Bu sıfat tamlamasını 'Türkçe yazan Kürtler'ı yani ne zaman görsem, sanırım biraz da kendini henüz Kürtçe yazma yetkinliğinde hissetmemenin ezikliğiyle, bende “Pis Kürtler” etkisi bırakıyor.
Ama bu defa “Türkçe Yazan Kürtler” diye seslenen Kürtçe’ye çok değerli katkılar sunan yazar Dilawer Zeraq olunca “Bir dur bakalım” deyip peşine düştüm. Zeraq, ‘Türkçe yazan Kürtler’e “Kürtçe’den kalıp, deyim, kelime ve kültürel öğeler aparıp Türkçe yazınıza büyülü gerçeklik ve egzotiklik kazandırma uğraşından vazgeçme” önerisi yapıyordu. Devamında da “Her dil kendine yeter (zaten) ve siz de o yeterlilikten yararlanın lütfen!” diyordu.
Zeraq’la bu konuda aslında bir söyleşi yapmış olduk, facebook üzerinde. Zeraq bahsettiğim eleştiriyi-öneriyi facebook hesabından paylaştı, ben de paylaşımın altına “Dillerin etkileşim doğal bir reaksiyondur ve etkileşim dilleri zenginleştirir, o yüzden bu etkileşime niçin karşı çıktığınızı merak ediyorum” notunu düştüm; soru-cevap derken ortaya böyle küçük bir söyleşi çıktı.
“Kürtçe kurumlaşması olmayan bir dil”
“Diller arası etkileşime niçin karşı çıkıyorsunuz?” soruma çok geçmeden cevap geldi. Zeraq özetle şunları söylüyordu:
- Eğer eşit şartlarda gelişme ve kendini ifade etme olanaklarını sahipse diller evet, o zaman diller arası etkileşim zenginleştirir…
- Oysa eşit şartlar söz konusu olmadığı gibi Türkçe, 150 yıllık asimilasyon politikalarının başlıca aracı -hiçbir suçu ve günahı olmamasına rağmen- Türkçe oldu. Dolayısıyla Kürtçe’den aparılan öğeler, Türkçe’ye bir nevi “haksız kazanç” olarak giriyor.
- Örneğin Türkçe’de “kocakarı soğukları” deyimi varken Türkçe bir yazıda Kürtçe “pûka pîrê” deyimini “pîrê tipisi” olarak kullanırsa, bu Türkçe’yi geliştirir ama zaten kurumlaşması olmayan Kürtçe’yi de zayıflatır.
- Her dilin kendi sınırları vardır; yani dillerin sınırları teritöryal değildir. Dillerin şekillenişini etkileyen faktörler nedeniyle aparılan öğeler, katıldığı dilde eğreti durabilir, farklı bir dilde aynı etkiyi yaratmayabilir. Çünkü dilin sınırı, duygu, düşün, kültür ve yaşam sınırıdır. Örneğin Ahmed Arif’in ‘Uy Hawar’ından hiçbir Türkçe konuşan veya Türkçe’yi anlayan kişi bir Kürt kadar etkilenemez; Kürt onu ruhunda, iliklerinde, ciğerinde hisseder; anlatmak istediğim bu.
“Kürtçe kendi halinde bile bırakılmıyor”
Zeraq’ın anlatımlarından Kürt yazarlardan Kürtçe için bir “öz savunma refleksiyle” hareket etmelerini istediğini anladım, bunu ifade ettiğimde itiraz etti:
“Kürtçe'nin öz-savunmadan çok "öz-korunma" ihtiyacı var... Savunma yapılacak saldırı aşaması çoktan geçildi... O savunmayı Celadet Elî Bedirxan* Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta** çok yönlü yapmış zaten... Kürtçe, kendi halinde bırakılma hakkından bile yoksun bırakılmıştır. Oysa her varlığın, olgunun kendi haline bırakılma hakkı vardır. Onu rahatsız etmezsin ama bir katkı da sunmazsın.”
“Şükür bugünleri de gördük”
Zeraq’ın paylaşımının altında yazılan bir şey vardı ki yüreğime dokundu: “Çok şükür, bugünleri de gördük.” Devamında niye böyle düşündüğünü de yazmıştı ki cümle asıl orada dokunaklı oluyor:
“Kürtce, müthiş bir asimilasyon politikası ile yok edilmek istendi. Bu süreç içerisinde, Türk metropollerinde büyüyen ve Türk okullarında okuyan Kürtler, ana dillerini kaybettiler. Kürtçe, yazan ve çizenimiz, şu güne kadar, parmakla sayılacak kadar az. Bunun anlamı şu, Kürtçe hala risk altında olan dillerden bir tanesi; okullarda öğretilmediği surece de, bu böyle olacak. Dolayısıyla, Dilawer bey gibi dilimizi koruyup-kollamak isteyen yazarlarımızın ortaya çıkması çok önemli. Şükretmem bundan dolayıydı.”
Aparılan Kürtçe’yle egzotiklik
Şimdi gelelim, “Türkçe yazan Kürt’lerin Kürtçe’den apardıkları öğelerle yazılarına büyülü bir gerçeklik ve egzotiklik kazandırmalarına”.
Bunun örneklerine birçok yerde rastlamak mümkün; Yılmaz Erdoğan ve çalışmaları belki de bu konu bağlamında incelenecek en iyi örnektir. Kemal Sunal filmleri ise hem bu bağlamda hem de Kürtçe gramer mantığı ve gırtlağıyla konuşulan “komik” Türkçe bağlamında (Türkçe’ye “kiro” sözcüğünü kazandırması yönüyle başlı başına) incelenebilecek örneklerdir.
Daha birçok örnek sayılabilir ancak dikkat çekmek istediğim esas nokta, bu yazı için, Dilawer Zeraq’ın özetle “Şartları eşit değil, Türkçe kazanırken Kürtçe kaybediyor. Bu yüzden dilimizi koruma refleksimiz olmalı” şeklindeki yaklaşımının çıkış noktasıdır. Yani hala kendini koruma ve geliştirmesi için gerekli yasal ve maddi imkânlara sahip olmayan Kürtçe’yi (Çerkezce ve Lazca’yı) bu şekilde korumak ve kollamak zorundayız. Ne yazık ki… (BA/HK)
* Söz konusu mektup ‘Celadet Elî Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e Mektubu” adıyla kitaplaştırılmış ve basılmıştır.
** Celadet Elî Bedirxan bir Kürt edebiyatçı, dilbilimci, yayıncı, düşünür ve politikacıdır. Yaklaşık 80 yıl önce Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta Bedirxan, Kürtlerin kolektif haklarının tanınması durumunda Kürt meselesinin halline doğru önemli bir adım atılmış olacağını ifade ediyor ve yeni Türkiye’ye egemen olan “tekçi” anlayışın neden ve sonuçlarına dikkat çekiyor.