Beni bu yazıyı yazmaya iten birçok film izleyicisinde oluşan " Bende askere gitmeliyim " duygusu yaratmış olmasıdır. "Bende askere gitmeliyim" duygusunu yaratan tek başına bu film mi? Tabii ki hayır!
Türkiye ciddi ve kritik bir evrede. Son süreçte yoğun olarak ordu kaynaklı çeteleşme ve militarizasyonun yanı sıra Atatürk ve cumhuriyet tartışılıyor. Kürt sorunu ciddi tartışma ve ayrışma nedeni olmuş bulunuyor. Ancak cumhuriyetin kuruluş yılları ve tarihi bir militarizasyon gerçeğidir. Türk milleti askerleştirilme klişesi ile gelişti. Bu nedenle bütün milliyetçi formlar asker ve askerileşme mitosları etrafında döndü, dönüyor. Bütün bu tartışmalar içinde "Nefes: Vatan sağ olsun" filmi gösterime girdi ve izlenme rekorları kırıyor. Bu kendisiyle film hakkında tartışmalar ve görüş farklılıkları oluşturmuş bulunuyor. Özcesi bende bu yazı ile farklı bir yerden buna katkı yapmak istedim.
Irak sınırında 2365 metre yükseklikte bulunan bir karakolu koruyan yüzbaşının emrinde kırk asker. Yönetmen Levent Semerci kurmaca olaylar ve karakterlerle bu kırk askerin yaşadıklarını "Nefes: Vatan sağ olsun" filmiyle beyaz perdeye aktarıyor.
Burada anlatılan ne savaş karşısında bir duruş ne de insan psikolojilerini merkezine alan bir anlatım ve kuru militer bir ajitasyondur. Filmde; "Vatan için ölürüm" geleneksel örgüsü sorgulanmadan sunuluyor. Yine Türk nasyonalist ideolojisinin tüm simgeleri olan Atatürk heykeli, al bayrak, şehitlerin cennete gideceği söylemi ve yüce gönüllü, merhametli Türk askeri imgeleri olduğu gibi kabul edilerek gösteriliyor.
Filmin sonlarında yüzbaşı ölürken sevgilisine hitaben "Vatan sağ olsun diyeceğim ama vatan sensin" diyor. Geleneksel militer örgüde vatan eşittir kadın; ikisi de korunmaya muhtaç ve her ikisi için de ölünür. Yine film kadını erkeğin üzerinden tanımlıyor: Yüzbaşı kadın gerilla Dicle'nin doktor lakaplı erkek gerilla tarafından kandırıldığına inanıyor. Yani yüzbaşıya göre doktor lakaplı gerilla, Dicle'yi kandırarak dağa çıkarmış.
Filmde ki tek kadın olan Dicle edilgendir. Filmin sonunda hayatta kalan askerlerden biri yere yuvarlanmış Atatürk büstünü kaldırıp kucaklıyor. Onca savaş içinde ve ölü arkadaşları arasında askerin tek hatırladığı ve önemsediği Atatürk büstü. Türk militarizminin baş figürü Atatürk. Bu davranış övgü alıyor. Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ, " Çavuşun Atatürk büstüyle ilişkisi beni gerçekten çok etkiledi. Gerçek askerimiz bu" diyerek filmi övdü.
Film bu militer formları bir kere daha modern bir dil ile anlatıyor. Türk militer tarihçesinin övgüsü var. filmin akıcı ve duygusal bir gösterimle yapılması seyir rekorları kırmalarını sağladı. Emre Aköz'ün aksine nefes ideoloji dediğimiz şeyin kendisini meydana getiren öğelerin üstünde bir anlamı, bir kuruluşu, adeta bir ruhu olduğunu göstermiyor; ideoloji dediğimiz şeyin yaşandığını, yaşanabileceğini, savunulmasını ve uğruna ölünmesi gerektiğini gösteriyor. Filmde her şey resmi gerçeğe denk düşüyor.
Türkiye de resmi açıklamalara göre beş yüz bin asker kaçağı-firarisi var. Filmde yüzbaşının emrindeki kırk askerden birinin ölmeyip firar ettiği bir sahneyi izlemek isterdim. Yine 30 yıllık savaşta travma yaşayan askerler var. Nadire Mater'in "Mehmedim" isimli kitabında askerlerin ağzından savaşta yaşadıkları travmayı çok güzel anlatıyor. Filmde bu travmalara dair tek sahne bulamıyoruz.Film esas olarak otuz (30) yıldır süren savaşta Türk askerine bir gözyaşıdır. Film otuz yıldır süren savaşı sorgulamıyor, eleştirmiyor. Savaş gerçeği ile yüzleşmiyor.
İdeoloji dediğimiz şey uğruna kırk insan öldü, ölebildi. Ne uğruna? Bayrak, Atatürk, cennet, vatan ve Türklük. Peki, bunlar ideoloji değil mi? İdeolojinin alası oluyorlar. O koskocaman cumhuriyet militarizasyonu bu oluyor.
Her gün sokaklarda "her Türk asker doğar" sloganları atılıyor. Nefes filmini izleyen birçok genç erkek yüzbaşının emrinde ölen askerlerden biri olmak istiyor. İlker başbuğ filmin bu etkisini görmüş olacak ki filmi çok beğenmiş. Apoletsiz asker Baykal da filmi beğenenler arasında. Ben çocukken evimizin hemen önünde bulunan jandarma karakolundan her sabah söylenen "her Türk asker doğar" sloganları ile uyanıyordum. Bende asker mi doğmuştum? Merak edip anneme sormuştum. Annem "Hayır oğlum sen çıplak doğdun" demişti. Doğarken ayağımda potin yokmuş, üstümde üniformada yokmuş, elimde silah var mıydı dedim anneme, Annem "Hayır oğlum ne silahı çırılçıplaktın" dedi. Peki, siz hiç annenize sordunuz mu?(HS/EÜ)
* Halil Savda, vicdani retçi.