Yeşim Ustaoğlu sinemaya arka arkaya ödül alan kısa filmlerle başladı. Ardından İz (1994), Güneşe Yolculuk (1998), Bulutları Beklerken, Pandoranın Kutusu ve son olarak Araf'la çıktı karşımıza.
Filmografisine baktığımızda etnik kimlikler, resmi ideoloji, hatırlama, bellek ve yüzleşme mevzularını dert edindiğini görüyoruz. Üniversite hayatını Trabzon'da geçiren Ustaoğlu'nun sinemasında git gide öne çıkan bir diğer unsur da Karadeniz.
Nitekim Araf da mekan olarak Karadeniz'de Karabük'te geçiyor. Ancak Araf'taki Karadeniz, Bulutları Beklerken ve Pandoranın Kutusu'dakinden çok farklı. Kirli bir sanayi kenti görüyoruz bu kez.
Araf, sadece mekanın kullanımı anlamında da değil gerek tematik anlamda gerekse biçimsel anlamda Yeşim Ustaoğlu'nun filmografisi içinde yepyeni, farklı bir yerde duruyor.
Politik filmler yapmasına alışık olduğumuz yönetmen bu kez görüntü ve imgeye sırtını daha çok yaslıyor ve ne söylediğinin anlaşılması için daha çok çaba talep ediyor. (1)
Araf'ın Türkiye Sineması içinde özellikle Selvi Boylum Al Yazmalım filmiyle bir akrabalığı var. Selvi Boylum Al Yazmalım'daki sevimlilik ve romantizmi yerle bir ediyor film. Kamyoncu ve köylü kızın aşkının "gerçekte" nasıl olabileceğini görüyoruz.
Ancak en çok da Zehra ile aynı yaşlardaki kahramanı ile Hayat Var ve sıkıştıkları dar alandan kaçmak isteyen yoksul kahramanları olan Üç Maymun'la ilişkisini kurmak mümkün.
Üç Maymun'da da kadınların bu hayattan kaçmak - yırtmak için buldukları çözüm güç atfettikleri erkekle birlikte olmaktır (bu durum Nuri Bilge Ceylan sinemasında kadının femme fatale'liği ve biraz da melodram bir havayla işlenir), erkek kahramanlarsa güçlü olan erkeklerin yanında yer almaya çalışırlar. Her iki filmin kadın kahramanlarının özel bir mutfakta çalışıyor olması ilginç bir tesadüf olarak mı düşünülmelidir bilmiyorum..
Zehra'nın Mahur'a aşkının, Olgun'un yarışma programlarına (burada vurgu özellikle Var mısın Yok musun üzerine) aşkından pek de farkı yok. Zehra da Olgun da taşranın taşrasında yaşanan hayattan kendilerine çekip gitmeyi en çok vaad eden neyse ona güç atfediyorlar.
Zehra'nın Mahur'a parmak uçlarıyla bile dokunmayışı kısaca ona hala "yabancı" hissetmesine rağmen Mahur'la birlikte olmasının nedeni ondaki "güce" (iktidar olarak da okunabilir) umut bağlaması.
Oğlan çocuğu içinse ümit ancak aniden ve emek verilmeden kazanılacak paraya bağlı. Olgun'un iktidarsızlığı; "erkek" olmayışı babası ile olan mesafeli ilişkisinde, babasından iğrenmesinde ve penisinden "ortalamanın üstünde değil" diye söz etmesinde özellikle vurgulanıyor.
Tabi böylesi bir atmosferde Mahur'un kamyon şoförü olması elbette oldukça manidar. Zehra'nın Olgun'un yüzüne bakmaması, Mahur'u görür görmez ondan etkilenmesi, Mahur'un olgunluğu Olgun'un çocukluğu... Olgun ve en yakın arkadaşı arasındaki homoerotik ilişki..
Bu noktada filmin açılışında Araf adının, Olgun ve arkadaşının arasına giren, eriyik metalin toprağa dökülmesi fonu üzerinde yer aldığı hatırlanabilir.
İki gencin arasına giren onları ayıran bu ateş gibi yanan, adeta lava benzeyen eriyiği Zehra'nın kadınlığının metaforu olarak düşünmek mümkündür.
Filmin kapanış sahnesinin ise Olgun'un Zehra ile evlendiği sahne olduğu, film boyunca Olgun'un Zehra'dan çok arkadaşıyla vakit geçirdiği düşünüldüğünde Araf'ın Türkiye'de erkeklik halleri üzerine son derece zengin okumalara açık olduğu ortadadır.
Filmin sonunda yolları belki de asla birleşmeyecek Zehra ve Olgun'un yollarını kesiştirense aslında yine bir "yırtma", kendini anlamlı hissetme hali oluyor.
Sınıfsal gerçekliklerinden soyutlanmış, söz konusu gerçekliğe yabancılaşmış insanların televizyon estetiğinin gerçekliğinin birer kahramanı gibi hissetmelerini anlatıyor bize film. Zehra gibi genç kadınlar için kahraman gibi hissetmek, "güçlü" bir erkekle evlenmeyle mümkünken Olgun gibi genç erkekler içinse ise alkolik ve işe yaramayan babanın cisminde simgelenen iktidarın, kifayetsizliğinin sebep olduğu güçsüzlüğü, yetersizlik hissini giderme ile mümkündür.
Olgun'un Zehra ile evlenmesi tek başına manasızdır bu sebeple, evliliğe anlam kazandıran kısa süreliğine de olsa kendi hikayesinin kahramanı olabilme (ünlü olmak diye de okunabilir) halidir. (GY/ÇT)
(1) Yönetmenle yaptığı söyleşide Fırat Yücel bu durumu, "politik olanı gündelik hayatta buluyorsunuz" sözleriyle ifade etmiş.