“Kardeşimin ölümünden sonra bu hayattaki tek dileğim Kenan Evren’i benim elime vermeleriydi. O böyle ölmemeliydi. Ama ne yazık ki Tanrı da Kürtlerden yana değil.”
Bu sözler 1980 darbesinin ardından gelen cunta rejiminde Kürtler için hayatı cehenneme çeviren Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde ölümsüzleşen Mazlum Doğan’ın ablası Arife Doğan’a ait.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin 5 No’lu Cezaevi Müze Koordinasyonu o dönem bu cezaevinde bizzat yatan, yakını bulunan, evi cezaevi yakınında olan, cezaevinde çocuk olan kadınların tanıklıklarını belgeledi.
24 fotoğraf sanatçısı ve belgeselci çeşitli illerde artık farklı hayatlar yaşayan ancak o dönem yaşadıkları hayatlarının merkezinde iz bırakan kadınlara ulaştı. "Kadınlar ve Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi" adlı sergi Sümerpark’taki Cezaevi Müzesi’nde 7 Mart günü açıldı. Biz de gazeteci Hatice Kamer ve kameraman Yılmaz Hatman’la birlikte Mazlum Doğan’ın ablası Arife Doğan Yıldırım ile Mersin’deki evinde buluşarak bu tanıklığı tarihe not düşmeye çalıştık.
O kadar yakıyordu ki yaklaşamıyorsunuz, dokunsanız hem siz yanacaksınız hem o yürekteki yangın daha da harlanacaktı. Aslında neresinden başlamalı, nasıl yazmalı bilemiyoruz. Hangi kelime tercüman olacaktı, hangi harf yetecekti ki anlatmaya. O anlatırken acı çekti yeniden ve bizler de dinlerken. Önce temkinli yaklaştık birbirimize. Biz kabuğu kaldırıp, kanatmaktan korktuk, o kanamaktan. Kardeşlerinin çocukluğunu anlatırken gözlerinin içi güldü. Anlatmaya devam ettikçe susmak istemedi. Aslında yaşadıklarının, tanıklıklarının kayıt altına alınmasını, birilerinin bunlardan haberdar olmasını istiyordu. Ölümü anlatırken kararan yüzü ve dayanamayıp yer yer düşmana inat içine akıttığı gözyaşlarını tutamayışı gitmiyor gözlerimizin önünden.
70 yıllık yarısı eksik bir yaşam
Hatice Kamer, Arife Doğan ve Bircan Değirmenci.
Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan insanlık dışı, gerçeküstü muameleyi bugüne kadar yapılan belgesellerden, yazılanlardan, canlı tanıklardan dinlemiştik, Yüreklerin kaldıramadığı eziyeti o insanların yaşamış olmasını bir türlü aklımız almazken, bir filmde geçen “İnsanın ettiği kötülüğü akrep bile etmez insana. Cümle mahlukat dile gelip ‘aman’ diler ama insan dediğin durmaz; kıyıp da geçer”* repliği düşüyor aklımıza. Zalimler bir insanı öldürmekle sadece o kişiyi öldürmediklerini, beraberlerinde birçok hayatı söndürüp, onları birer yaşayan ölü haline getirdiklerini çok iyi biliyorlar. Geride kalanların fiziki olarak hayatta kalmaları ne anlam ifade ediyor ki, bir nevi toplu kıyıma uğratıyorlar.
Kardeşlerinin ölümü onun miladı olmuş, 70 yıllık ömrünün neredeyse yarısını artık eksik ve yaralı yaşamış.
Doğumundan üç yıl önce ölen ablası Arife Doğan’ın kimliğini alan kimliksiz bir kadın aslında Arife Yıldırım. Üç kızın ardından dünyaya gelen üç erkek kardeş, Fevzi, Mazlum ve Delil.
O da Dersim’in Kayıp Kızları’nın yolunun geçtiği güzergah olan Sıdıka Avar Meslek Lisesi’nin tedrisatından geçmiş. Okul kazanan kardeşlerine sahip çıkmak için yolu Ankara’ya düşmüş. Gözünden sakındığı Mazlum ile üç kızın da kardeş olarak paylaşamadığı Delil’i korumak onun görevi olmuş.
Herkes Mazlum'u arıyor
Mazlum’un Ekonomi Bölümü’nde okurken derslerinde çok başarılı ve zeki bir öğrenci olduğunu ve onun devrimci, direngen yönünü anlatırken mağrur bir ifade geliyor yüzüne.
Mazlum ilk cezaevine girdiğinde Mehmet Şenol adında bir kimlikle yakalanmış. Herkes Mazlum’u arıyor ama onun Mazlum olduğunu bilmiyorlarmış. Ailesi de yakalandığından habersizmiş, sıklıkla eve jandarma geliyor, arama yapıyormuş, onlar da fotoğraf aradıklarını düşünerek evdeki tüm fotoğrafları imha etmiş. Bugün kalanlarsa Arife’nin evinin duvarında asılı duruyor. Tıpkı Kürdistan’daki birçok evde duvarlarda yaşatılan o cansız siluetler gibi.
Firar denemesi
Mazlum’un bizim de ilk kez duyduğumuz firar hikayesini ise Arife Doğan şöyle anlatıyor:
“Kendini bir battaniyeye sararak, avludaki çöp varilinin içine oturmuş. Arkadaşları o gün akşama kadar üzerine çöp atmış, giderek ıslak çöpler de atılmış üzerine. Ancak aksilik bu ya, o akşam çöpleri toplamaya götürmemiş askerler. Ertesi güne kadar Mazlum çöp varilinin içinde kalmış. Dışarıda olan Delil ve arkadaşları çöp aktarma noktasında beklemeye koyulmuş. Ancak askerler onların bulunduğu yere değil başka bir noktaya dökmüş varili. O sırada battaniye yuvarlanmış. Mazlum kaskatı kesildiği için çöp varilinin içinden çıkınca ister istemez refleks vermiş. Askerin biri tam gitmek üzereyken battaniyenin kıpırdadığını fark etmiş. Uzun süre soğukta aynı pozisyonda kalınca da kaçamamış. Ve o günden sonra deşifre olmuş ve Mazlum olduğu anlaşılmış”.
"Neden görüşe gitmiyorsunuz?"
Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olduğunu aylar sonra öğrenen ailesi, her hafta onun görüşüne gidebilmek için Diyarbakır’da ev tutmuş. Aslında bu en fazla birkaç dakika süren görüşmeler her seferinde Mazlum’a yapılan işkencelerin bedeninde yarattığı tahribatın tanıklığıdır.
Tek başına tutulduğu, oturma şansının bile olmadığı “ışık odası” denilen yerde, kafasının üzerinde yanan ışığın ısısıyla gözleri şişen Mazlum’u ziyaret eden babası “Mazlum’u kör etmişler” demişti. Bir başka görüşmede iki askerin kolları arasında sürüklenerek görüşe çıkartmışlardı. Bu Mazlum’la birlikte onların da yaşadığı bir eziyetti.
Cezaevinde tutuklu olanların yakınlarının artık ziyarete gitmediklerini fark ettiklerinde ailelere sormuş Mazlum’un annesi, “neden görüşe gitmiyorsunuz?” diye.
O zaman öğrenmişler aslında her görüşe çıkarttıklarında tutuklulara işkence edildiğini, Mazlum’un da ailesi üzülmesin diye bu işkencelere katlandığını… Bunu duyunca kahrolan annesi Mazlum’a birkaç haftalığına memlekete gideceklerini ve görüşe gelemeyeceklerini söylemiş. Bir yere gitmemişler oysa. Mazlum oradayken nereye gidebilirlerdi ki?.. Zaten o son görüş gününden bir hafta sonra Mazlum Newroz gecesi eylem yaparak hayatını noktalamıştı.
Arife, kız kardeşi Serap’ın Mazlum’un ölüm haberini aldığında o yürekleri burkan tepkisini ise “Mazlum kurtuldu” diye ifade ederken, artık gözyaşlarını tutamıyor.
"Anladım ki delirmek böyle bir şey"
Ailenin gözbebeği, sevgiyle şımarttıkları Delil’in yasını tutamadan Mazlum’un ölüm haberiyle sarsılan Arife, yaşadığı yas travmasını anlatırken, “Düşmana karşı güçlü durmak için gözyaşlarımı hep içime akıttım. O dönem beynim Mazlum’a dair her şeyi sildi. Hiçbir şey hatırlamıyor, onunla ilgili kimseyle tek kelime etmiyordum. Yaşanmamış şeyleri yaşanmış sanıyordum. Mesela komşularımı beni uyarmaları için tembihlemiştim. Okula giderken evden nasıl çıktığımı bilmiyordum çünkü. Kimi zaman astarını giydiğim eteği kimi zaman ayakkabılarımı giymeyi unutuyordum. Bir gün komşularım beni yoldan çevirip, ‘Hoca hanım ayakkabılarınızı giymemişsiniz’ demişlerdi. O zaman anladım ki aslında delirmek böyle bir şey. Kimsenin başsağlığı dileğini kabul edemiyordum. Baş sağlığı dilendiğinde donup kalıyor, yanıt veremiyordum. Yıllarca kimsenin taziyesine gidemedim. Arayıp özür diliyordum.”
Dünyanın en kötü cezaevi listesine giren Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yaşayanların yakınları da dışarıda bir nevi işkenceye maruz kalmışlardı. Almanya’da Nazi döneminden kalma müzeye dönüştürülmüş bir cezaevini dolaştığını, orada yaşananların videolarını izlediğini anlatan Arife, “Aslında benzer uygulamalardı. Diyarbakır Cezaevi’nde sadece belki de gaz odaları kullanılmamıştı ama onun dışında her türlü insanlık dışı uygulama söz konusuydu.”
Kardeşlerinin yokluğu kendisini çıldırma noktasına getiren Arife, penceresine konan iki güvercini Delil ve Mazlum olarak belleyip beslemiş. Bir süre sonra dünyaya gelen kızı Dilan’in varlığıyla hayata tutunmaya ve bu ölümlerle yüzleşmeye çalışmış.
"Sanırım insan zulmü gördükçe zalimleşiyor"
Diyarbakır Cezaevi’nin celladı olarak bilinen Esad Oktay Yıldıran’ın öldürüldüğünü bir arkadaşından duymuş. “Hiçbir tepki veremedim. Sadece teşekkür ettim. Sanırım insan zulüm gördükçe zalimleşiyor. Mesela tek dileğim Kenan Evren’in benim elime verilmesiydi. Onu kendi ellerimle, başından ayak parmaklarına kadar…” yine boğazı düğümlendi ve sözünü tamamlayamıyor Arife. “Galiba Tanrı da Kürtlerden yana değil” diyerek derin bir iç geçiriyor.
12 Eylül 1980 ve sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde yüzlerce tutuklu insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Orada yaşananların etkisi zihinlerde taze ve yaraları halen sarılamamışken, 2016’da Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Silvan, Dargeçit gibi koca ilçelerin birer açık cezaevine ve mezarlığa dönüştürüldüğü, insanların bodrumlarda iç organlarına kadar yanarak, kömürleştiği bir süreci yaşıyoruz. Devlet tarafından “faili meçhul” denilerek üstlenilmeyen cinayetler şimdilerde canlı yayında, herkesin gözleri önünde pervasızca işleniyor.
Zulmün mekan değiştirdiği bölgede, ona karşı gelişen direnişlere de tanıklık ediyoruz.
Ve bu yazıyı yazarken dışarıdan “Her yer Suriçi, Her yer Direniş!” şeklindeki sesler geliyor kulağımıza. Zulüm söz konusu olduğunda anlıyoruz ki ne değişen isimlerin ne de geçmiş ile geleceğin hiçbir önemi kalmıyor… (BD/HK)
* Çağan Irmak'ın "Dedemin İnsanları" adlı filminden.
Mazlum Doğan hakkında: 1955 Karakoçan doğumlu. İlk ve orta eğitimini burada tamamladı. Ankara Hacetepe Üniversitesi Ekonomi bölümünde okurken PKK kuruluş çalışmalarına katıldı. PKK merkez komite üyesi iken 1979 Kasım ayında Urfa ile Mardin arasında bir takside yolculuk yaparken üç arkadaşı ile birlikte gözaltına alındı. Kürtlerin ulusal bayramı olan Newroz günü 21 Mart 1982'de kendi yaşamına son verdi. Delil Doğan hakkında: 1958 Karakoçan doğumlu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Öğretmen okulunda öğrenci iken grubun kuruluş çalışmalarında yer aldı. Öğretmenlikten istifa ederek Kürdistan’ın pek çok ilinde örgütleme faaliyetlerine katıldı. 1980 tarihinde askerlerle girdiği bir çatışmada yaşamını yitirdi. |
* Fotoğraflar: Yılmaz Hatman