Arjantin'in konuk ülke olduğu 62. Frankfurt Kitap Fuarı sona erdi. Sorusu çok bir Fuar'dı. Konuyu anlatırken arada soruları da belirteceğim.
Beş gün boyunca her gün Fuar'daydım. Bazen Türkiye standı ve çevresinde saatlerce bulundum, bazen kısaca uğradım. Her durumda basında Türkiye standı hakkında yazılanlarla gerçeğin birbirine uymadığını gördüm.
"Türkiye standına büyük ilgi vardı" deniliyor. Galiba "büyük ilgi"den aynı şeyi anlamıyoruz. Pazar günkü Hürriyet'in Avrupa baskısında "büyük ilgi"nin fotoğrafı da yer alıyordu. Stand ve ziyaretçiler geniş açıdan çekilmiş ve sayarsanız yirmi kişiden fazlasını göremezsiniz.
Türkiye standı geçen yıllardakinden daha kötüydü. Bir çeşit Sahaflar Çarşısı gibiydi. Kitaplar rastgele raflara dizilmiş, bir bölümü masaların üzerine yaygın olarak atılıvermiş. Filanca konudaki bir kitapla falanca konudaki bir kitap neden yan yana duruyor, anlamak mümkün değil.
Bir köşede de "İstanbul 2010-Kültür Başkenti" yazıyor. Kültürümüzün darmadağınık ve çok eksikli durumunu standın kendisi de sergiliyor zaten...
Önceki yıllarda Fuar'a Kültür Bakanlığı bünyesinde de olsa katılan büyük yayınevleri bu yıl yoktular. Hayrat Yayınları gibi birkaç dinci yayınevinin yanı sıra, burada ne yaptıklarını anlamadığım İstanbul Belediyesi ve İstanbul Ticaret Odası kendi standlarıyla Fuar'a katılmışlardı.
Büyük ilgi gördüğü söylenen paneller için ayrılan izleyici sandalyeleri otuz tkadardı ve genellikle bunlar bile dolmadı.
Standın amacı, önceki yıllarda olduğu gibi, Türklere kitap satmaktan ibaretti.
Arjantin ve geçmişle hesaplaşma
Fuar'ın son günü yapılan basın toplantısında Arjantin'in Fuar'da şimdiye kadar yer alan en başarılı konuk ülke olduğu belirtildi. Hem Arjantin pavyonunun gördüğü büyük ilgi açısından hem de çok sayıda Arjantinli yayıneviyle imzalanan çeviri anlaşmalarının sayısı bakımından...
Arjantin pavyonu gerek içerik gerekse de dekor bakımından tek kelimeyle müthişti.
Çok şey anlatmaya çalışıp hiçbir şey anlatamamak yerine, ülkenin ve edebiyatının en önemli yanlarını tanıtmaya çalışmışlar. Bölümlerin hepsi bir arada ve dışarıya çıktığınız zaman, modern bir roman okumuş gibi, parça parça izledikleriniz aklınızda birleşiyor, ortaya tek tablo çıkıyor.
Bir kaidenin üzerinde iki yüz civarında isim var, yanda da bazılarının fotoğrafları. Üstte İspanyolca ve Almanca olarak "Askeri cunta döneminde tutuklanan ya da kaybolan gazeteciler ve yazarlar" yazıyor.
Bir başka duvarda büyük bir fotoğraf: 25 Nisan 1985, askeri cunta üyeleri mahkemede...
Bir başka yerde çok sayıda çocuk fotoğrafı görüyorsunuz. Arjantin'de askeri cunta döneminde şöyle bir uygulama vardı: Devrimci bir ailenin küçük çocuğu varsa, onlardan alınır ve bilmedikleri başka bir aileye verilirdi. İşkence sonucu ya kadın ya da erkek ve bazen ikisi birden ölürdü. Sağ kalanlar da hapishaneden çıktıktan sonra çocuklarını aramaya başlardı.
Bu çocukların büyük bölümü bulunmuş ve ailelerine geri verilmiş.
Bir başka yerde kocaman bir Che Guevara portresi var. Che, Arjantin kültürünün ayrılmaz parçalarından biri...
Dünyanın en büyük kitap fuarındaki Arjantin standı, bu ülkenin kendi yakın tarihiyle hesaplaşmasını da gösteriyordu. Askeri cuntayla belki tam bir hesaplaşma olmamış, ama yapılmış ve bu hesaplaşma ülke kültürünün önemli bir bileşeni durumuna gelmiş...
Ya biz?
İki yıl önce Türkiye Fuar'da konuk ülkeydi ve sergilenen ülke tarihinin içinde ne 12 Eylül'ün ne de öldürülmüş, kaybolmuş ya da halen hapiste olan gazeteci ve yazarların izi bile yoktu.
Arjantin'de devrimci ailelerden alınıp başka ailelere verilmiş küçük çocuklar var. Bu durum ülke tarihinin önemli bir parçası olarak sergide yerini almış.
Bizde ise "Dersim'in kayıp kızları"nı ancak konuyla ilgilenenler biliyor.
Diyelim yirmi yıl sonra Türkiye bir kere daha konuk ülke olursa ve o zamana kadar da kendi tarihiyle hesaplaşırsa, Arjantin için ayrılan yer bize yetmeyecektir.
Kürtçe nerede?
Fuar'ın 2011 yılında konuk ülkesi İzlanda. Yüzölçümü yüz bin kilometre kare, nüfusu da 320 bin kişi kadar... Resmi dili İzlandaca...
Frankfurt Kitap Fuarı dünyanın her yanından yayıncıların ve gazetecilerin buluştuğu, halkların dilleriyle temsil edildikleri bir yer ve gözleriniz boş yere Kürtçeyi arıyor.
Mezopotamya Yayınevi'nin standı var. Bir başka yerde küçük bir yayınevinin standından büyük olmayan Irak'ın devlet standını ve içindeki birkaç Kürtçe kitabı görüyorsunuz. Hepsi bu kadar...
Türkiye'de üzerindeki yasakları peş peşe kıran bir dilin Frankfurt Kitap Fuarı'nda olması gerekirdi. Şöyle ya da böyle dikkat çekecek düzeyde olması gerekirdi. Bunun için konuk ülke olmak şart değil. Fuar boyunca değişik binalarda yüzlerce toplantı düzenleniyor, dağıtılan tanıtım broşürlerinin, gazetelerin ise haddi hesabı yok...
Bu büyük bir iş ve yayınevlerinin altından kalkması da mümkün değil...
Yazarların ve yazar kuruluşlarının aktif olarak böyle bir çaba içinde bulunması gerek.
Kürtçe yakın zamana kadar "yok sayılıyordu". Kürtçenin önde gelen sorunu kendisini kabul ettirmekti. Bunu belirli oranda yaptı ve artarak daha da yapıyor.
Bir dilin esas sorunları bundan sonra başlar.
Edebiyatınla, başka edebiyatlar arasında kendine yer açacaksın.
Türkiye yönetimleri bunun ne kadar önemli olduğunu daha yeni fark ettiler. Türkçe'den Almanca'ya çeviri için büyük bir fon ayrıldı. Türkçeyi yaygınlaştırmak amacıyla Almanya'da enstitü kuracaklar ama ortada henüz bir şey yok...
Bunlar uzun vadeli işlerdir ve gerçekleştirilmeleri yıllar alır.
Bir dil, hele de Kürtçe gibi büyük uğraşılar sonucu önü açılmaya başlayan bir dil, bu Fuar'da her yıl görülebilir oranda var olmalıdır.
Dünyanın bu en büyük kitap fuarında hiç temsil edilmemiş başka bir -çok kişinin ana dili olması anlamında- büyük dil olduğunu sanmıyorum. (EE/TK)