Annem önce sesleri ile geldi... Sonra kendi dilinde güldüğü, ağladığı, üzüldüğü, sevindiği, anladığı, anlamasa da saygı ile izlediği yönetmenlerin sinemasıyla gelip konuk oldu bianet’in sayfalarına.
Kendi dilinin sınırlarında gezinip durduğu hayatın içinde bakışmaları da kendi dilinde.
Onun bakışmalarında insan, hayatın görüp de getirebileceği en güzel armağan olan insana “seni görünce keyfîm geli…” diye seslenir, o zaman, bu zaman, bütün zamanlar için.
Annem çiroklarına/hikâyelerine “zamanın ve mekânın önemi yoktur” diye başlar… Onun çiroklarında zaman ve mekân kayıptır hep… Çünkü onun çiroklarında kayıp olan zaman ve mekânda insan yitirilmiştir hep… Bunun için çirokları zamansız ve mekânsızdır…
Annem anlık, nefeslik, adımlık hatırlamalarıyla "zamanın ve mekanın önemi yoktur" diye başlar anlatmaya hikayesini.
Bir köy varmış, güzelmiş de bu köy… Bağları, bahçeleri, bostanları, hayvanları, insanları ve o zamanlar kuşların uçabildiği mavi mi mavi masmavi bir gökyüzüsüne sahipmiş bu köy… İnsanları da bakmaya yetenekli gözlere sahipmiş.
Bu köyde bir de güzel bir kız varmış… O kadar güzelmiş ki kız, yetenekli gözlere sahip bu köyün insanları seyre dalarmış bakışlarıyla… En çok da köyün delisi seyre dalarmış.
Kız nereye giderse o da peşinden gidermiş… Kız bağa mı giderdi o da gidermiş… Kız ot biçmeye mi giderdi o da gidermiş… Kız kuyuya mı giderdi o da gidermiş… Oradan buradan şuradan gidip gelir, gelip de gidermiş.
İnsanın bazen ve çoğu zaman en çok istediği, en çok korktuğu anlar olur ya, işte delinin de öyle anları vardı.
En çok istediği kıza göz kırpmakmış… En çok korktuğu ise kızın kendisine bakmasıymış… Ama kız ona bakmaz o da buna üzülürmüş.
Gel zaman git zaman, kızın elinde üzüm sepetleriyle bağdan eve döndüğü zamanlarmış… Onun için oradan buradan şuradan gidip gelen, gelip de giden deli, kıza yardım etmek için ona doğru koşmuş... Koşarken heyecanı birken birçok oluvermiş… Heyecanı çoğala çoğala kıza yaklaşmış, yaklaşmış, yaklaşmış ve kızın elindeki sepetlerden birini almak için elini el edip uzattığında kızla göz göze gelmiş… Gözünü göz edip baktığında kız ona gülümsemiş… Kızın gülümsemesi deliye geçivermiş, o da gülümsemiş.
O an delinin en çok istediği an oluvermiş… Kıza göz kırmak için gözlerini kırpmaya çalışmış… Zorlamış gözlerini… Zorlamış, zorlamış, zorlamış da zorlamış gözlerini ama göz kırpamamış… Gözlerinden yaşlar akmış… Elini el edip uzattığı elini sepetten çekip koşmaya başlamış… Koşarken gözünü göz ettiği kızın gözlerindeki gülümsemesini de alıp götürmüş.
Hiç durmadan koşmuş köyün tozlu topraklı yollarında… Ağlama sesi dönüp dolaşmış köyün içinde… Duymaya meraklı kulaklar ile bakmaya meraklı gözler sese vermişler kulaklarını ve gözlerini... Çocuklar oyun oynamayı bırakmış, güneş bile üzüntüsünden bulutun arkasına saklanmış.
Kendini eve atan deli anasının kucağına bırakmış kendini… Anası bilirmiş bilmesine de deli oğlusunun sevdasını, ama elinden bir şeyler ve hiçbir şey de gelmezmiş.
Anası güngörmüş geçirmiş biriydi… Ona Pira İmiş derlerdi… Oğulun ağlamasının bittiği gün anası “anlat hele oğul, de hele canının canan derdini” diye ses olmuş oğluna…
Oğul ellerini anasının yaşlanmış gözlerine götürüp elleriyle öpüvermiş anasının gözlerini… Anası yüreğinin orta yerine yerleştirdiği oğlunun kendisine ne anlatmak istediğini anlamış… O an sırrını, gözlerini vermiş oğluna göz kırpması için… Sevinmiş oğul buna.
Tan yeri horozları göğe doğru öttüğünde kendini köyün tozlu topraklı yollarına atmış kızın bakışını bulmak için.
Kuyuya gidip bakmış onu görürüm diye... Bağa gidip bakmış görürüm onu diye… Kızın evinin etrafında dönüp durmuş görürüm diye onu… Ama kızı görememiş, görüp de anasının sırrını ona gösterememiş.
İlk gün, ikinci gün, üçüncü gün... Günler geçmiş, sonra haftalar, çok sonra da o haftalar da aylar olunca mevsimler geçivermiş.
Bu bitmez tükenmez günlerin mevsim olduğu günlerde kızı görmüş köyün hiçbir yere götürmeyen yollarında… Görüp de koşmuş kıza… Koşup da varmış kıza… Vardığında kıza, alıp götürdüğü gülümsemesi gidip yüzüne konuvermiş yeniden.
Deli umutlu, sevinçli, utangaç, mağrur, mutlu mutlu bakmış kıza… Anasının ona gösterdiği gibi sol elini kaldırmış önce, sonra sol gözünün üzerine götürüvermiş elinin avuçlarını yavaş, yavaş çok yavaş… Elinin avuçlarıyla kapatıvermiş gözlerini… Açmış ve kapatmış… Kapatmış ve açmış… Açıp kapatmış ellerinin avuçlarıyla gözlerini.
Kıza göz kırpmıştı sonunda… Delinin göz kırpan gözlerinde kızın gülümsemesi birken birçok oluvermiş… Bakışları da birken birçok oluvermiş… Deli gülümseyen kızın bakışlarına yerleşmiş, öylece kalmış orda... Birbirlerinin bakışlarında kalmışlar.
Rivayet odur ki deli kıza göz kırpınca, buna tanık olan ağaçlardaki ve gökyüzündeki kuşlar daha bir coşkulu ötmeye ve uçmaya başlamış, çocuklar yarım bıraktıkları oyunlarına kaldıkları yerden devam etmiş, bulut günler sonra çekilmiş, güneşin sevincinin önünden…
Böyledir işte, annemin dilinde bakışmalar.
Bu cümleleri okuyan ey sevgili okuyucular, inanın, inanınız ki, kendi dilinde rüyalar gören annenizin dilinde de böyledir bakışmalar...
* Roja ziman ê dayikê li me hemû ya piroz be / Anadil günü kutlu olsun hepimize...
* Fotoğraf Aslı Deniz ile "bakışmalar" çalışmasından...