Her kadının içinde bir annenin olduğu, kadınlığa dair en çok tercih edilen, dolaşımda olan bilgi. Kadınlar çiçek, böcek, cennet kuşu, peri kızı, minare gölgesi, hanımefendi, bayan, “bağyan”, hatta işe gelince “önce insan” oluyor da, bir tek kadın olamıyor, malum.
Kadına verilen “kutsal annelik” payesi de kadının kadın olma riskini sıfırlamaya çalışan bir mekanizma işlevi görüyor, aynı zamanda. Her kadının içinde bir anne var mı, bilmiyorum. Her annenin içinde bir kadın ve bir “karakter” olduğuna ise, hepimiz eminizdir herhalde.
Geleneksel olarak kadın, ancak anne olduğunda tamamlanmış sayılıyor. Yaşı ilerledikçe annelik diğer rollerin önüne geçerek kadına bir tür dokunulmazlık sağlıyor. Kadın, çektiği irili ufaklı eziyetlerin, aileye verdiği somut ve duygusal hizmetlerin karşılığını almaya başlıyor.
Varlığı da yokluğu da dert/yara
Eli öpülesi biri haline geliyor, söz ve kısmen iktidar sahibi oluyor. Kadının bu hamilelikle başlayan, torun torbaya karıştığında doruk noktasına ulaşan geleneksel annelik kariyeri, yerli dizilerin, popülerliğini hiç yitirmeyen izleklerinden biri.
Her zaman en çok sevilen hikayeler aşk hikayeleri ve bu hikayelerin içinde de anneler mutlaka var. Esas oğlanla esas kızın sezonlar süren birbirine kavuşma hikayesinde annelerin, olumlu ya da olumsuz bir rolü illa ki oluyor.
Olmayan anne de yokluğuyla önemli bir yer kaplıyor hikayede. Varlığı en çok dert olan annenin bile yokluğu yara!
Bu belirgin önemine rağmen anneler, dizilerde kolay kolay sonraki yüz hamlesini tahmin edebileceğiniz birer tip olmaktan çıkıp çok boyutlu karakterler haline gelemiyor.
Dizi annesi, iyiyse, kutsal annelik zırhından pek sıyrılamıyor. Kötüyse zaten masal cadısı oluyor. Başta değilse de, dizi uzadıkça, entrikalar abuk sabuklaştıkça, işler çığırından çıktıkça bir noktada, oluyor.
Anne'deki anneler
Bu yazı dizisinde, yerli televizyon dizilerindeki türlü anneler ve anneliklere bakacağız. Annenin olay örgüsündeki yeri ne, anne karakterleri yeterince inandırıcı ve güncel mi, yeğlenen annelik hikayeleri ve anneliğe dair hiç anlatılamayanlar neler, dünya değişirken dizi annelerimiz değişiyor mu gibi soruların peşine düşeceğiz.
“Annem olduğun için teşekkür ederim anne. Anne anne anne…”
Bu cümle Anne dizisinin gözyaşı söktürücü miniği Melek-Turna’nın, dizideki manevi annesi, onu sahiplenen Zeynep öğretmenine yazdığı bir mektuptan. Bu mendil dostu dizinin her bölümünde küçük kızın ağzından çıkıp direkt böğrümüze saplanan “anne”ler saymakla bitmiyor.
Japon Mother dizisinden uyarlanan Anne, reytingler açısından çok şanslı olmayan son yılların en çok tutulan dizileri arasında yerini aldı.
Başlıca farklılığı da, olayların bir aşk hikayesi ekseninde gelişmemesi, dizinin ana temasının annelik oluşu. Son saydığımda yedi farklı anne karakteri vardı. İsminin hakkını veriyor.
Şule'nin feryadı
Hepsinde böyle altısı, yedisi bir arada olmasa da, çeşit çeşit anne mevcut dizilerimizde. Hanımağa, yalı annesi, konak annesi, fakir ama onurlu anne, fakir ama o kadar da onurlu olmayan anne, sonradan görme anne, önceden görme anne, anneanne, babaanne, cicianne… Anneee! Peki herkes anne olmayı hak ediyor mu?
“Ben onun annesiyim… Ama benim adım bu defterde yazmıyor. Senin adın yazıyor. Sen ne yaptın da senin adın burda yazıyor!”
Anne’nin, hayatın ve "dostu”/kocası Cengiz’in sillelerinden koruyamadığı küçük kızı Melek-Turna’nın öğretmeni Zeynep’i anne olarak sahiplenmesini kabullenemeyen evlerden ırak annesi Şule’nin feryadı bu…
Şule karakterinin Gonca Vuslateri’nin şahane performansının da büyük katkısıyla, Yeşilçam’dan bugüne uzanan pavyon kadını, düşmüş anneye bazı yeni dokunuşlar getirdiği söylenebilir.
Onca yetersizliğine hatta kızını kendi eliyle çöp poşetine koyup atacak cinnet potansiyeline rağmen Şule’ye böyle içli içli hak iddia ettiren neydi peki? Taş da olsa çatlayan ana yüreği ve biyolojik anneliğin toplumumuzdaki yeri ve önemi elbette.
Olunur mu, doğulur mu?
Biyolojik annelik, kan çekme faktörü, et tırnak meselesi toplumsal olarak hayli önem atfettiğimiz bir şey. Yine de anneyi anne yapan temel şey, fedakarlık olarak kabul ediliyor.
Sevgi emektir. Anne dizisinin başlangıçta soğuk, ölçülü, modern kadını Zeynep, gönüllü olarak sahiplendiği Turna sayesinde kabuğundan çıkıyor, hayatın anlamını ve sevgiyi buluyor, kendi geçmişiyle de yüzleşiyor.
Doğurmadığı bu küçük kızı kaybetmemek için her şeyi göğüslüyor, onun için bir anda her şeyden vazgeçebiliyor. Anne olmaya, böylece hak kazanıyor.
Anne dizisinde teması gereği “anne olunur mu, doğulur mu, herkes anneliği hak eder mi” sorusunun büyük önemi var. Dizilerimizin genelinde de epey yüzeysel biçimde de olsa kurcalanan meseleler bunlar. Bunun bir sebebi de ebeveynlik konseptinin getirdiği vazgeçilmez hikaye olanakları.
Törkiş Zombi
Dizilerin çoğunda muhakkak bir noktada yıllar önce evi terk etmiş, hapislere düşmüş ya da ölüp gittiği sanılan bir anne ya da baba birden ortaya çıkıveriyor. Yeşilçam sinemasında araba çarpınca gözlerin açılması absürdlüğünü izleyicinin göre göre kabullenmesi gibi, bu da yerli TV dizileri için kanıksanmış bir durum artık.
Gerçek hayatta binde bir karşılaşılan bu gibi şeylere bizde dizilerin her sezonunda üçer beşer rastlanıyor. Bir nevi Törkiş zombi hikayesi gibi, anne babalar asla tam ölmüyor ya da ortadan kaybolmuyor.
Bu durum kabak tadı verdi mi, ooo, çoktan. Daha gider mi? Gider. Çünkü izleniyor.
Ya da öyle zannediliyor, dizilerin ekran ömrünün giderek kısalmasında bu gibi etkenlere pek bakılmıyor. Binbir emekle kurulan hikaye dünyasının ve başlangıçta cazip gelen karakterlerin bölümler ilerledikçe inandırıcılığını yitirmesinde bunların da payı var. Bu yürünmekten aşınmış patikaya sapılmasa “anne” de daha bir karakter olacak belki.
Böyle olunca aşırı-bildik-hikayeye dönüşme riski artıyor.
Sakız gibi
Yıllardan ve yollardan sonra dönen anneler kadar, evlilik başlatan hamilelikler de popülerliğini koruyor dizilerimizde. Hamilelik halen zengin oğlanı nikah masasına oturtmanın başlıca yöntemlerinden biri ve hiç de gerçek falan olması gerekmiyor.
Ver yastığı!
Güzelim sıfır beden oyuncuların aylarca karnı burnunda gezinmesinden hoşlanılmadığı için artık yastığın bile modası geçti aslında.
Kıyafetler bir ara biraz bollaşıyor… Sonra hamileliğin gerçekliğine - sahteliğine göre ani bir düşük ya da zaman atlamasıyla kaybetmediği formuna kavuşuyor oyuncular.
Annelik kutsal ama karnı burnunda kadının ortalarda dolaşması da ne bileyim, biraz şey. Bir yerlerden tanıdık geldi mi?
Özetlersek, anneleri ve annelik hikayelerini seviyoruz ancak dizileri sakız gibi uzatmayı da seviyoruz.
Hikaye üretme fabrikası
Gençliği, güzelliği, ortalıkta daima şıkır şıkır dolanmayı hele, en çok seviyoruz. Dizi tutacak mı, ne kadar tutacak, kaç bölüm sürecek, bunları kestirmek şu anki dizi ortamında pek mümkün olmadığı için “yürü ya kulum” diye yola çıkıyor, malzemenin yarısını zaten ilk bölümlerde bir tutturma telaşıyla yiyip bitiriyoruz.
İzleyici olay arsızı haline geldiğinden kin, kan, gözyaşı, intikam eksik olmamalı hikayeden. Durum böyle olunca karakter tutarlılığı ve derinliği yangında ilk kurtarılacaklar arasında yer almıyor.
Gereksiz kötülük, ayarsız entrika, yırtık faniladan fırlar gibi aniden ortaya çıkmalar, insan kaçırma, kundaklama, araba kazası vb. olaylarsa vites yükseltmek için vazgeçilmezlerimiz.
Durmayalım, düşeriz. İşte bu çılgın hikaye ortamında da annelik ve ebeveynlikten hem önemli bir manevi damar hem de melodramatik bir hikaye üretme fabrikası olarak çok yararlanılıyor.
İdeal anne nasıl bir kadın? Annenin sınıf farkıyla imtihanı, “yırtmak isteyen” anneler, kuşak farkıyla değişen annelikler… Tüm bunlar ve arkası, yarın… (SCU/HK)
TV DİZİLERİNDE ANNELER VE ANNELİK YAZI DİZİSİ
"Annem Olduğun İçin Teşekkür Ederim Anne, Anne, Anne!"
Yalı ve Konaklardan Firdevs, Sümbül, Esma ve Fazilet Hanımlar
Ekranda Daha Güncel, Daha Gerçek, Başka Anneler Görmek İçin...