Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan sorusunun yanıtını artık biliyoruz. Tavuk yumurtadan çıkar.
Yumurta evrim sahnesine tavuklardan çok önce çıkmıştır. Kesin bir tarih vermek zor olsa da yumurtanın kökeni denizlerden karalara geçen ve iki yaşayışlılar olarak bilinen ilk canlılara kadar uzanıyor. Bu canlılar karalara çıktıklarında ciddi bir sorunla karşılaştı. Suda yaşarken suyun içine serbestçe bıraktıkları jöle kıvamındaki döllenmiş yumurtalar karasal ortamda hızla kuruyordu. Yavruların ölmesi anlamına gelen bu soruna evrim sürecinde bulunan çözüm içinde yavrunun olduğu jölenin etrafını “amniyotik kese” adı verilen sulu bir zar ile kaplamaktı. Böylece hem kuruma sorununa çözüm bulunabildi ve hem de bugün yumurta adını verdiğimiz oluşumun ilk adımları atılmış oldu.
Annemin evindeyim. Mutfakta, masada oturuyorum. Annem büyük bir hevesle çılbır yapıyor. Birileri için yemek yapmayı her zaman çok sevmiştir. Bir yandan onu izliyor, bir yandan da tezgâhın üzerindeki yumurtalara bakıyorum. Yumurtaların neden öyle oval şekilli olduğunu açıklayan yazı aklıma geliyor.
Bugün yediğimiz yumurtanın kökeni yaklaşık 310 ya da 340 milyon yıl geriye gidiyor. Tavukların soy zincirleri de epeyce eskiye, dinozorlar çağına kadar uzanıyor. Bazı dinozorların kocaman tüylü tavuklara benzediğini fosil kayıtlarından biliyoruz artık.
Dinozorlar çağında memeli canlıların pek de ortada görünmediğini söylemek yanlış olmaz. Memeli canlı türlerinin (ve onlardan biri olan insan türünün de) yaygınlaşmasını dinozorlar çağını sona erdirerek onları fosil kataloglarındaki birer kayıt haline getiren bir göktaşına borçluyuz.
Yeryüzüne neredeyse 150 milyon yıl boyunca egemen olan dinozorların çağı 66 milyon yıl önce yeryüzüne çarpan 10 km çaplı bir göktaşı nedeniyle son bulmuştur.
Meksika'nın Yucatan bölgesindeki Chicxulub adı verilen 180 km çapındaki kraterin bu çarpmanın etkisiyle oluştuğu düşünülüyor. Hiroşima’ya atılan atom bombasından milyarlarca kat daha yıkıcı bir etkiye neden olan göktaşı yeryüzündeki canlı türlerinin büyük bir çoğunluğunu ortadan kaldırmıştı. O göktaşı yeryüzüne çarpmamış olsaydı doğa tarihi bambaşka olurdu herhalde. Çok büyük bir ihtimalle insan türü ortaya çıkamazdı. Doğa tarihi diye bir şeyden de söz edilemezdi sanırım. Belki tavuklardan da söz edilemeyecekti. Her şeye olduğu gibi tavuklara da adlarını veren biziz çünkü. Biz insanlar.
Mütemadiyen bir şeylere ad veririz. Ad vererek anlarız, ayırt ederiz. Zamanla hikâyeler oluştururuz. Hatırlarız. Onurlandırırız. Ama ad vererek aşağılarız da. Bazı insanlara köle deriz; hain ya da düşman adını takarız. Bir hayata, bir ada ve biricik bir geçmişe sahipken yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insanın adı “Suriyeliler” olur bir gün. Ad vererek zulmederiz.
Hor gören, aşağılayan ifadelerle önce dilde başlar zulüm. Zordur kapılmamak o dile. İnsanın dilini sürekli yontması, ne söylediği üzerine çokça düşünmesi gerekir. Belki bu yüzden hayvan dediğimizde insanın da bir hayvan olduğu çoğu zaman aklımıza gelmez, unutmuş görünürüz. Unuturuz.
Annem buzdolabından yoğurdu çıkarmamı istiyor. Bir tabağa biraz yoğurt koyuyorum. Annem ezdiği bir diş sarımsağı yoğurda karıştırıp tekrar ocağın başına dönüyor.
İnsan eli değmese tavuk diye adlandırdığımız canlıların doğal hayat içindeki varlıkları zamanla nasıl şekillenirdi öngörmek olanaksız. Ama günümüzdekinden daha farklı bir genetik çeşitliliğe sahip olacakları sanırım söylenebilir. Endüstriyel hayvancılık biyolojik tür çeşitliliğini inanılmaz ölçüde azaltıyor.
1950’li yıllardan günümüze uzanan süreçte gelişen, yaygınlaşan endüstriyel tavukçuluk sektörü de verimliliği geliştirme iddiası ile tavukların genetik çeşitliliğini son derece daraltmış, dünya genelinde birkaç tane tavuk ırkına indirgemiş durumda. Tarımsal üretimde “verimlilik” sözcüğünü her duyduğumuzda “biyolojik çeşitliliğe ne oluyor” sorusunu da mutlaka akla getirmeli.
Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da çılbır yapmaya çalışan annemi izliyorum.
Yayvan bir kapta bir tutam tuz ve biraz limon suyu ekleyerek kaynattığı suyun içine yumurtaları dikkatle kırıyor. Üç ya da beş dakika sonra suda pişen yumurtaları özenle çıkarıp önceden hazırladığı içinde sarımsaklı yoğurt olan tabağa koyuyor.
“Su kaynayınca ocağın altını kısmak gerek, yoksa yumurtalar dağılıyor” diyor onu izlediğimi görünce. Küçük bir cezve içinde biraz zeytinyağı kızdırıyor ve sonra yağın içine eklediği toz biberi bir iki karıştırıp, beklemeksizin hızla içine yumurtaları koyduğu yoğurdun üzerine döküyor.
“Toz biber kızgın yağda çok çabuk yanar ve yanmış biberin rengi siyaha çalıp, lezzeti gider” diyor.
Her türlü yanma işleminin PAH adı verilen kanserojen kimyasal maddeler açığa çıkardığını ve üstelik besin kaybına neden olduğunu söylüyorum.
“Sana kalsak açlıktan ölürüz!” diye yanıt veriyor.
Tezgâhın üzerinde duran yumurtalara bakıyorum.
“Komşu getirdi. Köy yumurtası” diyor baktığımı görünce.
Şekillerinin neden oval olduğunu merak edip etmediğini soruyorum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıyor. Yakalandı. Bilmediği yerden geldi soru.
Şekil açısından dairesel formda olan yumurtalar da var ama çoğu yumurtanın şekli ovaldir. Peki, yumurta neden ovaldir? Hiç merak ettiniz mi?
Dairesel yumurtalar genellikle ovada ya da düzlük yerlerde yumurtlayan kuşlara ait. Eğimli yüzeylerde, örneğin yamaçlarda ya da kayalıklarda yumurtlayan kuşların yumurtalarının şekli ise ovaldir genellikle.
Bunun nedeni yine evrim süreci ile ilgili.
Oval yumurtalar eğimli bir yüzeyden yuvarlanmaya başladığında düz bir çizgi boyunca ilerlemez; bir süre sonra yalpalayarak sağa ya da sola doğru kıvrılır ve yavaşlayarak durur. Ve bu da onu bir yere çarparak kırılmaktan korur.
Yumurtanın biçimi oval değil de yuvarlak olduğunda yumurtanın aşağı doğru hızlanarak gitmemesi ve bir süre sonra herhangi bir şeye çarparak kırılmaması imkânsızdır. Kuluçkaya yatmış bir kuş için bu durumun yumurtanın içindeki yavrusunun kaybı anlamına geleceğini söylemeye gerek yok sanırım. Bu nedenle geçmişte oval şekilli yumurtalar üretebilen kuş türleri soylarını sürdürmekte diğer kuşlara kıyasla daha başarılı olarak hayatta kalmışlardır.
Evrim sürecinde bir canlı türünün hayatta kalma ihtimalini büyüten, inanılmaz çeşitlilik arz eden bütün o çözümler insan türünün yeryüzü ölçeğinde yol açtığı hızlı değişim karşısında ne yazık ki bir işe yaramıyor artık. Hızla değişen koşullara adapte olabilmek çok zor. Kuşlar soyları hızla tükenen canlı türlerinin başında geliyor. Fosil yakıt tüketimine dayalı endüstriyel kapitalizm sadece son 200 yıl içinde yeryüzündeki hayatı 66 milyon yıl önce olduğu gibi bir yıkımın, yok oluşun eşiğine getirdi ve neredeyse bir göktaşı çarpmış kadar zarar verecek. Bir avuç şirket yeryüzündeki hayatın geleceğini gasp ediyor.
Dünya ticari yumurta üretiminin %94’ünü iki firma kontrol ediyor.
Annem söylediklerimi dikkatle dinliyor.
“İnsanın hayvanla kurduğu refakat ilişkisi bozuldu. Eskiden biz onlara bakardık onlar da bize. Her şey bozuldu şimdi, ne yiyeceğimizi şaşırdık” yanıtını veriyor söylediklerime.
Bir süre susuyor. Düşünüyor. “Çocuktun, hatırlamazsın belki, babanın bir kel tavuğu vardı. Üç kardeş çok yumurtasını yediniz. Beş ya da altı sene yaşamıştı o kel tavuk. Alışmıştık. Ölünce baban çok üzülmüştü” diyor. Sonra yine susuyor, babamın her zaman oturduğu ama artık boş kalan sandalyesine bakarak.
İkimiz birden susuyoruz. (BŞ/HK)
* Fotoğraf: Bülent Şık