*Görsel betimleme: Siyah fotoğrafta üç kişi kameraya bakarak poz veriyor. Solda bir Ercan Jan Aktaş, ortada bir kadın ve sağda Aktaş'ın annesi var. Aktaş ve yanındaki kişinin boynunda beyaz fular var. Aktaş'ın annesinin üzerinde siyah bir kıyafet, başında siyah bir tülbent var. Kameraya doğru gülümsüyor.
Benim ilk öğretmenim annemdir. Hayata onun emeği ve bana öncülüğünden katıldım. Çocukluğuma dair aklımda hiç kötü bir şey yoksa, bunda en büyük katkı anneme ait. Kalabalık bir aileye doğdum ben, çekirdek aile ile yanyana amcalar, dedeler, halalar ve çocukları.
Bana dair kanaati ben daha doğmadan oluşmuş annemin, "Bizim evin kapısında oturuyordum, uzun ak sakalları olan, beyaz bir elbise içinde bir adam yanıma geldi ve bana ‘hanım sen hiç üzülme, senin çocukların olmaz diyenler yanılacak, senin çocukların olacak, bunlardan en kara olanı büyüyecek ve devlet ile başı beladan hiç kurtulmayacak,’ dedi ve bir anda sanki yer yarıldı da içine düştü" diye anlatısını kaydıma alalı uzun zamanlar oldu.
Köy işleri içinde yedi çocuk büyütmek hiç kolay olmasa gerek. Annemi o zaman dilimi içinde rengarek, çiçeklerle dolu elbiseler içinde hatırlarım ben. Bu konuda elbette diğer aile fertlerime kalan başka başka hatıralar da olabilir.
Özellikle kız kardeşlerim haklı olarak, "Hayat sana güzeldi, gelip giderdin misafir gibi, canın nereyi isterse sırt çantan üzerinde çıkar giderdin" diye seslerine kulak kabartsam da dediğim gibi ben bendeki izler üzerine yol alıyorum. Annemin bu renkli elbiseleri dışında büyüklü küçüklü hepimizin Ané (1) dediğimiz babannemi siyah elbiseleri dışında hiç görmedim.
Ben Welat kelimesini ilk Ané’den duymuştum, "Dereler kan akıyordu, sanki geride hiç insan kalmamış gibi..." çocukluğumdaki bu keliemler, siyah elbiseleri içindeki Koçgirili kadınların hüzünlü yüzleri bilincimdeki yerlerini almaya başlıyordu.
Bizim köydeki orta yaş üzerindeki kadınları da, halalarımı da hep o siyah elbiseler içinde gördüm ben. O tarihlerden itibaren Koçgirili kadınların neden hep siyah giydikleri peşinde olduğum sorularımdandı. Sebeplerine dair bilgim ben biraz büyümeye, onların geçmiş hikayelerini dinlemeye başladığımda oluşmaya başladı.
Ben en çok annemin sohbetlerine hayran kaldım. Sohbetleri benim için adeta bir hayal dünyasında yolculuk gibiydi. Ara ara annemin Zebide yengem ile sohbetlerine denk gelirdim, özellikle de uzun kış geceleri bizim Xani dediğimiz evin en sosyal alanında ateş başında demledikleri çayları eşliğinde olan sohbetlerine hiç doymadım ben.
Annem, çocukluk çeperimdeki diğer bütün kadınlardan daha sosyal ve kültürel donanımı olan bir kadındı. Bunun sebeplerinden biride annemin iki kültür içinde büyümüş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bir tarafı Türk, diğeri tarafı Kürt alan annem kendisini hayat içinde oldukça güçlü kılmıştı.
Yeni kelimelerimi ilk annemden öğreniyordum. Benim için Türkçe sözlüktü annem. Kütçeyi sonradan öğrenmiş olsa da Kürtçesi de oldukça berrak ve akıcıydı. Annem ile her konuda konuşmak güzeldi çocukluğumda, ansiklopedi gibi bir kadındı.
Köyümüzün şehre, sol kültür ve örgütler ile tanışmış genç insanlar ile heyecanlı sohbetleri hala kulağımda.
Belki de sola akmaya kulağıma inen o kelimeler ile ilk meylettim. Sonrasında Lise ve Üniversiteden, mücadeleden arkadaşlarım bize gelip annem ile tanışdıklarında hep mutlu bir şekilde ayrıldılar bizden
Çocukluğumda bir hastalığım vardı, sıcaklarda burnum kanar ve o halimle kendimden geçerdim. Sonra annemin kucağında onun "Reşo" kelimesi ile kendime gelirdi. Annem bizim ilk doktorumuzdu. Hem aile içinde hem de bizim mahallede sağlık konusunda bir sorun çıksa "kiza Niyazi ka were" diye ilk anneme gelirlerdi.
Soğukkanlılığını koruyarak ilk müdahaleleri annem yapardı genelde. Bir de annem daha ben çocukken, salonun orta yerine koyduğu leğenden başımdan aşağı sıcak sular dökerken; "Dünya eşit ve adil bir yer olsa, allah herkese eşit dursa..." diye başlardı.
Sonrasında ben solcu ve ateist olduğumda ve kendisi bana ‘çok ileri gidiyorsun’ demeye başladığında o günleri hatırlatarak ‘sen bakır su testisi ile kafama vura vura beni solcu, ateist yaptın’ derdim gülerek.
Çocukluğumda zaman zaman kavgalara karışırdım, bu kavgalarda dayak yediğim daha çok olurdu, eve geldiğimde bu kez annem arkamdam süpürge, terlik ne bulursa fırlatırdı; "ya sen niye beni dövüyorsun, zaten o çocuk dövdü beni" diye kaçarak durumumu anlatmaya çalışasam da annemin öfkesi geçene kadar eve gitmezdim.
Zaman zaman kendisinin de karıştığı kavgalar olurdu, kavga sönümlendiğinde eve döndüğünde "Sen niye yanımda değildin, neden bana destek vermedin" diye çıkıştığında, "kusura bakma ama kavgada hatalı taraf sendin, seni neden destekliyeyim" diye çıkışırdım. Benim şiddet ve kavgadan bu kadar çok kaçıyor olmam, sonrasında anti-militarist politikalara odaklanmamda sanırım annemin bana verdiği o derslerin payı baya oldu.
İlk hikaleri gaz lambası alevinde annem ve diğer kardeşlerime okuduğumda, "Reşo cümleni yeniden oku, bak yanlış kelimeler telaffuz ediyorsun" diye beni ilk dikte eden de annem oldu.
Ha bu arada bizim mahallede, köyde her yaştan kadınlar, çocuklar, erkekler anneme Dayé(2) diye seslenirlerdi.
Hatta yengemin çocukları annelerine isimleri ile seslenirken anneme Dayé diye seslenirlerdi. Sonrasında bir akşam vakti, araç sesleri, askeri araçlar, onlarcası, bizim mahalleye doluşmaya başladılar.
Annem ben ve abimi hemen geriye çekerek, ‘başınızı uzatmayın’ diye tembihledi. Boyum daha pencerede dışarıda olup biteni anlamak için bakmaya bile yetmiyordu.
"Gelmişler köydeki bütün erkekleri, yaşları olan çocukları topluyorlar..."
Toplanıp götürülenler günlerce sonra çıkıp geldiklerinde kışın ortasında, kar buz üzerinde günlerce çırılçıplak sorgulandıklarını, çekilen tırnaklar, yolunan saçlar, bıyıklar...ben hayatımda ilk o zaman devletin ne olduğuna dair yeni yeni anlamaya başladım. Darbe olmuş, solcular toplanıyormuş, bizim köyde hemen hemen götürülüp işkenceden geçmemiş hiç bir ekek bırakılmamış.
Babam o zaman yoktu, o gurbetteydi. Libya’da iş dönüşü kasetler getirmişti, ben kuzu çobanlığı yaparken kürtçe bir cümle nasıl kurulur, kürtçe bir şarkı sorularıma cevaplar ararken sonrasında kulağımdaki Ayşe Şan’ın "Ez Kürdim, Kürdim" diye bir ezgisinin kulağımda yer edindiğini fark ettim.
Bu küçük melodi işte babam Libya’da gelirken aldığı kasetlerden kulağıma çalınan bir melodiymiş. Sonrasında hafızam hatırlatmaya başlıyor, babam bir sandık içinde bir şeyler hazırlıyor, şişeler var, kapsüller, bazı kablolar...
"Gelip bizi zaten vuracaklar, biz de bari onlardan bir kaçını eksiltelim"
Köyümüzdeki bütün erkeklerin toplatıldığı listede tek kadın olarak annemin de adı varmış. Ancak annemin babası, ‘Niyazi’ye Çulfan’ ilçede saygın, görünür, hatta bölgemizdeki insanların devlet ile sorunlarını çözmede her zaman yardım etmesinden dolayı devlet ile de bir şekilde iletişimi olduğu için, rivayete göre dedemden korktukları için annemi listeden çıkarmışlar.
Bütün bu hikayeler bendeki şekillenmenin de ilk tohumları oluyordu. Sonrasında Ortaokul ve Lise’de artık politik kimliğimi bulmam, bulduklarımı, okuduklarımı, heyecanlarımı ve kitaplarımı paylaştığım için kardeşim Destina, Zican, Urcan, Gülcan, bizim Anur ve Çido’lar ile ilk örgütümüzü kurmaya, aydınlanma çalışmalarına başlamıştık köyde. Birlikte ilk devrimimiz, Erkeklerin sözüne, hayattaki yerine son’ diyerek verili erkeklik üzerinde ilk tepkiler ve söylevler.
Sonrasında aile üzerinde devam...."Bütün uygar ülkelerde, en ileri olanlarında bile, kadınlar öyle bir konumda bulunuyorlar ki, onlara ev-köleleri demek hiç de gerekçesiz değildir. Hiçbir kapitalist devlet, en özgürü bile, kadınların tam hak eşitliğini tanımıyor" Marksist okumalardan aile reddine doğru yol alıyorduk.
Düşünsel ve kültürel kodlar üzerinde ilk devrim sürecini yaşıyorduk. Bizim memlekette yüreği özgürlük için atanları ne tür tehlikelerin beklediğini çok geçmeden öğrendim; Lise sırası arkadaşım Keleş köylüsü ve abisinin arkadaşını anlatıyor; ‘Kamber Ateş 15 yıldır cezaevinde.’(1) İçindeki politik mücadelem ile üniversiteli oluyorum ve iki yıl sonra annem beni kaybediyor. Mahpusluğumda her ziyaretime gelişinde annemin yüzüne yerleşen o büyük hüznü görmeye başladım. Her zaman mutlaka bir şekilde sorunların üzerinden gelen annem bu kez bir şey ile başedemiyordu.
Dayé’m tekti, devrime yürek vermiş güzel insanların - Cafer, Türkmen, Sertav Çiya - patikasında ANA’larım çoğalıyordu...
Özgürlüğüme kavuştuğumda bu kez annem ile sokaklara karışmaya başadık. Annem de artık heyecanla bizim eylemlere katılıyordu. Devletten kaynaklı korkularına rağmen "Reşo bak sen güzel bir insansın, senin arkadaşların da senin gibidir, bilsinlerki bu kapı onlara her zaman açıktır, sana güvendiğim kadar ben onlara da güveniyordum" diyerek de bana desteğini eksik etmeden.
Bizler bu zaman diliminde Newroz’lara, 1 Mayıs’lara, Cumartesi Anneleri eylemlerine, vicdani retçilerin yürüyüşlerine keyifle katılıyordu. Aradaşlarımın ilgisinden çok memnundu. Ancak bizim memlekette devlet hayatlara karabasan gibi çökmeye devam ediyordu.
Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldım, ben mülteci olmayı, annem de uzaklardaki özlemi tamir edemedi. Şimdi annemin yüzündeki hüzünde kayboluyorum. Ben annemle İstanbul’un sokaklarına karışmayı, Koçgiride köy gezmelerini çok özledim.
Ben annemin hüzünden uzak o yüzünü de çok özledim...
(EJA/EMK)
(1) Ané’yi biz kürtçede babaanne yerine kullanırdık.
(2) Dayé, bizim oradaki kürtçede anne demekti.
(3) "Kamber Ateş nasılsın?" sorusuyla tarihe geçmişti: İpek Ateş yaşamını yitirdi (birgun.net)