Kadınlara yasak edilmiş, sadece erkeklerin girip baş başa içki içmesine izin verilen bir mekânın barına kendini zincirleyip durumu protesto eden kadınlar...
İngiliz Milletler Topluluğu'nun Melbourne'daki binasının ana giriş kapısı olan camlı turnikeye erkeklerle eşit maaş talebinde bulunmak üzere yine kendilerini zincirleyenler...
Tacize dikkat çekmek için bazı adamları kıçlarından mıncıklayan kadınlar...
Kadını evde bulaşık ve çamaşır yıkayan, temizlik yapan, çocuk büyüten bir varlık olarak görenlerin baskısından fazlasıyla sıkılmış başına buyruk kadınlar...
Geleneksel cinsiyet rollerine kaçınılmaz bir isyan, erkek şovenizmine isabetli bir karşı çıkış...
60'lardaki savaş karşıtı, anti-emperyalist, sivil hak hareketlerinden esin ve güç almış, ülkedeki ikinci dalga feminist hareketinin filizlenmesi...
"Arsız sürtükler" (Brazen Hussies) başlıklı belgesel Avustralya'da kadının özgürleşme mücadelesinde mühim bir dönemi ayrıntılarıyla sergiliyor. Yönetmenliğini Catherine Dwyer'in başarıyla kotardığı 93 dakikalık tadına doyulmaz filmin tamamlanması beş yıl sürmüş. Filmin müzik hanesinde The Go-Betweens grubunun eski üyelerinden besteci Amanda Brown'u görüyoruz.
Avustralya'da kasım ayında genel sinema gösterimine girecek, Brisbane ve Adelaide film festivallerinin programında yer almış film, kadınlar hakkında, kadınlar tarafından çekilmiş gayet eğlenceli ve bilgilendirici, bir o kadar da çarpıcı ve ilham verici bir yapım.
Aslında geleneksel televizyon belgeselleri formatında çekilmiş olsa da film, bazıları bugüne kadar ortaya çıkmamış birbirinden enteresan arşiv görüntüleri dışında gayet özenli prodüksiyon ve montajıyla da seyirciyi heyecanlandırıyor.
Feminist kuvvet
Filmde 1965 ile 1975 yılları arasındaki feminist direnişte muhtelif yaklaşımlardan yola çıkıldığını, vaziyete göre farklı stratejiler uygulandığını izliyoruz. Çeşitli fraksiyonların ve coğrafyanın ihtiyaçlarına göre hareketin şekillenip olgunlaştığını ve günbegün daha geniş kitlelere seslenir olduğunu da görüyoruz.
Günümüzde gelinen noktada o yılların mücadelesinin payı büyük.
Yönetmen ve ekibinin amacı da hem o yıllardaki çalışmaların unutulmasına mani olmak hem de günümüzde, daha uzun yol alınması gereken mücadelede genç nesillerin bilinçlenmesini sağlamak.
Belgeselde izlediğimiz kadarıyla feminist hareketin en önemli temelleri arasında farkındalığı artırarak o ana kadar ismi bile konmamış bir problem hakkında insanları bilinçlendirme toplantılarıydı.
Kadınların birbirlerini rakip olarak görmekten çıkıp güven içinde aynı amaç uğruna dayanışmaya başlamaları şarttı.
Erkeklerle eşit maaş, kürtaj, kreş hakkı dışında aile içi şiddete ve tecavüze set çekmek kadın mücadelesinin ana başlıklarıydı. Mesafe kat edildikçe bekar annelerin hakları ve kadın sığınma evleri de kazanımlar arasına girecekti.
Fakat yol uzun ve çetrefilliydi; sosyal aktivizm olarak başlayan mücadelede omuz omuza olunan sosyalist erkekler bile aslında kadın hareketini önemsemiyor, hatta dışlıyordu.
Yine de mücadele geliştikçe marjinal görülmekten çıkmaya başlamış, tüm ülkede sesini duyurur hale gelmişti. Ama ne yazık ki kadınların birbirlerine yönelik ayrımcılıkları ortaya çıkıp eşitlikçi olması beklenen harekete gölge düşürüyordu: Bilhassa lezbiyen kadınların maruz kaldığı dışlanma zorlu ve karmaşık dönemde bazı tabuların hızla yıkılması gerektiğinin göstergesiydi.
Bu arada aborijin kadınlar, feminist harekette en son akla gelenler oldu.
Mücadelede çoğunluğu oluşturan beyaz kadınlar tüm dünyada olduğu gibi Avustralya'da da kendilerinden farklı ve azınlıkta olanların durumunu bilmiyorlar, kendilerinden çok önce o topraklarda yaşamış olanların bin bir derdiyle ilgilenip sorumluluk almaları gerektiğinin farkına varmıyorlardı. Azınlıkların yaşadıklarını asla deneyimleyemeyeceklerinden aslında haberleri yoktu. Birkaç Aborijin cesur kadının çabasıyla zamanla bu mesele de kadın isyanın bir parçası haline geldi.
Bu arada devletin istihbarat örgütü kadın isyanını yakından takip ediyor, kadınların gizlice fotoğraf ve filmlerini çekip ihtimamla arşivliyordu.
Erkek egemen medya kadın hareketini mütemadiyen çarpıtarak, küçümseyerek, hatta aşağılayarak mücadeleye katılımları azaltmaya çalışıyordu.
Erkekler, yönetimlerindeki statükoyu sarstıkları için onlar hakkında "Arsız sürtükler" ve benzeri ifadeleri kullanmaktan geri durmuyorlardı.
Mücadeleye devam
Filmin sonlarına doğru siyah-beyaz arşiv görüntülerindeki protesto yürüyüşlerinden günümüzdeki renkli yürüyüşlere geçiyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi Avustralya'da da önemli kazanımlar elde edilebildiği bariz; coşkuyla dalgalandırılan gökkuşağı bayrakları bir yana, eskiden çocuğuna vakit ayırması pek beklenmeyen babaların çocuklarıyla el ele korteje katıldığına bile şahit oluyoruz. Fakat sanal ortamda da olabilen taciz vakalarında kurbanların büyük bir kısmının kadınlar olduğunu unutmadan mücadeleyi var gücümüzle sürdürmenin mühim olduğunu da hissediyoruz.
Muhtelif başlıkları tek tek ele alıp asla tekrara girmeyen "Arsız Sürtükler" belgeseli misyonunu etkinlikle gerçekleştiriyor; seyirciyi asla sıkmadan dahası yok mu? dedirtiyor.
Filmde kameraya konuşan kadınlar karşımıza hem o yıllardaki görüntüleriyle, hem de günümüzdeki halleriyle çıkıyorlar.
Örneği o zamanlar dünyada ilk defa görülen, devlet başkanına (Gogh Whitlam) Kadın İşleri Danışmanlığı yapmış Elizabeth Reid'in aktardıkları bilhassa dikkat çekici
Filmin kahramanları Merle Thornton, Martha Ansara, Margot Nash, Pat O'Shane, Alva Geikie, Anne Summers, Lilla Watson, Kerryn Higgs, Shirley Castley, Jeni Thornley, Gillian Leahy, Barbara Creed, Iola Mathews, Eva Cox, Daniela Torsh, Biff Ward, Sara Dowse, Robin Laurie, Suzanne Bellamy, Kate Jennings, Rosemary West ve Sue Jackson gençliklerindeki heyecanlarını koruyarak seyirciye o yılları adeta yaşatıyorlar.
Fakat onların aksine, meşhur radikal feminist yazar Germaine Greer'i sadece mazide coşkuyla yer aldığı mücadeledeki haliyle izliyoruz.
Filmde unutulmaması gereken anekdotlar arasında kadın bedeninin çıplak haliyle kabul edilmesi için gerçekleştirilen cesur performanslar ve sadece kadınların girmesine izin verilen kırsal alandaki inziva merkezi Amazon Acres'da kadınların birbirlerine cömertçe şefkat gösterdikleri sekanslar sayılabilir.
Kadınların ön saflarda olduğu protestolarda polislerin sert müdahalesini ve kadınların daracık kamyonetlere tıkılmalarını belgeleyen görüntüler ise anti-demokratik iktidarların acizliğini teşhir eden klasik ayrıntılardan biri olarak Avustralya'da da karşımıza çıkıyor.
Günümüzde hararetle devam eden ve istikbalde de sürecek kadın mücadelesinin gezegenin her yerine yayılarak güçleneceği ve ataerkil rejimi sarsarak alaşağı edeceği kesin!
(RL/AÖ)