Kendilerini muhafazakâr, gelenekçi, maneviyatçı, Doğucu, ahlakçı, milli görüşçü vb. adlarla tanımlayanlar, kendilerini anti modern paradigma üzerinden ifade ederler. 150 yıldır hala bunu aşamadık ve bugünkü siyasi yapımızın ana aksı, hala bu enerji tüketen çatışma üzerinden yürüyor. Bu kesimlerin çıkış noktası da, varış noktası da modernite karşıtlığından ibarettir. Gelenekten doğar, geleneğe batarlar! Modernite karşıtlığını İslam anlayışı üzerine bina edenler, İslam inancını da siyasetin bir aracı haline getirirler. Siyasal İslamcılık, bu anlamda yanlış bir tanımlama değildir. Siyasetin aracı olan İslam dini, o siyasetin sahiplerinin iktidarında bile, bir araç olmaktan kurtulamaz. Dinin, beşeriyetin iktidarının elinde oyuncak olması buna denir.
Siyasetin aracı haline getirilen İslam, seküler alanın tümü için söz söylemek zorunda bırakılır ki, bu durum zorunlu olarak İslam’ı bir sistem tartışması haline getirir. Tıpkı Kuran’ı, bilimsel bilginin kaynağı olarak ifade etmeye çalışanların, onu bilim alanında tartışma saçmalığına sokması gibi! Bilimsel bulguların Kuran’da yer aldığını iddia eden birisini, İlahiyat Profesörü Bayraktar Bayraklı, Kuran senin matematik, fizik kitabın mı da aynı düzlemde konuşuyorsun diye terslemişti.
Dinin bir sistem tartışması haline getirilmesine daha baştan mütedeyyinlerin karşı çıkması gerekir. Çünkü bir din/inanç için bu alandaki tartışmalar, en çok o dine/inanca zarar verir. Ancak dini siyasallaştıranlar, siyasal mücadele alanında dine dayanarak daha baştan büyük ölçüde toplumsal desteği de garanti ederler.
İşte zurnanın zırt dediği yer de burasıdır!
Toplumun siyasal tercihleri dini söylemler yoluyla etkilenir ve iktidarın ihtiyacı olan siyasal destek için din/inanç böylece araçsallaştırılır. İktidarların araçları haline gelen her şey, zorunlu olarak kirlenir/bozulur. Çünkü dünyanın bütün geçmiş iktidarları da, bugünküler de kirlidir ve gelecek iktidarlar da kirlenecektir! Bu gerçeklik, niyetlerden, tercihlerden kısacası özneden bağımsız olarak toplumsal hayatın bir gereğidir. Çünkü her iktidar, çıkarlarının ve palazlanmanın keyfiyle bir müddet sonra toplumsal gelişmenin önünde fren olur. İşte modernizm, her ne kadar otoriteryan iktidarları üretmiş olsa da, bu tarihsel gerçekliğin farkında olarak demokrasiyi sahiplenmekte ve onun gelişmesinin önünü genel olarak açık tutmaktadır. Demokrasi, sigortasını içinde taşıyan bir yapıdır.
Modernizm karşıtlığı üzerine bina edilen paradigma en çok da geleneğe ve ahlaka yaslanıyor. Yaslandığı o gelenek ve ahlak her ne ise, modernizmle girdiği çatışmada hep yenildi. Yenildikçe, radikalleşti. Radikalleştikçe, şiddete battı. İslam dünyasındaki şiddetin ve diğer ülkelerde İslam adı kullanılarak yapılan bütün şiddet ve terör olaylarının altında İslam’ı siyasallaştırma ve siyasallaştırıldıkça da yenilmesi duygusu yatar. Ancak bu yalnızca bir duygu, öfke meselesi de değildir. Aslolan, iktidar mücadelesidir.
Modernizm karşında siyasal İslam’ın yenilgisi!
Sözü eğip bükmeye gerek yok! Bugün siyasal sistemlere ait bütün değerler; parlamento, partiler, seçim, bürokratik yapılanma, hukuk, yerel yönetimler, basın, seküler eğitim-öğrenim kurumları, bilim ve teknoloji, felsefe ve sanattaki ekoller ve daha birçok olgu, modernizmin sonuçlarıdır.
Siyasal ve toplumsal yapılanmaların moderniteye ait dünyasında, ister siyasal İslamcılık isterse başka bir din üzerinden üretilen anti modern paradigmanın kazanma şansı yoktur. Nedeni ise basittir: Seküler olmayan alan üzerinden seküler alana ait üretilen her paradigma iflasla sonuçlanır. Bu anlamda üretilen anti modern paradigma, moderniteden daha ileri bir düşün ve sistem dünyasına sahip değildir. Olamaz da! Hayat, geleneğin ve geçmiş dönem hukuklarının galip geldiğini göstermedi.
Bir sistemi aşmak, o sistemden daha ileri düzeyde bir sistem sunmaktan geçer. Bugün dünya üzerinde geçerli olan 500-600 yıllık kapitalizmi aşmak için toplumu ve bireyi daha özgür, daha eşit, daha adaletli, daha mutlu, daha özgüvenli, daha müreffeh kılacak, doğayı daha az kirletecek bir başka toplum sisteminin çıkması gerekir. Sosyalizm, felsefesiyle, ekonomi politiğiyle, hukukuyla, ahlakıyla kapitalizmi aşan bir seçenekti. Olmadı! Bu başka bir konu.
İslamcılara soruyorum; kapitalizmin karşısında önerdiğiniz bir toplumsal sistem var mı? Ve daha önemlisi, hangi felsefeniz, hangi sanat ve kültür anlayışınız, hangi ekonomi politiğiniz, hangi toplumsal kurumlarınız, hangi ahlakınız modernizmin değerlerinden daha ileride?
Tamam! Modernizm insanlığın kurtuluşu olmadığı gibi, tarihsel süreç içerisinde insanlığın başına milliyetçilik, faşizm, pozitivizm, sosyal Darwinizm, toplum mühendisliği gibi büyük belalar da açtı. Gerek bu sorunlardan olsun, gerekse toplumsal hayatın gelişmesinden olsun, yeterince anlamlandırılamasa ve sonuçları tam olarak ortaya çıkmış olmasa da, postmodern bir dönem başladı. Ancak bu ‘yenilik’ de, modernitenin içinden çıktı ki, buna modernitenin bir aşaması diyenler de var. Öyle ya da değil, bu da başka bir konu.
Yenilgi, modernite karşıtlarını hırçınlaştırıyor, radikalleştiriyor.
Basit bir gözlem bile bunun böyle olduğunu gösterir.
Neden Avrupalılar Müslümanlarla bir arada yaşarken, hiçbir İslam ülkesi Avrupalılarla birlikte yaşayamıyor. Avrupa’da ırkçıları saymazsak Müslümanların giyimine, yeme içmesine, ibadetlerine karışılmazken, oradaki Müslüman topluluklar bu özgürlüğe ve insan hakkına sahipken, İslam ülkelerinde neden gayrimüslimler bu haklara ve özgürlüğe sahip değil? Hatta daha acısını söyleyeyim: Müslüman ülkelerin vatandaşı olan gayrımüslümlerin yaşadığı baskılara bir bakalım; ne insanlıkla ne de dinle bağdaşır.
Anti modern paradigma üzerine inşa edilen siyasal İslamcılığın kendisi, demokrasiyle kökten sorunludur. Siyasal İslamcılık, milliyetçiliğin dayattığı tek tipliliğin yerine, dinciliğin tek tipliliğini dayatır!
Sonuç olarak bu yazıdan modernizmin tümüyle olumlandığı anlamı çıkarılmamalı. Ancak siyasal İslamcılığın vb. köktenciliklerin saldırısı karşısında, modernizmin alanında nefes alabileceğimiz de unutulmamalı! (HŞ/HK)