Eski bir cümledir... "Unutmak yoktur" diye ve devam eder o eski cümle "Hatırlamak, unutmanın zıttıdır aynı zamanda".
Zamanın tozu her şeyi örtse de, sen her ne kadar eski sen olmasan da, ne yöne gidersen gitsen de hatırlarsın yine de, yaşananlar ve yaşanmışlıklar adına. Ki, bir şeyin unutulduğunu düşünmeye başlamışsanız işte o an hatırlanmıştır aslında.
Anlıktır, nefesliktir, adımlıktır hatırlamak... Hep ama hep zamansızdır hatırlamak.
"Radyo-Televizyonculukta Sunuculuk dersiydi... Hoca, bir gün herkesten 'güzel ve düzgün bir Türkçe' ile kendisini ifade etmesini istemişti... Sınıfta iki Kürt öğrenciydik... Geri kalanlar ise Türk arkadaşlardı... 'Güzel ve düzgün bir Türkçe' ile kendini anlatmak sadece bizi değil Türk arkadaşları da 'heyecan'landırmıştı... Herkes herkese kendini, kendi benzersiz diliyle anlatmak isterdi... Araya giren 'ııı'lar ve 'eee'ler olsa da... Herkes herkese anlatmıştı kendisini, kendi benzersiz dilinde... 'Bir başlangıcı ve sonu yokmuşcasına' derken sıra bana gelmişti... 'Bir sözcüğe tutunarak ayağa kalkıp' arkadaşlarımın karşısına geçmiştim... Kendi dilimde değildi beni ayağa kaldıran o sözcük... Belki de sevgili Aslı Erdoğan'ın 'Aynı ufka bakıyor, henüz 'gelecek' diyemiyoruz ona, 'yarın' da diyemiyoruz, bir isim bile veremiyoruz belki...' cümlesindeki gibiydi... Ve ben arkadaşlarıma kendi dilimde olmayan sözcüklerle araya giren 'ııı'lar ve 'eee'ler ile Diyarbakır'da doğduğumu, büyüdüğümü, en zor anlarımda sözcükleriyle imdadıma yetişen Aslı Erdoğan'ı ne çok ne de çok sevdiğimi, renklerin siyahı ve beyazı gibi Beşiktaş'ı tuttuğumu, sinemaya dair olanı ve benim için o an önemli olanı söylemiştim: Hiçbir şey yapamasam eve gidip anneme sinema öğreteceğim."
Annem rüyalarını kendi dilinde görür hep...
Çünkü onun dünyasının sınırları kendi dilindedir de ondan...
Bunun için kendi dilinde rüyalar görür...
Kendi dilinde düşler kurar... Kendi dilinde çiroklar/hikayeler anlatır...
Kendi dilinde ağlar...
Kendi dilinde üzülür...
Kendi dilinde güler...
Kendi dilinde acısını, yasını çeker...
Kendi dilinde aşiti/barış der...
Kendi dilinde yürür...
Kendi dilinde yorgun parmaklarıyla zafer işareti yapar iki elini havaya kaldırarak, ellerinin biri kendisi için, diğeri dönmeyeni içindir...
Kendi dilinde alkışlar, bir eli kendisi için alkışlarken, bir eli de dönmeyeni içindir...
Annemin dilinde her şey kendi dilindedir...
Annemin dilinde her şey Kürtçe'dir... Sinema da.
Annem kendi dilinin sınırları içinde Chaplin'i, Truffaut'u, Vittorio de Sica'yı, Visconti'yi, Tarkovsky'i, Angelopoulos'u, Manchevski'yi, Darren Aronovsky'i, Alejandro Gonzalez İnarritu'yu, Abbas Kiyarüstemi'yi, Jafer Panahi'yi, Majid Majidi'yi, Samira Makhmalbalf'ı, Bahman Ghobadi'yi, Atıf Yılmaz'ı, Lütfü Akad'ı, Metin Erksan'ı, Zeki Demirkubuz'u, Nuri Bilge Ceylan'ı, Reha Erdem'i, Nizamettin Arınç'ı, Özcan Alper'i, Yeşim Ustaoğlu'nu, Kazım Öz'ü, Hüseyin Karabey'i ve daha birçok yönetmene ait filmleri izledi.
Bazen mahcupça uyuklardı izlerken...
Bazen ve çoğu zaman da anlamadı ama hepsini saygıyla izledi.
Ama annem nedense en çok filmlerinde oynadığı karakterlerin hepsine "Yılmaz" dediği Yılmaz Güney'i çok sevdi. "Yılmaz"ın filmlerini izlerken davranışlarını, mimiklerini kaçırmamaya çalışırdı. Onun için farklıydı O... Herkesten farklı... Hiç kimsede bulunmayan şeyleri bulurdu onda. Onun sıradan olmadığını biliyordu. Yine de onun sıradan bir insan gibi gösterilme çabalarını kendince yıkıyordu kendi dilinde ve dilinin sınırları içinde.
Kızılırmak-Karakoyun'dan Seyithan'a, Umut'tan Umutsuzlar'a, Baba'dan Arkadaş'a, Sürü'den Yol'a oradan da Duvar'a kadar uzanan birçok filmini izledi Güney'in...
Hüzünlenmiş bakışlarıyla tekrar tekrar izledi bazılarını.
Ve öyle ki Nuri Bilge Ceylan'ın "Üç Maymun"unu izlerken "ev filmê Yılmaz e. Ji wî girtîye..." (Bu Yılmaz'ın filmi ondan almış) demişti.
Şaşırmıştım...
Hangi filmi diye sorduğumda "ew fîlmê ku Yılmaz ji bo jina xwe û zarê xwe ji şuna dewlemendekî diket girtigehê. Ew filma ev e hemu kesî ji Yılmaz di gotin bavo..." (Hani Yılmaz, eşi ve çocukları için zengin adamın yerine hapse girmişti ya işte o film. Herkes Yılmaz'a baba derdi,) diye de eklemişti annem.
Annem kendi dilinin sınırları içinde Nuri Bilge Ceylan'ın Yılmaz Güney'in "Baba" filmini uyarladığını anlamıştı göstergebilimden, feminist yaklaşımlardan, alt ve üst metinsel anlatımlardan, Freudçu psikanalist yaklaşımdan Lacan'a kadar ki bütün yaklaşımlardan, kuramlardan ve akımlardan habersizcesine.
Evet, sinemanın bir dili vardı var olmasına da annemin de bir dili vardı ve izlediği bütün filmleri kendi dilinde, Kürtçe, anladı. Kendi dilinde güldü o filmleri izlerken...
Kendi dilinde gülümsemesi birken birçok oldu o filmleri izlerken...
Kendi dilinde hüzünlendi o filmleri izlerken...
Kendi dilinde ağladı o filmleri izlerken...
Kendi dilinde uyuyamadı o filmleri izlerken.
Majid Majidi'nin Cennetin Rengi ve Cennetin Çocukları'nı izledikten sonraki gün ve daha sonraki ertesi günler "Lawo, careke din fîlmê viha nîşanî min nede. Ez raneketim, ew zarok ji hişê min derneketin..." (Oğul bir daha bana böyle filmler izlettirme, uyuyamadım. O çocuklar aklıma geldi hep) demişti. Bir başka dünyanın o bir başka dünyanın gökyüzünün altındaki çocukların çalınmış düşleri, dinleyemedikleri yarım kalan hikayeleri, giyemedikleri ayakkabıları, yiyemedikleri şekerleri onu uyutmamıştı.
Annem yorgun yaşanmışlığı ile sinemasal zamanın içinde kendi dilinde böyle bir yolculuk yapar işte. Kendince böyle bir bakışa ulaşmış. O bakışın, kendi dilinin sınırları içinde başka, bambaşka şeyler arar izlediği filmlerde. Kendi hayatında kaybettiğini, yitirdiğini, dönmeyenini arar kimi zaman ve çoğu zaman... Hiçbir zaman sahip olamayacağını arar kimi zaman...
Hayal kurmanın, kurgu olsa da, gerçeğe ne kadar yakın olabileceğini arar kimi zaman... Alabildiğince gerçek, alabildiğince kurgu olan yaşanmamış anıları arar kimi zaman...
"Yıkanmak istenmeyen çocuklar"ın çalınmış düşlerini, dinleyemedikleri yarım kalan hikayelerini, giyemedikleri ayakkabılarını, yiyemedikleri şekerlerini, bisiklet hırsızı babalarını arar kimi zaman... Kim bilebilir ki, belki de barışı arıyordur, savaşın ne demek olduğunu bilerek/görerek/yaşayarak.
Böyledir işte, annemin dilinde sinema.
Ve bu cümleleri okuyan ey sevgili okuyucular bilirsiniz, bilirsiniz ki kendi dilinde rüyalar gören annenizin dilinde de böyledir sinema... (kt/hk)
* Roja ziman ê dayikê li me hemû ya piroz be / Anadil günü kutlu olsun hepimize...