Özellikle gün ışığında ve kalabalık pazar yerlerine yönelik, büyük sivil yoğunlukları hedef alan, sivillere dönük terör bombardımanları rutinleşti. Askeri kuvvetler, Vietnam'da kötü bir ün kazanan "bul ve yok et" misyonları gereğince, sivillerin evlerine, okullara, hastanelere ve "düşman güçlerini" barındırdığından şüphelenilen tüm yerleşim bölgelerine yönelik bir yerleşme ve imha harekatına başladılar.
Pan-Arap dayanışması
Nüfusunun yüzde 90'dan fazlasının ABD işgaline düşmanca bir tutum aldığının görüldüğü bir ülkede, "bul ve yoket" siyaseti, savaşın soykırımsal doğasını açığa çıkartmaktadır. Sivil hedeflerin Anglo-ABD güçlerince daha fazla yukardan bombalanması, aşağıdan daha fazla Iraklı arabanın patlayacağı anlamına gelmektedir. ABD'nin tüm Irak halkının kararlı direnişine karşı yürüttüğü topyekün savaş, emperyalist işgale karşı uluslararası bir "halklar savaşını" başlatmıştır.
Bu durumun en çarpıcı ifadesi tüm Arap dünyasını - ve kuşkusuz onun da ötesini- kapsayan kitlesel bir pan-Arap dayanışmasının geri dönüşüdür. Mısırlı lider Abdül Nasır'ın döneminden bu yana, sokaklarda kahraman Irak halk direnişine dayanışma duygularını ifade eden ve ondan esinlenen milyonlarca Arap vatandaşı görülmemişti.
Pan-Arap ayaklanması Arap uluslarının demokratikleşmesi yönünde güçlü bir hareket yaratmıştır. Bölgede bağımsız televizyon kanalları serpilmekte, Mısır ve diğer yerlerdeki yarı-resmi gazeteler rejimle bağlarını kopartarak ABD saldırganlığını ve işbirlikçi Arap rejimlerini kınamaktadırlar. Bush'un Ortadoğu'yu sömürgeleştirmeyi hedefleyen emperyal planı geri tepmektedir:
Büyüyen ve güçlenen Pan-Arap hareketi gerçek bir sivil toplum, çürümüş ABD yanlısı yöneticilerini devirme ve ABD askeri üslerini sökme gücüne sahip aktif anti-emperyalist yurttaşlarıyla büyük bir tehdit yaratmaktadır.
Pan Arap hareketi yaygınlaşıp derinleştikçe, Washington'un Arap işbirlikçi rejimleri ve örtük müttefikleri Suriye'yi Irak'a sağladığı gıda akışı ve hafif silahlar yüzünden suçlamaya başladılar. Ürdün, Suudi Arabistan ve kitle gösterileri ve tüm nüfusun aktif düşmanlığı tarafından tehdit edilen Körfez Devletleri, baskıcılaşıp geri çekiliyorlar. Binlerce Arap gönüllü, Iraklı sürgün, göçmen ve Iraklı olmayan topluluklar, uluslararası müfrezeler oluşturuyor ve Irak direnişine katılmak için sınırı geçiyorlar.
Egemenler arasında çatırdama
Batıda, kitle hareketi büyük çaplı günlük çatışmalar ve sivil itaatsizlik eylemleriyle tırmanırken, yönetici seçkinler arasında çatlaklar oluşuyor. İngiltere'de, eski dışişleri bakanı Robin Cook istifa ediyor; Aznar'ın uzun süreli politik yönetimi yerel görevlilerdeki gerilimlerle birlikte çatlıyor. ABD'de, savaş karşıtı Yahudiler sağcı Yahudilerin Bush rejimi içindeki etkin büyük finansör konumlarını protesto ederken Yahudi dinsel önderlerin ve örgütlerin savaşa verdikleri mutlak destek parçalanıyor.
27 Mart'ta, Brüksel'de yapılan bir Avrupa-Amerikan iş toplantısında ABD tek taraflılığı kınandı ve Colin Powell'ın Avrupa Siyaset Merkezi'ndeki özel ekonomik uzmanı Alan Larson sertçe sorgulandı. Avrupalı iş çevreleri özellikle de savaş sonrasının milyarlarca dolarlık yeniden inşa sözleşmelerinin ABD firmalarına verilmesi ve Avrupalıların dışlanmasına sinirlenmişlerdi. ABD sermaye çevreleri bile sadece Cheney ve Rumsfeld kliğine bağlı firmaların seçilmiş olmasından yakınıyorlar.
Batılı iş çevreleri savaşın yıkımı üzerinde didişirken, ABD'nin tek taraflı savaşına karşı çıkan Avrupalı rejimler kısmen tabi konumlarına geri çekildiler. 27 Mart'ta, Fransa, Almanya ve Belçika, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu'nun, ABD'nin vahşi saldırısı altındaki Irak halkının insan haklarını ve insani durumunu incelemeyi amaçlayan özel bir oturum önerisini geri çevirmek için diğer 22 ülkeyle birleştiler.
Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi'nde ise, oturumun ilk gününde yapılan sekiz konuşmaya karşın ABD emperyalist saldırısını kınayan hiçbir somut önerge ortaya çıkmadı. Bu da savaş karşıtı mücadelenin parlamento-dışı bir savaş olduğunu doğrulamaktadır.
Fransız rejiminin sağ-dönüşü en çok "insani yardım" siyasetinde açıklık kazanmaktadır. 27 Mart'ta, Fransız Dışişleri Bakanı Dominique Villepin, Irak'a insani yardım sağlamak için "gıda karşılığı petrol" programının hızla restore edilmesi çağrısında bulundu. ABD'nin, "BM'nin meşruluğu sağlayacak şemsiyesi altında" işgal altındaki Irak'ı yönetebileceğini savundu.
BM'nin, savaş sonrası Irak'taki insani operasyonları yönetmese bile onaylayabileceğini belirtti. Açık ki, Avrupalı rejimler ABD'nin Irak işgalini kabullenmekte, ancak muhalefeti seslendirdikten sonra petrol zenginliğinin bir parçasını güvence altına almayı ummaktadırlar.
İnsani yardım ne için?
Yüzeyde, insani yardım basit bir işlem gibi durmaktadır -yaşamları ve geçimleri ABD'nin savaşı tarafından imha edilen 23 milyon Iraklıya gıda, su ve barınak sağlamak. Ancak insani yardım siyaseti daha derinlere inmekte ve büyük sorular ortaya çıkartmaktadır. İnsani yardım savaşın ve fetihin bir aracı mı olacak yoksa vahşi bir savaşın kurbanlarına çıkarsızca destek mi sunacak? İnsani yardım gerçekten de yardım mı? İnsani yardımı kim hangi yöne taşıyacak ve bunu hangi koşullar altında yapacak?
Öncelikle, bu gerçekten bir "yardım" değildir: "Yardım"ın kaynağı BM-ABD tarafından el konulan Irak petrollerinin sömürüsü ve satışı üzerinden elde edilen gelirlerdir. Kurbanlaştırılmış bir ülkeden çalınan zenginliğin bir bölümünün geri döndürülmesi "insani" bir yardım sayılamaz.
Savaş boyunca ve sonrasında sağlanacak olan insani yardım sadece ABD işgali altındaki bölgelere ve teslim olan Irak kontrolü altındaki köy ve kentlere yönlendirilecektir. Bu yardım değil şantajdır. Bugünkü koşullarda insani yardım ABD'nin kuşatma stratejisinin bir parçasıdır: Sivil halkı açlıktan öldürmek ve bombalamak.
Askeri kuşatma ve pazar yerleriyle su kaynaklarının bombalanması açlık, susuzluk ve milyonların yavaş yavaş ölümü demektir. Bu durumda insani yardım nüfusun en düşkün ve zayıf kesimlerinin direnişini kırmak için önerilmektedir. Savaş sonrası dönemde, insani yardım Villepin'in "transatlantik dayanışması" dediği şeyi ve ABD sömürge yönetimini meşrulaştırmak için kullanılacaktır.
Gerçek bir insani yardım siyaseti petrol karşılığı gıda siyasetine ek olarak BM katkılarını da içermelidir; insani yardımın tüm sivil nüfusa, özellikle de Irak yönetimindeki kent ve köylerdekilere ulaştırılmasına izin verecek bir ateşkes uygulanmalıdır. İnsani yardım Irak yetkilileri, Kızılhaç ve dağıtıma katılan diğer sivil toplum örgütlerince yürütülmeli ve yardımın propaganda amaçlı "etiketlenmesine" izin verilmemelidir.
Bush BM insani yardım inisiyatifini onaylamış ancak BM Irak direnişinin denetimi altındaki kentlerdeki kurbanları ele alan gerçek bir insani yardım programını tartışmamıştır.
İnsani yardım gibi konuların yanlış anlaşılmasının en önemli nedenlerinden birisi Anglo-Amerikan denetimli medya (AADM) ve onların Avrupa, Japonya ve Latin Amerika'daki uzantılarıdır. AADM'nin savaş propagandasındaki rolünü anlamanın anahtarı Washington'un "yataklandırılmış muhabirler"inin - Irak kentlerine saldıran Anglo-Amerikan güçleriyle kaynaşmış ve askeri komuta sansürü altında çalışan gazetecilerin incelenmesidir.
Serbest ve bağımsız gazetecilerin işgal güçlerine eşlik etmeleri yasaklanmıştır. Bunun sonucu ise ABD katliamları hakkındaki yazıların ve Bağdat ve Basra sokaklarıyla hastanelerindeki yaralı ve ölü sivillerin fotoğrafların dışlanmasıdır.
Yayınlanan tek şey Anglo-Amerikan propagandası, varolmayan teslim alınmış kentler, varolmayan Basra halk ayaklanması ve ABD askerlerinin elinden karamela alan Iraklı çocuklardır. Londra Daily Mirror gazetesi yırtılmış bir beyaz teslim bayrağının yanındaki "müttefik" askerleri kurbanlarını seyrederken siperde yatan kafası kopmuş iki Irak askerinin fotoğrafını basan tek Anglo-Amerikan günlük gazetesi olmuştur.
Yataklandırılmış medya
ABD ordusu, savaşın "otantikliği"nden şüphe duyanları .... işgalci generallerin ve subayların gözleri ve ağızları tarafından deneyimlendiğine benzeyen, "savaş bölgesinden gelen doğrudan raporlar"la ikna eden bir propagandaya hizmet ederek ABD ve Britanya'daki savaş yanlısı destekçilerini güçlendiren "yataklandırılmış haber muhabirlerini"nin başarısını kutlamaktadır.
Medya Irak televizyonu tarafından sergilenen esirlere kötü muamele edildiği hakkındaki Bush/Blair propagandasını - teslim alınmış binlerce Afgan ve Arap esirin ABD-Kuzey İttifakına teslim olduktan sonra metal konteynerlere tıkılarak öldürülmesini ya da Guantanomo'daki yüzlerce eli, gözü bağlı, kafeslenmiş esiri unutarak- güçlendirmekte ve yaymaktadır.
Yataklandırılmış muhabirler kötü muamele gören esirler hakkındaki ABD propagandasını papağan gibi tekrarlamakta ama tüm Iraklı sivilleri hedef alan son "bul ve yoket" emirleriyle "hiç esir alma" talimatlarını haber vermeyi başaramamaktadırlar.
"Yataklandırılmış muhabir" nosyonu - yani gazetecilerin askeri propaganda makinasıyla bir parça ve bir öğe olarak resmen bütünleştirilmeleri Anglo-Amerikan toplumunun basın özgürlüğüne yönelik genel bir saldırıyı temsil etmektedir.
Emperyalist savaş Irak'ta kitlesel bir direnişle karşılaşmış, savaşın politik ve ekonomik maliyetleri yerel muhalefeti güçlendirmiştir. Başkan Bush savaşın sonsuza kadar süreceğini açıklamaktadır. ABD savaş ağaları hızlı bir sondan bahsedilemeyeceğini onaylamaktadırlar. İspanya ve Britanya rejimleri yerel olarak berbat biçimde yalıtılmış durumdadırlar. Bazı savaş yanlısı medya bile muhalefete geçmektedir - İspanya'da El Pais, Britanya'da The Daily Mirror ve hatta New York Times bile ilk kez eleştirel makaleler yayınlamaktadırlar. Ancak savaş ABD'yi destekleyen rejimlerle büyük bir otoriterleşmeyi açığa çıkartmaktadır.
Yurttaşlarının büyük bir çoğunluğunun savaşa karşı olduğunu görmezlikten gelmekteler; Bush basın toplantısını askeri üslerde yapmaktadır. Avro-Amerikan müttefikler -kitlesel gösterilerden korkarak Atlantik'teki uzak bir adada buluşmaktadırlar. Kararlar güvenilir kliklerin çekirdeklerince alınmakta; parlamentolar, kongreler, sivil toplum bunların tümü dışlanmaktadır. Sivil alan askerileştirilmektedir.
Irak direnişi sürer, askeri kara kampanyası duraksar, yerel muhalefet büyür ve Pan-Arap hareketi bir gerçeklik halini alırken, Beyaz Saray'daki denetim dışı aşırılar Nihai Çözüm arıyorlar - İsrailli askeri uzmanlarla bir "Cenin çözümü" üzerine görüşüyorlar - buldozerlerle, helikopter atışlarıyla, Bağdat'ın tüm sivil halkını dümdüz edecek bombardımanlarla yapılacak bir kitle imhası.
Ancak Irak direnişi Filistinlilerden daha güçlü ve daha iyi silahlanmış durumda - ve direnişleri Avrupa ve Kuzey Amerika'daki on milyonlarca göstericinin desteğine sahip, "Arap sokağı" ise harekete geçmeye başladı. Hangisi önce olacak - Bağdat'ın teslim alınması mı, işbirlikçi rejimlerin devrilmesi mi, Batı demokrasisinin yıkılışı mı? Yeni savaşlarla mı yoksa yeni devrimci hareketlerle mi karşılaşacağız?
İlkine karşı savaşacak ve ikincisini inşa etmek için çalışacağız. 2003 tehlikeyle içiçe yaşanacak bir yıldır: insanlığa karşı suçlar ve kahramanca direniş yılı; savaşı reddetme ve bu kendi hakikat momentlerindeki Irak halkıyla dayanışmayı yükseltme zamanı.(NK/BB)
* rebelion.org sitesinde yayınlanan yazı, sendika.org'un çevirisiyle yayınlanıyor. Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.