Yeteneklerinin ayıp sayıldığı 18. yüzyılda kadınların evlenmekten başka şansı yokken toplumsal baskılara kafa tutup hayatını yazmaya adayan ve çoğu çağdaşı kadının aksine asla evlenmeyen bir kadın hakkında yapılmış bir filmden insan ne çok şey bekliyor…
Film Jane Austen’ın yeteneğine, tutkusuna ve direncine hayran bırakacak şekilde çekilmeliydi. Fakat "Aşkın Kitabı", “Ah ah, nerede şimdi böyle aşklar” dedirtmenin ötesine gidemiyor. Belli ki Hollywood daha önce onlarcasını çektiği “light” aşk filmlerine bu sefer de Austen’ın ismini kullanarak izleyici çekmek istemiş.
Film Hollywood "klasiği" bir aşk izlemek isteyenler için doğru, Austen’ı izlemek isteyenler için yanlış.
O zaman Austen’ı anlatalım…
Romanlarında kullandığı kadın karakterlerini zeki ve yetenekli olarak kurgulayan Austen, dönemin İngiltere’sinde kadınlar için kabul edilebilir olan tek modeli –iyi eş ve anne– kabul etmez. Sahip olduğu yetenekleri “ayıp” olduğunu düşünerek saklamak durumunda bırakılan kadınların içine attıklarını Austen dışa vurur.
Filmde Maggie Smith’in canlandırdığı “kayınvalide adayı” Jane’e soruyar ya, “Varlıklı bir centilmen bir kadına evlenme teklifi ettiğinde kadın teklifi bir kerede kabul etmelidir, oysa burada ne görüyoruz?”, işte Austen idealize edilen rollere aldırmaksızın bu sorulara cevap yazıyor.
“Ne mi görüyoruz? Özgür düşünce!”
Evet, Austen’ın kitaplarında kadınların özgür düşüncelerini okuyoruz. O dönem için çok yeni. Bu cesareti taşıyan herkes gibi Austen pek çok bedel ödemiş olmalı… Kim bilir belki birkaç yüzyıl önce yaşasaydı “cadı” diye damgalanacak ve idam edilecekti. Zaten hiç evlenmeyerek kendini hedef göstermiyor mu?
Wikipedia’da Austen’ın “soğuk” bir kadın olarak nitelendirildiğini okurken aklımdan tam da toplumun uyum sağlamayanlara yüklediği negatif sıfatlar geçiyor.
Austen’ın kişiliği yok sayılarak hayatı, yine erkeklerin kontrolünde olan doğal bir duruma indirgeniyor: “Hiçbir erkeğin istemeyeceği kadar soğuktu zaten”. Tıpkı günümüzde kadın hakları savunucularına "frijit" yakıştırması yapılması gibi gibi.
"Aşkın Kitabı" sus payı veriyor
Filmse Austen’ın ödediği bedellere “geçerken uğruyor”. İzleyiciyi ikna etmekten uzak çünkü masal havasından hiç kurtulamıyor. Birbirine aşık bir adam ve bir kadın izliyoruz uzun süre. Ayrılmak zorunda kalıyorlar…
Oysa yönetmen Julian Jarrold, Charles Dickens’ın "Büyük Umutlar"ını sinemaya uyarlarken daha başarılıydı. En azından izlediğimiz karakterlerin gerçek olduğuna inanmıştık.
Belki de Gwyneth Paltrow ve Ethan Hawke, Anne Hathaway – James McAvoy ikilisinden daha ikna edici olduğu içindi.
Öte yandan filmden çıkan seyirciye bir “sus payı” vermek için Jane karşımıza filmin çeşitli yerlerinde “Gurur ve Önyargı”yı yazarken çıkıyor. Filmin bütünlüğünden kopuk, akıl karıştırıcı… Ama Jarrold bu kadarını da yapmasaydı izleyici “Yahu bu kadın romanlar yazmamış mıydı” diyebilirdi. Kısacası başarısızlıklar arasından tercih yapılmış ve en azından yorgun argın eve geldiğinde izleyecek “hafif” bir film arayan izleyici tatmin edilmiş.
Modern dünyanın düzen koruyucuları
Düşünün ki kimsenin artık umut taşımadığı, gelecek “masalsı” günleri hayal etmediği bir dünyada yaşıyoruz. Albert Camus’un “Sisifos Söyleni”nde anlattığı gibi her günün aynı döngüsü içinde kayayı tekrar aşağı yuvarlanacağını bile bile zirveye taşıyarak. Sonra kaya yuvarlandığında bir kez daha, bir kez daha…
Bu gerçeği bir kez olsun görseydi kaç kişi kayayı her sabah yeniden sırtlanırdı? Peki kayalar zirvelere taşınmasa bu düzen ne kadar daha sürerdi? “Ben artık bu işi yapmayacağım” diyenlerin sayısı kaç günde duyulacak kadar artardı? İnsanlara umut vermek lazım, bir gün o kayanın tepede kalacağına dair bir umut… En azından umutsuzluğu görmeyi engelleyecek bir ilizyon. İşte Hollywood filmleri de buna hizmet ediyor.
“Bir gün biri çıkacak size çok aşık olacak. Kavuşamasanız bile ikinizin içinde de aşk sonsuza kadar sürecek. Nasıl yani? Birinin bir şeyler paylaşamasanız da sizi seveceğine inanmıyor musunuz? İnsanlar günlük rutinleri içinde bir başkasını önemsemeyen bencil varlıklar haline mi geldi? Yok artık… Saçma. Beni izleyin bakın size masallar anlatıyorum, içinizdeki enerjiyi canlı tutun yoksa yarın işte performansınız düşecek.”
Veya şöyle…
“Bir gün çok zengin olacaksınız. Bakın size yoksulluktan fakirliğe gidenlerin öykülerini sunuyorum… Koskoca Hollywood yalan mı söyleyecek? Hem diyelim ki şu an tahammül edilmez bir modern feodaliteye hapissiniz, olsun… Şu açıdan bakmayı deneyin, zenginlerin o kadar çok sorunu var ki… Allah korusun, ya onlardan biri olsanız. Gösteriyorum işte hepsini. Yoksulluğunuza şükretmeyi bilin.” (GG/NZ)