Zamanın ve mekânın önemi yok...
Adam dünyanın orta yerine yuvarlanmıştı. Göçmüştü... Sürgün edilmişti... Kaybedilmişti.
Gittiği yerde kimseyi tanımıyordu.
Yalnızdı.
Fare deliği gibi bir evde yaşıyordu.
Sıvası dökülmüş evin duvarında siyah beyaz bir fotoğraf asılıydı. Çerçevesinin camları yoktu. Fotoğraf yaşlı bir kadına aitti. Fotoğraf eski olduğu için kadın gülümsüyor muydu yoksa ağlıyor muydu anlaşılmıyordu.
Adamın kaldığı evde yatmak için bir battaniyesi ve yatağı vardı. Yerlerde ise eski zaman günlerinden kalma gazeteler, kitaplar ve bir bavulu vardı. Bavulunun içinde birkaç parça elbisesi ve kasetler vardı.
Adam, geldiği yerde bir işte çalışıyordu.
Her akşam işten eve gelir gelmez bavulundaki kasetleri dinliyordu."Annemin Sesleri" dediği sesleri dinliyordu eski bir teypten. Babası, geldiği yerin seslerini kaydetmişti kasetlere. Kuş sesleri, köpek havlaması, yağan yağmurun sesi, gök gürültüsünün sesi, yaprakların hışırtı sesi, kar sesi, çocuk sesi, annesinin sesi, annesinin anlattığı çirokların/masalların sesi, söylediği kılamların/türkülerin sesi, müziğin sesi, babasının sesi ve daha birçok ses...
Adam her sabah bisikletiyle işe gidip gelirdi. İşe gidip gelmelerde kimi gördüyse selam veriyordu. Kuşlara, ağaçlara, gökyüzüne, bulutlara, insanlara selam veriyordu. Ne gördüyse selam veriyordu gözleri ve bakışlarıyla.
Bir gün bisikletiyle işe giderken önünden bir minibüs hızla geçer. Minibüsün içinden çoluk çocuk, kadın, erkek sesleri gelir. Adam önünden geçen minibüsün ardından bakakalır. Çünkü minibüsün içindeki sesler ona tanıdık gelmiştir.
Hızla bisikletiyle minibüsün peşine takılır. Büyük bir hızla çevirir bisikletin pedallarını. Minibüse yaklaştıkça sesler biraz daha tanıdık gelir.
Bütün gücüyle sürer bisikleti. Ama bir türlü yetişemez. Artık gücü tükenmektedir. Minibüsle arası açılır. Açıldıkça sesler de azalır. Bir süre sonra minibüs gözden kaybolur, sesler duyulmaz olur. Adam ağlayacak gibi olur.
Gözden kaybolan minibüsün ardından bisikletini sürer yavaş yavaş. Epey bir sürdükten sonra, ardından gittiği minibüsün bir yerde durduğunu görür. Minibüstekiler yere kocaman bir sofra sermişlerdir.
Çoluk çocuk, yaşlı genç sofraya oturmuşlardır. Yaşlı bir adamın elindeki eski teypten de bir kadının söylediği kılam/türkü sesi gelir. Adam bir süre uzaktan bakakalır onlara. Biraz duraksar, sonra yanlarına doğru yürümeye karar verir. Yaklaştıkça sesler daha da tanıdıktır adama.
Tanıdık gelen sesler yansır adamın yüzüne. Gülümser...
Gözlerinden bir iki damla yaş süzülür gamzeli yanaklarına. Adamın kulaklarında "Annemin Sesleri" dediği sesler çınlanır. Gülümsemesi birken birçok olur. Sesler artık adamın bakışları arasında canlanmıştır. Etrafta "Annemin Sesleri" vardır.
Ve adam o tanıdık gelen seslerin/annesinin sofrasına oturur. (KT/HK)
* 'Anadil Günü' kutlu olsun hepimize...