişilere öğretmenlerin de eklenmesi bu sorunun çözümünü güçleştiriyor.
Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin Parlamentoya gidislerini silahların susması ve kesintiye uğramış bulunan müzakerelerin devamı için bir şans olarak görmek durumundayız.
Bu anlamda alıkonulan Asker, öğretmen ve diğer sivil kişilerin de serbest bırakılmasının bu sürece büyük bir katkı sunacağına inanıyorum.
İnsani ve vicdani sorumluluğumuzun gereği olarak başlattığımız bu çalışmanın devam edeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Öncelikle devlet, kendi askerlerinin ve diğer alınan kişilerin can güvenliğini hiçe sayan bir yaklaşım içinde olmamalıdır.
Bu konuda daha 2007'de kaçırılan askerlerin dönüşleri sırasında dönemin adalet bakanı Mehmet Ali Şahin'in ''keşke ölselerdi'' demeye getirdiği ''kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum'' sözleri ve yine içişleri bakanı İdris Şahin'in "devlet güçlüdür" yaklaşımı nasıl bir devlet zihniyetiyle karşı karşıya bulunduğumuzu anlatmaya yetiyor.
Bu zihniyet terk edilerek barışçıl bir dili mümkün kılacak yeni bir yaklaşımın ortaya konması lazım. Aksi halde bu savaşın ağırlığı altında halklar olarak hepimizin çok daha büyük acılar çekeceği muhakkaktır.
Kandil'e yönelik hava bombardımanı ve ardından sınır ötesi kara operasyonu hazırlıklarıyla bir sonuç alınacağına inananların ''akıl dışı'' bir ruh haliyle hareket ettikleri kesindir. Bu yaklaşım esir alınmış olsalar bile asker ve diğer sivil kişilerin can güveliğinin hiçbir önem taşımadığı anlamını beraberinde getiriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetini bu anlamda akıl ve vicdana çağırmak bizim görevimizdir. Bizler bunun dışında bu sorunu çözecek bir başka seçeneğin bulunmadığına inanıyoruz.
Uzun süreden beri PKK- Devlet arasında sürdürüldüğünü öğrendiğimiz müzakerelerin yine devlet tarafından kesintiye uğratılarak sürecin yeniden şiddete evirilmesi kabul edilir gibi değil.
Taraflar arasında sürdürülen bu müzakereler barış için tarihsel bir fırsatın kazanılması anlamına geliyor. Bu fırsat devlet tarafından iyi değerlendirilmiş olsaydı ve siyasal bir genel af konusunda beklentilere cevap verilmiş olsaydı, bugün dağlarda bir tek gerilla bir kalmayacaktı.
Barışın kalıcılaşması ve Kürt sorununun siyasal çözümü noktasında verilen uğraşlar sivil toplum kuruluşlarının çağrıları karşılık bulmalı ve yine karşılıklı olarak silahların susturulması sağlanmalıdır.
Devlet de sorunları şiddet yöntemiyle çözme anlayışından artık vazgeçmelidir. Evet, silahlar susmalı ve operasyonlara son verilmelidir.
Devletin, ülkede huzur ve barışı tesis etmek, vatandaşlarının can güvenliğini düşünmek gibi bir derdi varsa, kesintiye uğrayan müzakerelerin yeniden başlatılmasını sağlamalıdır.
Kürt halkının hassasiyetlerini dikkate almadan bu sorunu çözeceklerine inananlar asla inandırıcı olamazlar. (FT/BA)