Son yıllarda ne çok tekne battı, ne çok hayat Ege ve Akdeniz’in mavi karanlık sularında son buldu.
Savaştan, ülkelerindeki devlet baskısından ya da ekonomik nedenlerden dolayı tehlikeli yolculuklara çıkanların, insan tacirlerinin eline düşenlerin yaşadıklarının çetelesini tutan var mıdır bilmiyorum. Fakat her tekne faciasından sonra haber bültenlerinde yer aldığı kadarıyla hatırlandıkları ve bir başka tekne ya da yol faciasına kadar unutulduklarını biliyorum.
Onların yaşamak zorunda kaldıkları dram, Alan bebek gibi kıyıya vurduklarında bu kokuşmuş dünyada sadece insan kalmaya gayret gösterenlerin yüreğini yakıp geçiyor. Ve sadece bir avuç duyarlı insan kendilerini bekleyen ölüme, büyük tehlikelere aldırmadan yollara düşenler için bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyor.
Avrupa’nın demokrasisi de hümanizmi de kıyıya vuran insan cesetleri karşısında güneş görmüş kar gibi anında eriyip, yok oluyor!.. Türkiye Avrupa’yla pazarlığa oturuyor onlar için... İstediğimi vermezseniz açarım kapıları görürsünüz gününüzü deniyor.
Ve bir de bakıyorsunuz ki, mükemmel bir kamp diye sundukları Nizip’teki kampta onlarca çocuğa tecavüz edilmiş; tecavüze uğrayan çocuklardan üçü ise kayıp!
Sonra AFAD; "sorun yoktur, her şey kontrolümüz altında" diye bir açıklama yapıyor!
Kısacası hepsi kendi çıkarının peşinde, mültecileri düşünen ise yok!
1980’li yıllarda Hollanda’da yaşadığım süreçte 12 Eylül askeri faşist cuntasından kaçanlara mesken olmuştu buralar...
Şişme botla gecenin karanlığında Yunan adalarına geçenler mi dersiniz; Meriç nehrinden geçerken boğulanlar mı dersiniz? Tırların dondurucusunda kaçak geçerken donanlar mı dersiniz?..
Yunanistan’daki Lavriyon kampından sonra, değişik Avrupa ülkelerine geçmek için bir dizi rezaleti göze alanların haddi hesabı yoktu o zamanlar.
Şimdilerde ise, Suriye’de başlayan iç savaşla birlikte 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın en büyük mülteci akınına uğradığı söyleniyor.
Kısa bir süre önce Orhan Çelik’in "Ar - Avrupa’ya Akan Mülteci Sorunu" romanını okudum. Kitap Eylül 2015’de Belge Yayınlarından çıkmış.
Yazar Çelik kitabın kahramanı "Ar"ın mülteci yaşamını aktarırken, aynı zamanda onun geçtiği yollarda karşılaştığı diğer mültecilerin yaşadıklarıyla romanını örmüş...
Almanya’ya iltica eden Ar’ın Hamburg’da ifade vermek için gittiği mahkemeyle başlıyor herşey... Bir biri ardına yöneltilen sorularla, Ar’ın neden Almanya’ya iltica ettiğinin gerçek bilgisine ulaşmaya çalışan hakimin soğuk ve üstenci üslubuyla sürüyor Ar’ın öyküsü.
Veteriner olan Ar’ın Kürdistan’da kurduğu Hayvan Koruma Merkezi’ndeki çalışmalarından rahatsız olan Jitemcilerin Ar’ı kaçırıp işbirlikçi olarak salıvermeleriyle de Avrupa’ya kaçışı başlıyor. Tıpkı siyasal mücadeleye katılan ve sürgünde yaşamak zorunda kalan binlerce, onbinlerce politik sürgün gibi... Ar’ın ifade verirken yaşadığı sıkıntılar, 1980’lerdeki ilticacıların anlattıklarını anımsatıyor... Sınır dışı edilme korkusunun insanlara neler yaptırdığına çokça şahit olmuştuk o yıllarda.
Yazar Orhan Çelik, romanının kahramanı Ar’ın mahkemedeki ifadesini kurgularken, hakimin her sorusunun ardından okuru bölgede yaşananlara ve devletin baskı ve zulmünden kaçmak zorunda kalanların öykülerinin içine çekiyor.
Psikolojik tedavi gören Ar’ın doktoruyla konuşmalarında, yine aile fertleriyle ya da arkadaşlarıyla buluşmalarında da aynı yöntemi kullanmış yazar.
Romanın kahramanı Ar’ın mesleği veterinerlik olsa da, aynı zamanda bir yazar.
Hem de değişik insan öykülerinin peşinden koşan bir yazar romanın kahramanı.
Dolayısıyla, Ar’ın peşine takılarak hiç sıkılmadan Almanya’ya iltica eden çok değişik insanların öyküleriyle mülteci yaşamlarının zorluğunu, sıkıntılarını öğreniyorsunuz.
İşsizlik, kaçak yaşamak, insan tacirlerinin eline düşmek, kadın olarak tehlikelerle dolu binlerce kilometrelik bir yolu katetmenin çok daha meşakkatli olduğunu sanki o öykülerin içindeymişsiniz gibi yaşıyorsunuz.
Bütün bunları okurken sık sık kendinize "böyle bir yaşam için bunca eziyete katlanmaya değer mi" sorusunu yöneltmeden de edemiyorsunuz.
Eşi ve üç çocuğuyla birlikte yollara düşen Sine’nin başına gelenlerin istisna olmadığını bilince insan, geminin güvertesinden kendisini soğuk sulara bırakma kararlılığını anlıyorsunuz.
Kadın olmanın her alanda olduğu gibi, mülteci gemisinde ya da insan tacirleriyle bir dağ yolunda yolculuk yapmanın çok daha zor olduğuna tanık oluyorsunuz.
"Avrupa’ya Akan Mülteci Sorunu/Ar"da, Avrupa’ya geçmeyi başarmış insanların oturum almak uğruna katlandıkları zorluklardan, politik mültecilerin nasıl sıradanlaştığına, dün cepheden karşı olduğu kirlenmişliklerin bir parçası olmasının yarattığı çözülmeler bir kez daha "değer miydi?" sorusunu sormanızı koşulluyor.
Bir romanın kurgusu içinde aslında mülteci yaşamların gerçeğine dokunuyorsunuz. (FE/HK)
Orhan Çelik hakkındaOrhan Çelik, 1979 yılında Bingöl Eğitim Enstitüsünü bitirmiş. Karadeniz’de başlamış ilk öğretmenliğine. Sonra Ağrı/Doğubeyazıt, Konya/Ermenek derken 1993 yılında Almanya’nın Hamburg kentine yerleşmiş. "Büyük Dağda Küçük Köy", "Sağırtaş" ve "Kumluk Diyar" kitaplarına imza atmış. 2006’da Gilîdax adlı tiyatronun da kurulmasına öncülük etmiş. Ve "Sterkên Ezmanen Hesin" (Gökyüzünün Metal Yıldızları) adlı kendi yazdığı oyunu yönetmiş. Yakında "Fistansorê" adlı tiyatro kitabı da Belge Yayınları'ndan yayınlanacak. |