Sol düşüncenin ve sosyal bilimlerin Arafta kalmış isimlerinden birini, büyük bir öğretmeni kaybettik geçtiğimiz hafta.
Stuart Hall’un ölümünden sonra farklı mecralarda kaleme alınan anmalar hep onun parlak bir zihin olduğu kadar muazzam bir öğretici olduğundan dem vurdular. Gerçekten de onu tanıma, şahsen onunla vakit geçirme şansına erişmiş erişmemiş herkes için büyük bir öğretici oldu.
Kendini Hall’un “buralardaki” öğrencilerinden gören biri olarak, ondan öğrendiklerim ve hala öğrenebileceklerimiz hakkında birkaç not düşme amacıyla kaleme alıyorum bu satırları; hiç tanımadığı bir dostun kaybından duyulan üzüntüyle aynı zamanda. Bu yüzden çok yansız bir yazı olduğu söylenemez.
Jamaika'dan İngiltere'ye
1932 yılında Jamaika’da dünyaya geldi Hall ve 1951'de Oxford Üniversitesi’nde eğitimini sürdürmek üzere İngiltere’ye yerleşti. Jamaika’dan İngiltere’ye göç ediş aynı zamanda bir “yer”leşememe ve Arafta kalma hikâyesinin başlangıcı oldu. Sömürge deneyiminin bilinci ve kızgınlığı ile ülke değiştiren Hall kendini bu yeni coğrafyada bir misafir olarak hissettiğini vurguladı her fırsatta:
“Bir İngiliz değilim ve hiçbir zaman olmayacağım. İngiltere’ye gelişim aslında bir kaçış hikâyesi, başarısızlıkla sonuçlanan bir kaçış.”
Hall’un bahsettiği “başarısızlık” onun entelektüel dinamizminin, huzursuzluğunun ve öfkesinin kayaklarından biri oldu. Yeni sol ile tanışması 1950’li yılların ikinci yarısına rastladı. E. P. Thompson ve Raymond Williams gibi önemli kuramcıların içinde bulunduğu ekiple birlikte 1960 yılında New Left Review dergisini çıkarmaya başladı ve derginin ilk editörü oldu.
Editörlük görevini kısa bir süre sonra Perry Anderson’a devrederek kültürel çalışmalar disiplinin kurucularından sayılan Richard Hoggart’ın daveti ile Birmingham Üniversitesi Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nde çalışmaya başladı. Merkezde çalışmaya başlaması hem kendisi hem de kültürel çalışmalar disiplini için bir dönüm noktası oldu.
1968-1979 yılları arasında merkezin yöneticisi oldu; özellikle merkez bünyesindeki Medya Grubu ile birlikte önemli projelerin içerisinde yer aldı. 1979-1997 yılları arasında The Open University’de profesör olarak çalışan Hall, 1980’lerde Marxism Today dergisinde sol üzerine çözümlemeleriyle öne çıktı.
Bir kamusal entelektüel
Ünü ve etkinliği akademi dışına taşarak bir kamusal entelektüel olarak İngiltere’de siyasal tartışmaların şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Kültür, çokkültürcülük, ırk, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve kimlik üzerine çığır açıcı düşünceleriyle her daim yeni sol arayışların peşinde oldu. Thatcherizm ve “otoriter popülizm” çözümlemesi, halen İngiltere’de ve dünyada Yeni Sağın iktidar oluş süreci ile ilgili en aydınlatıcı çalışmalardan biri olma özelliğini koruyor.
Düşüncesinin gelişimi içerisinde en belirleyici ve zorlayıcı noktalardan biri Marksist cenahta yer alıp da kültür meselesini ele almak oldu. Bununla birlikte bu zorlukla mücadelede yalnız da değildi. Raymond Williams, Richard Hoggart ve E. P. Thompson gibi isimler işçi sınıfı kültürü üzerine yaptıkları çalışmalar ve kültürün maddiliğine yaptıkları vurgularla alana önemli katkılar sunmuşlardı.
Kültürün biçim-içerik, altyapı-üstyapı gibi ikilikler ve belirlenim ilişiklileri içerisinde ikincilleştirilmesine ve talileştirilmesine karşı duran bu araştırma gündeminin önde gelen isimlerinden biri haline geldi. Kültürel Çalışmalar Merkezi onun önderliğinde toplumsal, kültürel ve siyasal hayatın karmaşıklığını açıklamaya gayret etti. Hall ve arkadaşlarına göre ele alınan kültürel ve siyasal sorunların karmaşıklığı ve iç içe geçmişliği, indirgemeci şemaların ötesinde, aynı derecede incelikli aygıtlara duyulan ihtiyacın altını çizmekteydi.
Alternatif bir popüler kültür okuması
Hall gündelik olanın, sıradan olanın önemine yaptığı vurguyla kültürün demokratikleşmesini bir öncelik olarak gördü. Kültürü “bütün bir hayat biçimi, genel bir toplumsal süreç” olarak ele alarak Williams’ın izleğini takip etti. Yapısalcılık ve kültürelcilik arasında sıkışmış kültürel çalışmalar disiplininde, kültürü bir mücadele alanı, farklı çıkar, güç ve lisanların/aksanların çarpıştığı bir meydan olarak görerek kavrama dinamik bir siyasallık kazandırdı.
Özellikle popüler kültür üzerine yazdıkları, birçoklarınca alt-üst, bayağı-seçkin gibi ikiliklerle kavranan kültürel formların homojen olmayan yapılarına dikkat çekti. Popüler kültüre tepeden bakan, onu küçümseyen; ya da popüler kültürü halkla ya da alt sınıflarla özdeşleştirip yücelten yaklaşımlara alternatif bir popüler kültür okuması sundu.
“Notes on Decontstructing the Popular/Popülerin yapısökümü üzerine notlar”ın kültürel çalışmalar alanının temel metinlerinden biri olmasının sebebi bu özgün katkısıydı. “İnsanlar kültürel aptallar değildir” diyen Hall sıradan insanların kandırıldıkları ve uyutulduklarını vurgulayan olumsuz ideoloji kavramlarına da karşı çıktı.
Kültürel Çalışmalar Merkezi bünyesinde Hall’un öğrencileri ile birlikte kurduğu Medya Çalışmaları Grubu iletişim çalışmaları alanında yeni bir paradigmanın doğuşuna vesile oldu. Yirminci yüzyılın ilk yarısında iletişim çalışmaları daha ziyade davranışsalcı tonun yüksek olduğu etki-tepki modelinin hâkimiyeti altındaydı.
Medyanın ideolojik rolü
Hall ve arkadaşları “doğrudan etki” modeli ile bağlarını koparıp medyanın ‘ideolojik rolü’ denebilecek şeye odaklandı. Bu çaba içerisinde dil ve dilsel pratiklerin anlamın inşasındaki kurucu rolüne odaklanan; pasif izlerkitle anlayışı ile bağını koparan ve medyanın hâkim iktidar ilişkilerinin üretimindeki rolünü inceleyen bir yaklaşım geliştirildi. 1978 tarihli Policing the Crisis İngiltere’de 1970’lerin sonuna doğru iktisadın, siyasetin, devletin, “siyasal meşruiyet, toplumsal otorite, liderlik, sınıf savaşımı ve direnişi biçimlerinin” ve son olarak da ideolojinin yaşadığı bunalımın analizini merkeze yerleştiriyordu.
Bir Hall bibliyografyası üzerine çalışan araştırmacı onun ortak çalışmalara, ekip araştırmalarına ve kolektif ürünlere verdiği önemi hemen fark edecektir. Hall’u tanıyan, onunla çalışmış olan pek çok isim onun ortak çalışma, öğretme ve öğrenme tutkusunu vurgulamaktadır. Yakın arkadaşı Lawrence Grossberg’e kulak verelim:
Çok sayıda insan bana daha önce onun gibi bir akademisyenle tanışmadıklarını söylediler. Böylesine alçakgönüllü, mütevazı, cömert, tutkulu; herkese eşit bir şekilde saygı gösteren ve herkesin sözlerine kulak veren; düşüncelerin önemli olduğuna, çünkü entelektüeller olarak insanlara ve topluma karşı sorumluluklarımız olduğunu düşünen bir insan. Star rolü oynamayı kabul etmemiş bir insan!
Bu insani ve entelektüel vasıflar da kulağımıza küpe olsun diyerek devam edelim.
Marksizm eleştirisi
Hall’un ortak çalışma tutkusu aynı zamanda onun düşünsel açıklığı ile bağlantılı olsa gerek, ya da tam tersi. Avrupa sol düşüncesinin önde gelen Marksist figürlerinden biri olarak indirgemeci, mekanistik, teleolojik ve özcü Marksizm yorumlarına her daim eleştirel bir şekilde yaklaştı. Toplumsal gerçekliğin karmaşıklığını basit ikiliklerle çözmeye çalışan düşünsel konformizme alternatif geliştirme uğraşındaydı hep. Bu arayış içerisinde İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci ve onun hegemonya kavramı Hall’un çözümlemelerinde temel dayanak noktalarından biri oldu. “Gramsci ve Biz” makalesinde “Sardinyalı” hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle ortaya koyuyordu:
Hiçbir şekilde Gramsci’nin şu anki sorularımıza ‘cevaplarının olduğu’ ya da ‘dertlerimizin devasını elinde tuttuğu’ gibi bir iddiam yoktur. Ben, sorunlarımızı Gramscici bir şekilde ‘düşünmemiz’ gerektiğine inanıyorum –ki bu farklı bir şeydir. Gramsci’ye (uzunca yıllar Marx’a yaptığımız gibi) bize doğru zamanda rahatlatıcı ve yerinde alıntıyı sağlayacak bir Eski Ahit peygamberi muamelesi yapmamalıyız. Bu ‘Sardinyalıyı’ kendi özgül ve benzersiz koşullarından koparıp ondan problemlerimizi bizim için çözmesini isteyemeyiz.
Hall’un entelektüel repertuarındaki sayısız ilham kaynakları içerisinde Gramsci’nin yanında Louis Althusser, V. N. Voloşinov/Bahtin, Ernesto Laclau gibi düşünürler öne çıktı. İdeolojilerin maddi pratiklerde somutlaşması; öznelerin oluşumunda ideolojilerin oynadığı rol; dil ve anlam üzerindeki sınıf mücadelesi gibi kavram ve temalar Hall’un günceli analizinde önemli araçlar oldu. Ve elbette ki söylem, temsil ve kimlik meselelerine yoğunlaştığı dönemde temel referanslarından biri olarak Michel Foucault vazgeçilmez bir isim oldu.
Hall bağlamsalcıydı
Hall için söylem analizi bağlamın ve ilişkiselliğin önemini vurgulaması açısından önemliydi. Grossberg’in sözleriyle, “Hall için her şey ilişkiseldi, şeyler ancak ilişkisellikleri içerisinde mevcut var oluşlarına sahiptiler; işten bu yüzden Hall bir bağlamsalcıydı –kendini bağlamları araştırmaya adamış, bağlamsal olarak düşünen ve herhangi bir evrensel iddiayı reddeden bir düşünürdü. İşte tam da bu yüzden Marx’a, Gramsci’ye, James Carey ve son olarak da Foucault’a böylesine derinden bağlıydı.” Laclau’nun İdeoloji ve Politika’da incelikli bir şekilde işlediği “eklemlenme” kavramını açıklayışı Hall’un düşünme şekli hakkında bir fikir verecektir:
“Eklemlenme” teriminden kastım bir hayat kanunu ya da hayatın gerçeği olarak her durumda zorunlu bir şekilde verili olmayan, fakat ortaya çıkması için özgül var oluş koşulları gerektiren, pozitif olarak özel süreçlerce sürdürülmesi gereken, “ebedi” olmayan ve sürekli yenilenmek isteyen, kimi durumlarda ortadan kalkabilen ya da alaşağı edilebilen, eski bağları çözen ve yerine yeni bağlantıların –yeniden-eklemlenmelerin– ortaya çıkmasına yol açan bir rabıta ya da bağlantıdır.
Tüm bu noktaların altını çizmekle birlikte Hall’un incelikli teorik arayışları onu hiçbir zaman teorisizm tuzağına düşürmedi. İdeoloji, hegemonya ve kimlik sorunları ile ilgili soruşturmalarına her daim politik kaygılar hâkim oldu.
Kuramsallaştırmanın amacı entelektüel ya da akademik şan şöhret kazanmak değil, tarihsel dünya ve onun süreçlerini anlamamaya ve böylelikle onu dönüştüremeye yönelik pratiğimize katkı sunmaktır.
Bu yüzden Yeni Sağ ideoloji üzerine yazarken aslında tartıştığı şey sol düşüncenin krizi oldu. Kimlik ve temsil meselelerini ele alışında ayrımcı, ırkçı söylem ve pratiklerle nasıl mücadele edilmesi gerektiği sorusuna bir cevap aradı. Kendini adalet, eşitlik ve özgürlük arayışında bir aydın olarak tanımlamayı yeğledi hep ve eleştirel düşüncenin gerekliliğini savundu. Hall’un üniversite hakkında sözleri Batı’da üniversitelerin piyasalaşmasına ve yaşadıkları neoliberal erozyona bir tepkinin ifadesiydi: “Üniversite eleştirel bir kurumdur; aksi takdirde bir hiçtir.”
10 Şubat 2014 tarihinde yeri doldurulması çok güç bir entelektüeli, bir öğretmeni, bir yoldaşı kaybettik. Her türlü düşünsel konformizmi ve kolaycılığı reddeden Hall yazdıklarıyla ve yaşamıyla bir ilham kaynağı olmaya devam edecek. “Garantileri olmayan” bir Marksizm arayışında “aklın kötümserliğine” karşı her daim “iradenin iyimserliğini” canlı tutmaya çalışan “bizim cenah”, Hall’u çok özleyecek. (BÖ/NV)
* Burak Özçetin, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi.
** Burak Özçetin'in kapsamlı yazısı “İdeoloji, İletişim, Kültür: Bir Stuart Hall Değerlendirmesi” için tıklayınız.