Nefret söylemi ve ayrımcılık, insanların ifade özgürlüğü ve diğer insan haklarından eşit olarak yararlanabilmelerini engelleyen ciddi bir insan hakları sorunu. Azınlıkları, muhalefeti susturmak, korkutmak, toplumdaki “öteki” grupları günah keçisi yapmak, sıklıkla kullanılan yöntemler.
Uluslararası İnsan Hakları Hukuku, devletlerin en şiddetli “nefret söylemi” biçimlerini yasaklamasını gerektirir. Ancak uygulamalara bakıldığında, geniş çerçeveli “nefret söylemi” yasalarının sıklıkla azınlıkların ve muhaliflerin ifade özgürlüklerini kısıtladığı/ihlal ettiği görülüyor.
Camden İlkeleri
Adını İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ifade özgürlüğünü koruyan 19. maddesinden alan "Article 19" isimli Basın Özgürlüğü Kuruluşu’nun, 2009’da Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), çeşitli sivil toplum örgütleri ve gazetecilerin katılımıyla hazırlamış olduğu Camden İlkeleri’nde, ifade özgürlüğünün korunmasında devletin yükümlülüklerinin yanı sıra medyanın da önemli bir yeri olduğuna dikkat çekildi. Özellikle de suça teşvik kavramının net tanımı bu ilkelerde yer alıyor.
Kuruluş, devletlerin, kamusal söylemde kapsayıcılık, çeşitlilik ve çoğulculuğu en üst düzeye çıkarabilmek için bir dizi hukuk ve siyaset politikaları geliştirmelerini savunuyor. Bu, belirli “nefret söylemi” türlerinin sınırlandırılabileceği veya sınırlandırılması gereken koşulları açıkça tanımlamak ve bu önlemlerin yalnızca istisnai olarak ve son çare olarak kullanılmasını sağlamak anlamına geliyor. Article 19’un nefret söylemini saptamak için başvurduğu 6 adım testi aslında bir tür eşik testi; kullanılan ifadelerin, şiddet, düşmanlık ve ayrımcılık tehlikesi doğurup doğurmayacağını belirlemekte yol gösterici olma özelliği taşıyor.
Birinci test: Bağlam
İletişimin içeriği, konuşmacının amacı ve/veya ayrımcılık, husumet veya şiddet içeren olayların meydana gelme olasılığı ile doğrudan ilişkili olabiliyor. Konuşmanın ana noktaları ve öğeleri, tercihen, konuşmanın yapıldığı ve yayıldığı sırada egemen olan sosyal ve politik bağlam, içerik analizlerine dahil edilmelidir. İçerik, şiddet eylemleri, çıkan ihtilaflar, güvensizlik ve huzursuzluk düzeyinde artışa sebep olan olaylar çerçevesinde şekillenebiliyor. Genel olarak bir içerik analizi, aşağıdaki öğelerin dikkate alınmasını gerektiriyor.
• Toplumdaki ihtilafların varlığı: İncelenecek olan hususlar, ilgili gruplar arasında daha önceden gerçekleşmiş olan ihtilafların varlığı; kışkırtma sonrası baş gösteren şiddet eylemleri ve zayıf demokratik yapılar ile hukukun üstünlüğü gibi toplu şiddet eylemleriyle bağlantılı diğer risk faktörlerinin varlığını içermeliler.
• Kurumsallaşmış ayrımcılığın varlığı ve tarihi: Belirli bir grup veya gruplara yönelik yapısal eşitsizlikler ya da ayrımcılık mevcut mudur? Grubu/grupları hedef alan nefret dolu beyanlara karşı gösterilen tepki nedir? Bu tür beyanlara karşı geniş çaplı bir kamusal kınama mevcut mudur?
• Söylemin hedefindeki kitle ve hedeflenen gruplar arasındaki kaynaklara yönelik uyuşmazlık ve anlaşmazlıkların tarihi nedir? Kitlenin daha fazla uyuşmazlık yaşamaya yönelik bir korkusu bulunup bulunmadığı hususu da incelenmelidir.
• Özellikle ayrımcılık karşıtlığı ve ifade özgürlüğü ve aynı zamanda adalete erişime yönelik uygulanan yasal çerçeve.
• Özellikle ülkedeki medya çeşitliliği ve çoğulculuğu başta olmak üzere medya iklimi nasıldır? İncelenecek hususlar arasında, medyanın önündeki engellerin varlığı, medyanın veya gazetecilerin bağımsızlığını sınırlayan faktörler, medya içeriğine yönelik geniş ve belirsiz kısıtlamalar, bu kısıtlamaların uygulanmasındaki önyargıların kanıtları vardır.
İkinci test: Konuşmacı
Konuşmacının kimliği, toplum içerisindeki konum ve statüsü, saygınlık ve etkileri incelenmelidir. Dikkate alınacak hususlar, aşağıdaki öğeleri içeriyor:
• Konuşmacının resmi konumu – kitle üzerinde yetki sahibi bir konuma sahip olup olmadığı hususu • Konuşmacının karizması, kitle üzerinde kurduğu otorite ve etki düzeyi. • Beyanın resmi mevkideki bir kişi tarafından, yapılıp yapılmadığı.
Üçüncü Test: Niyet
Niyet şu şekilde tanımlanıyor:
• Nefreti savunmaya yönelik maksat,
• Korunan bir grubu hedefe alan kasıtlı eylem,
• Eyleminin sonucu hakkında önceden bilgi sahibi olmak, eyleme geçmeden muhtemel sonucunu bilmek.
Niyetin nasıl ispat edilebileceği sorusu, oldukça karmaşıktır. Şahıs kastını itiraf ve kabul etmediği müddetçe, kastını açığa çıkarmak çok zordur. Kanıtların eksikliğinde, yargı mercileri, konuşmacının ifadelerinde kışkırtma amacı taşıyıp taşımadığı hususunda kendi değerlendirmelerini yaparlar.
• Konuşmacı tarafından kullanılan dil: Konuşmanın tonlaması ve konuşmanın ne tür koşullar altında yapıldığı dikkate alınmak zorundadır. İçerikten yola çıkılarak, konuşmacının kastının açık ve anlaşılır olup olmadığı incelenebilir. Şu sorulara yanıt aranmaktadır: Konuşmacının, nefreti teşvik etme haricinde başka bir amacı olabilir mi? Konuşmasının etkisini öngörmüş olabilir mi vs.
• Konuşmacının güttüğü amaçlar: Mahkemeler, aynı zamanda konuşmacının niyeti ve onun böyle konuşmasının nedenini de incelemektedir.
• İletişimin skalası ve tekrarı: Konuşmacının mesajı zaman içerisinde veya ara sıra tekrar etmesi halinde, belirli bir eylemi harekete geçirmeye yönelik bir niyetin mevcut olma ihtimali göz önüne alınmaktadır.
Dördüncü test: İçerik
İfadenin içeriği - fiilen söylenen veya yapılan şeyler - mahkemenin odak noktası olmalıdır. İçerik analizi, söylenen şeyler, tür, üslup, ifadenin ayrımcılık veya şiddete doğrudan çağrıda bulunup bulunmadığı, konuşma içeriğindeki argümanların doğası gibi hususları içerebilir. Konuşma analizi, aşağıdaki hususların dikkate alınmasını gerektirebilir:
• Söylenen şey: Mahkeme, konuşmanın özellikle şiddet, düşmanlık veya ayrımcılığa çağrı yapıp yapmadığını dikkate almalıdır.
• Hedeflenen kesim (dinleyici): Analiz, konuşmanın teşvik etmeyi amaçladığı, konuşma tarafından fiilen hedeflenen dinleyiciye odaklanmalıdır. Analiz, teşvik edilen grup bünyesindeki kültürel ve dilsel kaynaklara yönelik belirli referanslar vasıtasıyla yapılmalıdır. “Konuşmanın, dinleyicilerin kurban gruptan kaynaklı ciddi bir tehlikeyle karşılaştığını” öne sürüp sürmediği hususunu değerlendirmelidir.
• Hedeflenen kesim (ayrımcılığın, şiddetin veya düşmanlığın muhtemel kurbanları): Konuşmadaki nefretin konusu olan gruplar / topluluklar kimlerdir? Doğrudan mı yoksa dolaylı olarak mı atıfta bulunuluyorlar? Diğer bir soru ise “konuşmanın kurbanlarının, insandan ziyade haşarat, zararlı böcek veya hayvanlar" olarak tanımlanıp tanımlanmadıkları hususudur. Bu durum, kurbanları veya kurban olma ihtimali bulunanları kişiliksizleştirdiğinden, soykırım ve şiddete teşvikin retorik bir niteliğini oluşturmaktadır.
• Dile getirilme şekli (tonlama): Hafifletici materyaller olmadan ve ifade edilen fikir ve bu fikre dayalı olarak sergilenen eylem arasındaki belirgin farkı göstermeksizin, yapılan konuşmanın ne derece kışkırtıcı ve dolaysız olduğu göz önüne alınmalıdır. Mahkemeler, aynı zamanda, ifadenin “diğerleri üzerinde o tepkiyi olumlu yönde uyarıcı öğeyi” içeriyor olup olmadığını ve bunları teşvikin başka bir niteliğine yönelik olarak harekete geçirip geçirmediği de incelemelidirler. Bu tekniğe "aynada suçlama" deniyor. Tıpkı nefsi müdafaanın cinayete karşı bir savunma olması gibi, nefsi müdafaanın yapay ve yasadışı bir eylem olsa bile, toplu savunma, grup şiddeti için psikolojik bir meşrulaştırma zemini hazırlamaktadır. Mahkemeler, aynı zamanda, “konuşmanın, konuşmacı ve dinleyicinin anlayışı bağlamında, özel yüklü anlam barındıran cümleler, kelimeler veya şifreli dil" içerip içermediğini de incelemelidir.
Beşinci test: İfadenin kapsam ve büyüklüğü
Yargı mercileri, özellikle üç temel konuyu değerlendirmeye almalıdır:
• İfadenin kamusal doğası: İfadenin kamusal doğasını değerlendirebilmek için aşağıdaki öğeler göz önüne alınmalıdır: İfadenin veya iletişimin kısıtlı bir alan dahilinde yayılıp yayılmadığı veya kamuya tamamen açık olup olmadığı. Örneğin, biletle girilebilen kapalı bir alanda özel bir gruba mı yoksa kamusal alanda kamuya mı yayıldığı.
• İfadenin yayılmasındaki araçlar; İfadeyi yayma araçları: Yetkili merciler, mesajın iletilmesi için ne tür bir iletişim aracı kullanıldığını incelemelidir. Örneğin basın, görsel-işitsel medya, sanat çalışması veya kitap. Venedik Komisyonu tarafından vurgulandığı üzere, beyanın kısıtlı bir alanda mı yoksa kamunun erişiminin olabileceği şekilde mi yayıldığı veya biletle giriş yapılabilen kapalı bir alanda mı yoksa kamuya açık bir alanda mı gerçekleştiğidir. Örneğin beyanın medya aracılığıyla yayılmış olduğu bir durumda, etkisi bir hayli fazladır.
• İfadenin büyüklüğü.
Önem verilmesi gereken son bir husus da sıklık, iletişimin miktarı ve boyutu açısından ifadenin yoğunluğu veya büyüklüğü olmalıdır. Örneğin bir bildirinin, yaygın medya aracılığıyla mı yayınlandığı, tek bir yayın mı yoksa tekrar edilen bir yayın olup olmadığı vb. gibi.
Altıncı test: Zarar oluşturma ihtimali
Mahkemeler kararlarında aşağıdaki ölçütleri ele alıyorlar: • Konuşma, dinleyicisi tarafından ayrımcılık, şiddet veya düşmanlığa çağrı olarak algılandı mı? • Konuşmacı, dinleyicileri etkileyebildi mi? • Dinleyici savunulan eyleme başvuracak yöntemlere sahip olup ayrımcılık, şiddet veya düşmanlık eylemlerini gerçekleştirdi mi?
• Hedefteki kurban grup mağdur oldu mu veya yakın geçmişte ayrımcılık, şiddet veya düşmanca eylemlerin hedefi oldu mu?
Siyasilerin sorumluluğu
Bu ölçütlerden yola çıkarak, siyasilere büyük sorumluluk düştüğünün altını çizmekte yarar var. Politikacıların, ihtilaflara veya anlaşmazlıklara neden olabilecek kamusal konuşmalar yapmaktan kaçınmaları gerektiği konusu vurgulanıyor. Siyasi partilerin görüşlerini kamuoyu önünde savunma hakları olduğu kabul ediliyor fakat siyasi partiler bunu gerçekleştirirken “can sıkıcı veya aşağılayıcı söz ve davranışlar kullanmamalı; zira bu tür davranışlar barışçıl, sosyal ortamla uyumsuz kamusal tepkiler oluşturabilmenin yanı sıra demokratik kurumlara olan güveni de sarsmaktadır". AİHM’nin, siyasetçilerin kullandıkları nefret içerikli ifadelere yönelik yaklaşımı oldukça önemli. Siyasetçiler gibi, toplumun gözü önünde olan kişilerin nefret söyleminin üretilmesinde özellikle payı olduğu için, başta siyasetçiler olmak üzere, kamuoyunda tanınmış, bilinen kişilerin bu içerikteki ifadeleri kullanmaması gerekiyor.
Medyaya düşen görev
Bir başka önemli sorumluluk da medyaya düşüyor. Medyada, nefret söylemi içeren açıklama ya da ifade, eğer bunun sahibi gazetecinin kendisi ise, kabul edilemez. Gazeteci, başkalarının nefret söylemi içeren ifadelerini aktarırken genelgeçer, toplumun geneli tarafından kabul gören, onaylanan ifadelermiş gibi bir algı yaratmamakla yükümlüdür. Örneğin bu ifadeleri tırnak işareti içine almaksızın başlığa taşımamalı. Kaldı ki sırf tırnak içine almak yetmez, haberin içinde bunun bir nefret söylemi ve kabul edilemez olduğuna dair bir notu da düşmesi gerekir. Gazeteci, özellikle de başlıkta yer almasının öncelikle gazete haberlerinin yalnızca başlığını okuyan okurların gözünde bu ifadede yer alan kanaati meşrulaştırma işlevi görebileceğinin yanı sıra, başlığın gazetenin genel yayın politikası ile ilgili olarak algılanabileceğini de dikkate almalıdır.
Aksi takdirde, medya, politikacıların, 'öteki'lere karşı yönelttikleri 'nefret' söylemini olumladığında ateşe benzin dökmüş oluyor...
(NÖ)