Genel olarak toplumumuzun siyasetle temel bir sorunu var: Siyaseti anlamak yerine kutsuyor. Hatta bu genellemeyi yaşam anlayışına kadar götürmek mümkün.
Anlamak çaba gerektiriyor. Zihnini yoracaksın, anlamak için gereken araç gereçlere sahip olmaya çalışacaksın, zaman ayıracaksın vb. En önemlisi de düşünmeyi düşüneceksin. Anlamak zahmetlidir.
Anlama üzerine düşünmek evrenseldir. Özgürlüğün kaynağı evrenselliktir!
Kutsama
Kutsamak çok kolaydır. Anlama çabasına, bilgiye, araştırmaya gerek yoktur. Birtakım objeleri, inançları, kişileri, simgeleri kutsallaştırmak o kadar kolaydır ki, bütün mesele onu dokunulmaz olarak görmek ve her şeyini ona bağlamaktır. Senin yerine o düşünür, o karar verir, doğrusunu o bilir. Sen yalnızca ona tap, dua et, onun için tapınma ritüellerini yerine getir.
Bu düşünüş biçimi, bütün dünyayı kendisi için ördüğü hücrenin içi olarak görür, hücresinin duvarlarıyla sınırlar. Hücresinin dışında kalan dünyayla her karşılaşmasında ondan kaçar, onu ötekileştirir hatta onu düşman beller.
Biz anlamak istemeyen bir toplumuz demem, ağır bir niteleme olarak görülebilir. Belki öyledir de.
Ancak siyasete, eğitime, tartışma ve diyalog biçimlerimize, medyamıza, kültürümüze, kısaca toplumsal hayatımıza kuş bakışı baktığımızda ne görürüz?
Farkı tarafların birbirlerine karşı fikri müzakere yerine, seviyesiz ve saldırgan bir dilden ibaret çatışmalarını görürüz. Çünkü düşün hayat son derece sığdır.
Semboller
Tarafların birbirleri üzerine sembollerle saldırdıklarını görürüz.
Toplumsal hayatta (veya kişilerin hayatında) elbette semboller vardır. Burada tehlikeli olan, sembollerin varlığı değil, onun hangi amaçlarla oluşturulduğu, taşındığı, kullanıldığı ve ona verilen değerin boyutudur. Bir diğer deyişle düşün hayatının önüne geçen her sembol, tehlikelidir!
Ortalık bayraklardan geçilmez. En uzun bayrak taşımanın yarışı ve övüncü, taşıyanların düşün dünyasının da ‘uzunluğunu’ ifade ediyormuş gibi sunulur.
Ne kadar çok Atatürk heykeli, posteri, büstü yapılır, rozeti taşınır, kimi kuruluş ve yapılara Atatürk adı verilirse, o kadar büyük Atatürkçü olunduğu sanılır.
Ne kadar çok cami yapılır, Kuran kursu ve imam hatip okulu açılırsa, o kadar derin Müslüman olunduğu sanılır.
Sokaklarda, meydanlarda gösteri amacıyla, aynı renk ve aynı tarz giyimden ibaret sarıklı ve cüppeli kalabalığın düşün dünyası, sembol niyetine taşıdıkları o sarık ve cüppelerinden ibarettir.
Araba camlarına bir kesim Atatürk imzası çıkartması yapıştırırken, bir diğer kesim de Osmanlı padişahlarının tuğrasını yaptırıyor. Bu dışavurumda fikir değil, aşağılık kompleksi mevcuttur.
Bütün bunlarda anlamaya yer yok. Yapılan, edilen tamamen kutsamaktan ibaret. Kim ki bir konuda sürekli kutsallardan ve sembollerden söz ediyor, bilin ki o kişinin ya düşün dünyası sığ ya da karşıdakini kandırmak için bilerek yalan söylüyordur.
Bütün bunlar toplumun ensesinde boza pişiren iktidarların işine geliyor. Sembollerle yapılan siyasetin ve eğitimin amacı zorbalığın, sömürünün, adaletsizliğin toplumda yaratacağı reel yükü hafifletmek, hissettirmemek ya da bunun bir kader olduğunu (Erdoğan’ın sıkça fıtrattan söz etmesi) topluma kabul ettirmektir. Semboller gözbağıdır ve kimi zaman da toplumu gaza getirmenin aracıdır!
10 Kasım kutsamaları
Anlama yerine kutsamanın yapılmasına tipik bir örnek de 10 Kasım anmalarıdır.
M. Kemal Atatürk’ün 82. ölüm yıldönümü anmaları yapıldı. Geçmiş anmalardan bir farkı yoktu.
M. Kemal’i anma, kutsama harcından inşa edilmiş hücrenin içerisine M. Kemal Atatürk’ün tıkılmasından ibaret. Sığ ve propagandist bir dil, göstermelik ritüeller, inanılırlığı olmayan ve sanki tek kalemden çıkma ezber demeçler vs.
20 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin, İslamcı zihin ve siyaset dünyasına karşı toplumun geniş bir kesiminde Atatürk’ün bir savunma aracı olarak öne çıkarılmasını ve Atatürkçülüğün bir sığınma yeri olarak görülmesini anlamaya çalışıyorum.
Cumhuriyetin kuruluşunu bir kesit olarak ele alırsak, o günden bu yana 100 yıldır Türkiye’de padişahlık ve cumhuriyet, modernleşme ve İslam referanslı karşıtlığı ülkenin siyasetinin, kültürünün temel yarılmasını ve çatışmasını oluşturuyor ve bir etki-tepki ilişkisi olarak devam ediyor.
Bu tarihin en acı yanı, bu çelişkinin her türlü iktidara, meşrebince iktidar etme zemini sunmasıdır. Atatürk de, Osmanlı padişahları da, din de siyasetin bir aparatı haline getirilmiş, taraflarca tepe tepe kullanılıyor.
Yaşanan bu tehlikeli ve sıkıntılı günleri fırsat bilen bir kesim var ki, bunlar öteden beri devam eden Atatürk’ü kutsama siyasetine daha bir hız vererek, kitlelerde bir başka uyuşukluk yaratıyorlar.
Mürşidinin ilim olduğunu belirterek modernleşme amacını ve önemini belirten Atatürk’ün dünyaya bakışını öteden beri saptıran Kemalistler, Atatürkçüler, ulusolcular, milliyetçiler böylece Atatürk’ün içini boşaltarak onu yalnızca sembolle ifade edilir hale getirdiler.
Semboller, faşizmin ve dikta rejimlerinin vazgeçilmezleridir.
Birkaç örnek verecek olursak;
Atatürk için,
“Seni sevmeyeni sevmeyeceğiz” (Sözcü gazetesi).
“Çünkü insan kalbi attıkça değil, kalpler onun için attıkça yaşar” (İş Bankası 10 Kasım mesajı).
Madalyonun arka yüzünü de karşıt zeminin siyasal lideri Erdoğan için söylenenler oluşturuyor.
“Allah’ın bütün vasıflarını toplamış bir lider, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.”
“Erdoğan yeryüzünün halifesidir.”
“Erdoğan ikinci peygamberdir.”
“Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir.”
Örnekler çoğaltılabilir.
İfrata varan, sığ ve sembolik bu dilin varacağı yer faşizmdir!
Atatürk için söylenenlerin Erdoğan için söylenenlerden pek bir farkı yok.
Günümüz sorunlarına çözümü ve yarın perspektifimizi ne Atatürk dönemini bugüne ne de bugünü Atatürk dönemine taşıma anokronizmine düşmeden yapabilmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile!
Atatürk’ü olduğu yerde bırakarak olduğu gibi anlamak egemenlerin işlerine gelmiyor. Atatürk’ün kutsal olmadığı, her zaman eleştirilebilir olduğu, Atatürk’ü herkesin sevmesinin şart olmadığı, yalnız Atatürk’e değil kimseye hakaret edilmemesi gerektiği, fikrine katıl ya da katılma kurucu bir önder olması nedeniyle belli bir saygıyı hak ettiği bir ortamın oluşturulmasını ne Atatürk sömürücüleri ne de Atatürk karşıtları istemiyor. Bu her iki ucun birbirine ihtiyacı var, çünkü birbirini besliyorlar. Siyasetin, kültürün ve hatta toplumsal yaşamın Kemalizm ve İslam referanslı siyasetin arasına sıkışmışlığının yarattığı paradoks ancak demokrasi, adalet, özgürlük, insan hakları hukuku gibi değerlerle aşılması mümkündür. Açık konuşmak gerekirse bunun toplumda etkin bir karşılığı da yoktur! Yokluğu, var olmayacağı anlamına gelmez.
Egemen siyasetin her iki kanadının zımnen anlaştığı nokta, bu paradoksun aşılmaması yönünde. Bundandır mevcut toplum yapısının devamı için, anlamak yerine kutsamanın etkin kılınması.
(NÖ)